Aşağıdaki hikâyenin, 1997-2000 yılları arasında Antartika'da görev yapmış olan helikopter teknisyeni Jeff Posey tarafından, 1 Şubat 2012'de 'düz dünya' tartışmalarının yapıldığı 'Flat Earthers In Christ' isimli Facebook grubunda anlatıldığı belirtilmektedir.
Aktarılanların gerçek mi yoksa kurgu mu olduğu bilinmemekle birlikte, gerçek olmasının bizim açımızdan şaşırtıcı olmayacağını söyleyebiliriz.
"Hiçbir zaman İsa'ya gerçekten inanmadım ya da kilise olayına girmedim ama sanırım burada bahsettiğiniz şeyleri gördüm. O zamanlar ne olduğunu bilmiyordum.
1997'den 2000'e kadar ordudaydım ve Antarktika'daki McMurdo İstasyonu'na gönderildim. Helikopter tamircisi ve ekip şefiydim, oraya gidip helikopterlerde çalışacaklar için gönüllü turlar düzenliyorlardı. Gönüllü istediklerinde çoğumuz başvurduk ama sadece ben ve bir kişi daha kabul edildik. Başvuru sürecinde doldurmamız gereken bir sürü anket vardı ve bir sürü birebir görüşmeye katılmak zorunda kaldık. Çoğunlukla ilgi alanlarımızın ve inançlarımızın ne olduğuna dair bir grup sorudan oluşan görüşmelerdi bunlar.
Ağustos 1998'de McMurdo Araştırma İstasyonu'na gönderildim. Helikopterin buzunu çözmek ve üzerinde çalışmakla meşgul olmadığımız zamanlarda, araştırma istasyonundaki bilim adamlarıyla takılmak için vaktimiz oluyordu. McMurdo'ya bağlı askeri birlik küçüktü ve bizim ayrı bir tesisimiz yoktu. Bir kantin ya da sinema-TV salonumuz, kilise ya da ibadethanemiz yoktu. Kendi posta odamız yoktu. Bilim insanları ve araştırmacılarla aynı olanakları paylaşmamız gerekiyordu. Böylece zamanla birkaçıyla arkadaş oldum.
Üzerinde çalıştıkları iki farklı buz türü vardı. Biri hepimizin gördüğü normal buzdu. Yerde delikler açarak numuneleri topluyorlardı. Bu buz bildiğimiz normal buz gibi çoğunlukla saydam veya bazen beyazdı, ısındığında eriyerek suya dönüşüyordu. Antarktika'nın tamamı bu tür buzlarla kaplıdır. Ama bu onların asıl ilgilendikleri buz türü değildi. Onları gerçekten normal buz üzerinde çalışırken gördüğüm tek zaman, National Geographic'ten bir film ekibinin geldiği zamandı.
Geri kalan zamanlarda ki vakitlerinin çoğunu buna ayırıyorlardı, bilim insanları 'gök buzu' adını verdikleri bir şey üzerinde çalışıyorlardı.
Bu şey tamamen farklıydı.
İstasyonun laboratuvar alanlarına girmemize asla izin verilmedi çünkü laboratuvarların çok temiz tutulması gerekiyordu ve laboratuvara çok fazla insanın girmesinin işlerini berbat edeceğini söylüyorlardı.
Ama bir defasında, arkadaş olduğum araştırmacılardan biri, bana bir parça gök buzu gösterdi. Öyle soğuktu ki ona çıplak elle dokunamıyordunuz. Normal buz gibi saydam ya da beyaz değildi. Som maviydi. Gökyüzüyle tamamen aynı renkte olduğu için buna 'gök buzu' adını verdiklerini söyledi.
Onu tutabilmek için kalın ve ağır "dışarı çıkma" eldivenlerimizi giymemiz gerekiyordu. O kadar soğuktu ki dokunduğunuz anda teniniz donacaktı. Hangi sıcaklıkta olduğunu söylediğini hatırlamıyorum ama sıfırın altında yüzlerce derece gibi bir şeydi. Dışarıdaki normal buzdan çok daha soğuk.
Onu termosa benzeyen metal bir şişenin içinde taşımak zorundaydı. Bir süreliğine onun bir parçasıyla oynamama izin verdi. Aynı büyüklükteki normal bir buz parçasından daha hafifti, sanki hiç de ağır değildi. Neredeyse onu havaya fırlatsam tekrar aşağı doğru süzülecekmiş gibi görünüyordu ama bunu denemedim. Ayrıca bükmeye çalıştığımda da biraz esnekti, normal buz gibi kırılmadı. Küçük bir parçasının bile arkasını göremiyordunuz, yüzeyden itibaren masmaviydi.
Ve işte gerçekten tuhaf kısım; eriyip suya dönüşmüyordu. İçeride olduğumuz için ısınıyordu ve ısındıkça küçülüyordu. Gittikçe küçüldü ama eldivenim hiç ıslanmadı ve yerde bir su damlası bile yoktu. Isındıkça doğrudan havaya karışıyor ve buharlaşıyordu.
Arkadaşım, bu buzu Antarktika'da incelemek zorunda kalmalarının nedeninin bu olduğunu söyledi. Gök buzunu incelemek için Amerika'ya götüremezdiniz çünkü taşıma sırasında onu yeterince soğuk tutmak neredeyse imkânsızdı. Her zaman buharlaşıp havaya karışırdı ve ABD'ye döndüğünüzde elinizde hiçbir şey kalmazdı. Rus bilim adamlarının gök buzunu Rusya'ya götürmeye çalıştıklarında da aynı sorunla karşılaştıklarını söyledi. İşte bu yüzden hepsinin Antarktika'da araştırma istasyonları vardı.
Buz parçasıyla yaklaşık 15 dakika uğraştıktan sonra neredeyse tamamen yok oldu. Sadece küçük bir parça kalmıştı. Ve eldivenim hep kuruydu.
Ne daha önce ne de o zamandan beri buna benzer bir şey görmedim. Bu alışılmadık bir durum çünkü bilimsel konulara her zaman ilgim vardı. Sanırım Antarktika'ya gitmek üzere seçilmemin nedeni de bu çünkü mülakatın büyük bir kısmı bilim ve benim neye inandığımla ilgiliydi. Bu yüzden daha önce hiç duymadığım bir şeyi görmenin gerçekten harika olduğunu düşündüm.
McMurdo İstasyonu'nda bulunduğum süre boyunca insanların "duvar" dedikleri özel bir yerden bahsettiklerini duydum. Antarktika'nın her yerinde buz duvarları ve buz kayalıkları bulmak oldukça yaygındır, her yer buz. Ama bunların hepsi normal beyaz veya saydam buz. Bu yüzden arkadaşıma gök buzunu nereden aldıklarını sordum ve o da bunun "duvar"dan geldiğini söyledi.
Tam olarak nasıl tanımladığını hatırlamıyorum ama görünüşe göre Antarktika'da devasa bir gök buzu duvarı var. Kıyıdan yüzlerce mil (100 mil yaklaşık 161 km'dir) içeride olduğunu söyledi. Sadece McMurdo'da görevlendirildiğim için bunu asla kendim göremedim. Keşif gezilerine çıkamadım. Dünyanın en büyük doğal yapısı olduğunu söyledi.
1960'lı yıllarda ABD ordusunun duvara bir tünel açma planı olduğunu söyledi. Ancak aşırı soğuğa dayanabilecek makineleri yoktu. Bu yüzden Grönland'da buz tünelleri inşa ederek aşırı soğukta da çalışabilen yeni sondaj makineleri geliştirdikleri bir test projesi vardı. Sanki Grönland'daki bu büyük makineyi sırf alıştırma olsun diye yapmışlar gibi. Bu konuda uzman değilim ama bana böyle söyledi. Daha sonra yeni delik açma makinesini geliştirdikten sonra onu Antarktika'daki duvara getirdiler.
Makinenin duvarın içine -tam olarak hatırlamıyorum ama- 5 veya 10 mil kadar (8-16 km) bir tünel açtığını, duvarın diğer tarafına asla geçemediklerini ve duvarın ne kadar kalın olduğunu halâ bilmediklerini söyledi. Bugün bile öyle.
Muhtemelen bu kısmı doğru hatırlamıyorum ama sanırım ilk başta tünelin tabanının yekpare kaya olduğunu, ancak bir iki mil (1.6-3.2 km) içeri girdikten sonra zeminin gök buzu olduğunu söyledi. Belli bir noktadan sonra sanki gökyüzünün altında buz varmış gibi. Ya da böyle bir şey.
Görünüşe göre duvar siz kestikten sonra yavaş yavaş kendini yeniden inşa ediyor çünkü yaklaşık bir yıl sonra tünel kendiliğinden küçülmüştü. Tünel, onu geri çıkaramayacak kadar küçüldüğü için sondaj makinesini duvarın içinde bırakmak zorunda kaldılar. Ve birkaç on yıl sonra tünel tamamen yok oldu.
Duvarın o kısmı yine sağlamdı sanki.
Artık bilim adamlarının duvarın ne kadar kalın olduğunu anlamak için yeni bir teknoloji geliştirmeye çalıştıklarını söyledi. Duvarın her yerine deprem sensörleri yerleştirileceğinden ve duvarın ne kadar kalın olduğunu görmek için bir şekilde depremden gelen sinyali ölçebileceğinizden bahsetti ama bu konuyu tam olarak anlayamadım.
Ayrıldıktan sonra bunların hiçbirini gerçekten düşünmedim. Gerçekten tuhaf bir şeydi ama o zamanlar bunun önemli bir şey olduğunu düşünmemiştim. Ama birkaç hafta önce Antarktika'daki duvarı bir haritada gördüm. Harita tamamen dümdüz ve çılgınca görünüyordu ve duvarın tüm dünyayı çevrelediğini gösteriyordu.
O zamandan beri 'gök buzu' ve 'duvar' hakkında daha fazla şey öğrenmeye çalışıyorum ama hiçbir şey bulamıyorum. Şimdi gerçekten burada bir bağlantı olup olmadığını merak ediyorum. Ve bu grubu bu şekilde buldum. Bu yüzden belki deneyimlerimin bir kısmının birinin bir şeyi anlamasına yardımcı olacağını umuyorum."
1 Şubat 2012
Jeff Posey
Kaynak : Spirit-and-Flesh
27 Mart 2024
insandergisi.com