Gece yattığınızı ve sabah hiç bilmediğiniz bir yerde uyandığınızı düşünün…
En son göz kapaklarınızın ağırlaştığını hatırlıyorsunuz. Fakat şimdi, gözlerinizi açtığınızda, yatağınızda değil bambaşka bir yerdesiniz. Etrafta sizin gibi başka insanların da bulunduğu bir adada, denizin kenarındasınız. Yaşadığınız şeyin rüya değil, gerçek olduğunu idrak ettiğiniz o ilk anlarda..
Neler geçerdi aklınızdan?
1- Neredeyim?
2- Buraya nasıl geldim?
3- Neden buradayım?
4- Ne yapmalıyım?
Öncesini hatırlayamadığımız bir var oluş durumunun içerisinde, bu temel sorulardan ve onların cevaplarından daha önemli, daha öncelikli bir gündemimiz olabilir miydi? Adada yeni bir yaşam kursak ve aradan yıllar geçse bile, bu sorular aklımızın baş köşesinde beynimizi kemirmeye devam etmez miydi?
Peki;
Nasıl oluyor da ‘dünya’ dediğimiz bu coğrafyada, yaşamakta olduğumuz hayatta, benzer sorular ve bunların cevapları geniş insan topluluklarının önemli/öncelikli gündeminde yer almıyor?
Gözlerini adada açsalar, cevap bekleyen sorulardan dolayı belki yemeden-içmeden kesilecek bu insanlar, neden yaşamakta oldukları hayat hakkında doğru soruları sorup, doğru cevaplara ulaşmaya çalışmıyorlar?
Neden insanların bir kısmı, doğru cevaplara ulaştıkları halde bu bilgiyi hayatlarının merkezine yerleştirmiyor?
Değerli Kardeşlerimiz,
Bedî' ve Musavvir olan Rabbimize, bizleri bir Ramazan ayına daha eriştirdiği için hamd ediyor, başta ALAGAŞ hocamız olmak üzere Rabbisine kavuşan tüm müminlere rahmet diliyor ve tüm kardeşlerimizi selamlıyoruz; Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun..
Ada örneği üzerinden ortaya koyduğumuz dört temel soru, elbette yaşadığımız hayat ve mekân için de sorulması ve cevap aranması gereken sorulardır. Bu sorulara, öncesi ve sonrası ile birlikte kesin-doğru cevaplar veren ve içerisinde hiçbir çelişki bulunmayan tek kaynak; Lâtif Rabbimizin lütfuyla indirmiş olduğu Kur’an-ı Kerim’dir. Rabbimiz diğer tüm haklı sorularımız gibi, ‘neredeyim?’ sorusunun cevabını da Kur’an-ı Kerim’de ayrıntılı olarak açıklamış, bizleri imtihan için gönderdiği yaşam alanını ‘dünya’, buradaki yaşantımızı da ‘dünya hayatı’ olarak ifade etmiştir.
Bildiğiniz üzere; ilk düğme yanlış iliklendiğinde -eğer başa dönülmez ise- diğer düğmeler de yanlış iliklenmek durumundadır. Dünyadaki varlığımız hakkında soracağımız ilk sorunun (neredeyim?) cevabı işte bu yüzden çok önemlidir. Bu önemin farkında olan şeytani akıl, tamamen kendi kontrolü altında bulunan günümüz bilimini kullanarak -sanki bilimin amacı bu imiş gibi- hayat hakkındaki temel sorularımıza cevap verme çabasına girmiş ve ‘neredeyim?’ sorusunu şu şekilde cevaplamıştır :
“Evrendeki 2 trilyon galaksiden biri olan Samanyolu Galaksisi içerisinde bulunan 300 milyar yıldızdan biri olan güneşin etrafında dönmekte olan, küçücük bir gezegendesin! Akıl almayacak büyüklükte bir evrenin, önemsenmeyecek bir köşesindeki, kimsenin umrunda olmayan bir galaksinin, ücra bir köşesindeki sistemin içerisindeki bir gezegende olduğunun farkına varmalısın. Önemsiz bir gezegenin efendileri olduğumuz için, her şeyin bizim için var olduğu, bizim hizmetimize sunulduğu, her şeyin efendisi olduğumuz sanrısına kapılıyoruz sadece. En nihayetinde evrenin içerisinde, evrimsel süreçlerle var olduk ve onun içerisinde yok olacağız. Biz var olsak da, yok olsak da, koca "devran" varlığını sürdürecek, trilyonlarca ve katrilyonlarca yıl daha... Güneş de bir hiç... Sıradan bir yıldız. Evren içerisindeki yıldızların sayısı, Dünya'daki bütün kumsallardaki kum tanelerinden bile daha fazla! Birçoğunun etrafında gezegenler var. Ve biz, kendimizi Evren'deki "en üstün varlık" olarak görüyoruz. İnanabiliyor musunuz? …”
‘Neredeyim?’ sorusuna verilen bu gibi bilimsel! cevaplara samimiyetle inanan insanların, savruldukları uzay boşluğunda tutunmaya çalıştıkları diğer cevaplar ise yine; Big Bang, evrim, uzaylılar, matrix, … gibi çok daha bilimsel! açıklamalar oluyor maalesef.. Mesela bilim insanlarının 2020 yılında yaptıkları ve popüler bilim dergisi Scientific American'da yayımlanmış bir çalışmaya göre; Matrix'teki gibi bir simülasyonun içinde olma olasılığımız yaklaşık yüzde 50 imiş yani yaşadığımız dünyanın gerçek olmama olasılığı yüzde 50 imiş.. Oysa Rabbimiz böyle bir ihtimalin hiç olmadığını buyuruyor..?
Biz gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakilerini ancak hak ile (gerçek olarak) yarattık. … (15-Hicr 85)
Allah gökleri ve yeri hak (adil ve gerçek) olarak yarattı. … (39-Zümer 5)
“Peki hangisine inanacağız, bilime mi yoksa Kuran’a mı?” sorusunun, Allah’a ve O’nun kitabı Kur’an-ı Kerim’e iman etmiş samimi bir Müslüman için cevabı nettir; tabi ki putlaştırılmış-yalancı bilimselliği elimizin tersiyle itecek ve Rabbimizin sözüne inanacağız..
Bugün ‘dünya’ denildiğinde, saatte 828.000 km hızla Samanyolu Galaksisi’nin yörüngesinde dönen güneşin etrafında, saatte 107.208 km hızla dönmekte olan küçücük bir gezegenden bahsedildiğini biliyoruz. Oysa Kuran’da ‘dünya’ kelimesi ‘yer ile göğün arasındaki yaşam alanı’ olarak tarif edilmiş ve yer için ‘arz’ gök için de ‘semâ’ kelimesi kullanılmış, arzın ‘sabit bir karar yeri’, göğün de ‘bir bina’ olduğu ve günümüz biliminin aksine, arzın değil göğün dönmekte olduğu buyurulmuştur :
Allah arz'ı (dünyayı) sizin için bir karar yeri, gökyüzünü de bir bina kıldı. Sizi suretlendirdi (biçim-şekil-özellik verdi), suretinizi güzel kıldı ve size temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi olan Allah çok yücedir-mukaddestir. (40-Mü’min 64)
Ya da arzı-dünyayı bir karar yeri (merkezi karargah) kılan, aralarında ırmaklar var eden (akıtan), arza (sarsılmaması için köklü) sabit dağlar diken-yükselten ve iki deniz arasına engel koyan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Hayır, onların çoğu bilmiyorlar. (27-Neml 61)
Dönen-dönüşlü olan göğe andolsun. (86-Târık 11)
Merhum Mehmed ALAGAŞ hocamız, hem dünyanın düz ve sabit bir karar yeri olduğunu, hem de göğün dönmekte olduğunu, aşağıda bağlantılarını vereceğimiz çalışmalarıyla daha önce detaylı bir şekilde açıklamıştı :
Günümüz biliminin, ‘neredeyim? sorusuna verdiği doğru olmayan cevabı pekiştirmek ve kendi içerisinde tutarlı görünebilmek adına insanları inandırdığı bir başka yalan, uzay yolculuğu hikâyesidir.
Ay’a, Mars’a ve diğer birçok gezegene gidildiği, halen gidilmekte olduğu ve üç vakte kadar koloni kurulacağı yalanı, büyük bir pişkinlikle insanlara anlatılmakta ve gösterilen hileli fotoğraflara ve videolara iman etmemiz istenmektedir.
Oysa Rabbimiz onları bu konuda da yalanlamakta ve ilk insandan son insana kadar tüm insan neslinin arzda (yeryüzünde/dünyada) yaşayıp-öleceğini ve oradan diriltileceğini, yerin ve göğün sınırları olduğunu ve bu sınırları aşmanın mümkün olmadığını buyurmaktadır :
(Allah) dedi ki "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır." (7-A’râf 24)
Dedi ki "Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız." (7-A’râf 25)
Ey (en büyük-en kalabalık) cin ve ins topluluğu (Ye’cüc-Me’cüc). Eğer göklerin ve yerin sınırlarından (sedlerinden) aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşıp-geçin. Ancak bir sultan (güçlü bir delil-sebeb) olmaksızın aşıp-geçemezsiniz. (55-Rahmân 33)
Günümüz biliminin büyük yalanlarından en büyüğü, hiç şüphesiz ‘küre dünya’ yalanıdır. Kur’an-ı Kerim’de onlarca ayette arzın (yerin) yayıldığı-düzleştirildiği buyurulur ancak hiçbir ayette yerin küre haline getirildiği ifade edilmez. Kuran’da dünya, güneşin etrafında dönen bir gezegen (kevkeben) değil, algılayabildiğimiz evrenin zemini/tabanı şeklinde ifade edilir; taban yer, tavan ise göktür.
Onlar deveye bakmazlar mı, nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara, nasıl dikildi? Yere, nasıl düzleştirildi (düz satıh yapıldı)? (88-Ğâşiye 17-20)
Yaratma bakımından siz mi daha zorsunuz yoksa gök mü? (Ki Allah) Onu bina etti. Onun tavanını yükseltti, ona bir nizam-düzen verdi. Gecesini kararttı, kuşluk vaktini (açığa-aydınlığa) çıkardı. Ve arzı-yeri yayıp döşedi. (79-Nâziât 27-30)
Yeri de döşeyip-yaydık, oraya sabit-sarsılmaz dağlar yerleştirdik ve orada her şeyden ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirdik. (15-Hicr 19)
Üstlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz onu nasıl (yükseltip) bina ettik ve onu nasıl donatıp-süsledik? Onun hiçbir çatlağı da yok. Yeri (nasıl) döşeyip yaydık? Onda sabit dağlar bıraktık ve onda her çiftten göz alıcı-ferahlatıcı (nice bitkiler) bitirdik. (50-Kaf 6-7)
O, yeryüzünü size bir döşek ve gökyüzünü de bir bina kıldı. Gökten su indirerek bununla sizlere çeşitli ürünlerle rızık çıkardı. O halde bile bile Allah'a eşler koşmayın. (2-Bakara 22)
Biz yeri bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık? (78-Nebe 6-7)
(Allah) yeryüzünü size beşik yapan, onda size yollar açan ve gökten su indirendir. Onunla her tür bitkiden çiftler çıkardık. (20-Tâ-Hâ 53)
O ki yeri sizin için bir beşik kıldı ve doğru gidesiniz diye onda size (birtakım) yollar var etti. (43-Zuhruf 10)
Allah yeri sizin için yaydı-yaygı kıldı. Gezip-dolaşmanız için onun içinde geniş yollar (bıraktı). (71-Nuh 19-20)
Göğe ve onu bina edene. Yere ve onu düzleyene. (91-Şems 5-6)
Yeri yayıp uzatan, onda sabit-sarsılmaz dağlar ve ırmaklar kılan, orada ürünlerin herbirinden ikişer (erkek ve dişi) çift yaratan O'dur. O, geceyi gündüze örtüp-bürümektedir. Şüphesiz ki bütün bunlarda düşünen bir topluluk için ayetler vardır. (13-Ra’d 3)
Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve Biz (onu) genişletici olanlarız. Yeri de döşeyip-yaydık, Biz ne güzel döşeyici olanlarız. (51-Zâriyât 47-48)
Bütün bu ayetlere rağmen, samimiyetinden şüphe etmediğimiz birçok kardeşimiz de dahil olmak üzere Müslümanların genel inanışı, dünyanın küre olduğu yönündedir. Bu inanışı temellendiren birçok sebep sayabiliriz ancak şimdilik sadece, dünyanın küre olduğunu Kur’an-ı Kerim ayetleriyle ispatladıklarını iddia eden kardeşlerimizin en çok kullandıkları iki argümanı cevaplamakla yetineceğiz.
İddia-1 :
Allah gökleri ve yeri hak (adil ve gerçek) olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor. … (39-Zümer 5)
Arap dilinin üstatlarından Zemahşerî bu ayetin tefsirinde “yükevviru” (sarıyor) fiili için Arapların bu fiili başlarına sarıklarını sararken kullandığını ifade eder. Zaten “yükevviru” fiili küre mastarından gelir ve yuvarlak cisimleri dolamak için kullanılır. Dolayısıyla bu ayette dünyanın şeklinin küre olduğuna dair işaret mevcuttur.
Ayette “dolamak” diye tercüme edilen Arapça ‘tekvir’ kelimesi, yuvarlak şekilde sarmak manasına gelir. Bu ayette de, gece ve gündüzün oluşmasına, Dünya’nın yuvarlak olması ve dönmesinin sebep olduğu kastedilmektedir.
Gece de kendileri için bir ayettir. Gündüzü ondan sıyırıp-çekeriz de onlar hemen karanlıkta kalıverirler. (36-Yâsin 37)
“Soyup çıkarmak” fiilinin Arapça’sı olan ’sehl’ kelimesinin karşılığı “yuvarlak bir şeyi soymak”tır. Türkçe’de de hayvanların derilerinin soyulduğu yere ’salhane’ (selhhane) denir.
Ey (en büyük-en kalabalık) cin ve ins topluluğu (Ye’cüc-Me’cüc). Eğer göklerin ve yerin sınırlarından (sedlerinden) aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşıp-geçin. Ancak bir sultan (güçlü bir delil-sebeb) olmaksızın aşıp-geçemezsiniz. (55-Rahmân 33)
Ayetteki ‘kuturlar’ tabiri bilindiği gibi çaplar demektir. Çap, yuvarlak bir şekil olduğuna göre, hem göklerin, hem dünyanın yuvarlak olduğu anlaşılır.
Cevap-1 : Bu kardeşlerimiz ve birçok insan, küre ile yuvarlak arasındaki farka dikkat etmedikleri için böylesi yanılgılara düşüyor olabilirler, o yüzden hatırlatmak isteriz :
Her küre yuvarlaktır ancak her yuvarlak küre olmak zorunda değildir. Yarım küre de (kubbe) daire de yuvarlaktır ama bunlar küre değillerdir.
Tekvir, yükevviru, sehl kelimelerinin ifade ettiği yuvarlaklık, her durumda küreye işaret etmek mecburiyetinde değildir. Düz ya da kubbe şeklindeki yapılarda da yuvarlak/dairesel hareket bu fiillerle ifade edilebilir. Başına sarık saran kişi bu fiili dairesel hareketle uygular, küresel hareketle uygulamaz. Eğer ilgili fiil yalnızca küresel hareketi ifade etmiş olsaydı, sarık saran kişinin; sadece başının üst bölümünü (yarım küreyi) değil, çenesinden yukarıya doğru, ağzı, burnu, gözleri ve kulakları dahil olmak üzere başının her tarafını (bütün küreyi) sarması gerekirdi. Dolayısıyla ilgili ayetlerde ifade edilen gece-gündüz hareketlerinin küresel olmayabileceği ve dairesel de olabileceğini söylemek mümkündür.
İddia-2 :
Ve arzı-yeri yayıp döşedi. Ondan suyunu ve otlağını çıkardı. (79-Nâziât 30-31)
a) Ayetteki ‘daha’ fiili ‘yapıp düzenlemek’ anlamına geldiği gibi ‘deve kuşunun yumurtlama yeri, udhiyye, uhuvve, yuvarlak taş ve ceviz atmak’ anlamına gelen 'dahu’ mastarıyla da alakalıdır. Arapça’da bir fiilin iki değişik anlama gelebilmesi özelliğinden faydalanılarak, Dünya’nın yuvarlak olduğu anlatılmaktadır.
b) Fakat Kur’an’da yerin düzenlenmesiyle ilgili Naziat suresinin 30. ayetine “Sonra da yeri döşeyip yerleşmeye hazırladı.” şeklinde meal verilmektedir. Ancak, ‘döşeme’ sözcüğüyle ifade edilen kelimenin Arapça aslı ‘Deha’dır. Bu kelime, ‘udhiyye/udhuvve’ kökünden gelmektedir ki, deve yumurtası anlamına gelip yuvarlaklığı ifade etmektedir. Aynı kökten gelen “medha” kelimesi deve kuşunun yumurtasını bıraktığı yuva anlamına gelir. Deve kuşu yumurtası, tam yuvarlak olmayıp elips şeklindedir.
Cevap-2 : Ayette geçen ‘dehâ-hâ’ fiili ‘yayıp-döşemek’ anlamındadır ve Rabbimiz bu fiili Kendisine atfetmektedir ki yeri yayıp-döşemiştir. Devekuşunun yumurtalarını bırakmak için hazırladığı yuvadaki otu, taşı, toprağı ‘dairesel bir şekilde’ yayıp zemini düzleştirmesi de aynı fiil ile ifade edilmektedir. Konunun daha iyi anlaşılması için bu fiile Türkçe olarak ‘dehâlamak’ diyebiliriz. Meselâ, bir tepsiye bir paket pirinç döküp pirinci tepsiye dairesel olarak yaymaya başladığımızda ‘dehâlamak’ fiilini işlemiş oluruz. İlgili kelime tamamen fiil ile alâkalıyken, bunu nesneyle yani devekuşunun yumurtasıyla ya da tepsideki pirinçle ilişkilendirip devekuşu yuvası ve tepsi hakkında sonuç çıkarmaya çalışmak, son derece zorlama bir yorumdan ya da çok basit bir mantık hatasından fazlası değildir (devekuşu yumurtası ve pirinç elips şeklindedir, o halde devekuşu yuvası ve tepsi de elips şeklinde olmalı). Dolayısıyla dünyanın devekuşu yumurtası şeklinde olduğunu iddia edenler, pirinç tanesi şeklinde olduğunu da pek alâ iddia edebilirler.
"Dünya küre olsa ne olur, düz olsa ne olur?" şeklinde düşünen ve bu düşüncelerini aynen bu cümlelerle ifade eden kardeşlerimize önemle hatırlatmak istediğimiz diğer bir konu ise; Kur’an-ı Kerim’de, ‘güneşin etrafında dönen küre dünya’ modeliyle açıklanması mümkün olmayan birçok ayet bulunduğu gerçeğidir. Konuyu çok fazla uzatmamak adına, şimdilik sadece 3 örneğin yeterli olacağını düşünüyoruz.
Örnek-1 :
Biz yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin. ... (2-Bakara 144)
Ayette, yeryüzünün neresinde olursak olalım -namaz için- yüzümüzü Kâbe’ye çevirmemiz emredilmektedir. Eğer bir kürenin üzerinde yaşıyor olsaydık bu emri yerine getirmemiz mümkün olmayacaktı çünkü küre üzerinde iki noktayı birbirine bağlayan birden fazla yön bulunmaktadır. Yeryüzünün neresinde olursak olalım, eğer Rabbimiz yüzümüzü tek bir yöne çevirmemizi emrediyorsa yeryüzü mutlaka düz olmalıdır ki bu emri yerine getirebilelim.
Örnek-2 :
… Göğü de izni olmaksızın yerin üstüne düşmekten (O) tutuyor. Allah insanlara karşı Rauf'tur (şefkat edendir), Rahim'dir (rahmetiyle çok esirgeyendir). (22-Hac 65)
Küre dünya modelinde gök, uzaya karşılık gelmektedir. Bu modelde yer, üzerine uzayın düşmesi ihtimali bulunan ayrı bir konumda değil, uzayın bizzat içerisindedir. Zaten parçası olduğumuz bir yapının, üzerimize düşme ihtimali olabilir mi? İncir, kendi çekirdeklerinden birinin üzerine düşebilir mi mesela?
Örnek-3 :
Güneşe ve onun kuşluk vaktindeki aydınlığına. Ona tabi olduğu (onu takip ettiği) zaman aya. Onu açığa çıkardığı zaman gündüze. Onu sarıp-örttüğü zaman geceye. Göğe ve onu bina edene. Yere ve onu düzleyene. (91-Şems 1-6)
Ne güneşin aya erişip-yetişmesi uygundur, ne de gecenin gündüzü geçmesi. Herbiri (kendileri için belirlenmiş) bir felekte-yörüngede yüzüp gitmektedirler. (36-Yâsin 40)
İlgili ayetlerden, gece ve gündüzün, güneşin hareketlerinin ya da ışığının birer sonucu olmadıkları ve her ikisinin de kendi yörüngelerinde yüzen ayrı birer varlık oldukları anlaşılmaktadır.
"Onu (güneşi) açığa çıkardığı zaman gündüze, onu (güneşi) sarıp-örttüğü zaman geceye." ayetleri, güneş ışığının sadece gündüzün içerisinde yayılabildiğini ve gecenin içerisinde yayılamadığını ifade etmektedir. Tabi ki böyle bir durumun küre dünya modeliyle açıklanabilmesi mümkün değildir.
Değerli Kardeşlerimiz,
Merhum ALAGAŞ hocamız (mekânı Cennet olsun İnşallah); “Dünyanın düz olduğunu anlamayan insanlara, Süleyman A.S.’ın zamanda yolculuğunu ya da Antarktika’nın ötesindeki Ye’cüc-Me’cüc’ü nasıl anlatabiliriz ki?” derdi, kardeşleriyle dertleştiği kimi ortamlarda..
Mehmed abimizin bu hassasiyetine istinaden, içerisinde bulunduğumuz Ramazan ayında konuyu tekrar gündeme getirmenin ve birlikte değerlendirmenin uygun olacağını düşünerek bu çalışmayı hazırladık. Yorum ve sorularınızla değerlendirmemize katkı sağlayabilirseniz, -İnşallah- mübarek Ramazan ayını hep birlikte, hayırlı ve salih bir amel ortaya koyarak geçirmiş olacağımızı ümit ediyoruz..
Rabbimiz.. Bu çalışmamızı bereketlendir, hayırlara vesile kıl.. Amin…
Mustafa abi; Bulutların, güneşin, ayın ve diğer birçok yaratılmışın insanın istifadesine sunulması ve bunlarda bizler için "ayetler" bulunması ile, Rabbimizin "bunu bir ayet olarak bıraktık" buyurması, anlamamız ve görmemiz gereken 'ayet/ayetler' bakımından birbirinden farklıdır. Bu duruma örnek olarak Bakara 164 ve Kamer 15'i gösterebiliriz :
164- Gerçek şu ki göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeylerle denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle ölümünden sonra yeryüzünü dirilttiği suda, debelenen her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutta akleden bir kavim-topluluk için gerçekten ayetler vardır. (2-Bakara 164)
13- Ve onu da (tahta) levhalar ve mıhlar-çiviler (ile yapılmış gemi) üzerinde taşıdık. (54-Kamer 13) 14- (Kendisine ve getirdiklerine karşı) küfredilip-nankörlük edilmiş olana bir mükafat olmak üzere (bu gemi) gözlerimiz önünde akıp-gitmekteydi. (54-Kamer 14) 15- Andolsun ki Biz bunu (geminin lutfumuzla yüzmesini) bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (54-Kamer 15)
Denizlerin ilk yaratılışta değil de insanlığın ilerleyen dönemlerinde (daha sonra) yaratıldığını söyleyebilmek için elimizde bir veri yoktur. Aksine, Kur'an-ı Kerim'de; denizlerin de tıpkı topraklar gibi, nehirler ve dağlar gibi ilk yaratılıştan bu yana var olduğuna işaret eden ayetler bulunmaktadır, örneğin;
3- Yeri yayıp uzatan, onda sabit-sarsılmaz dağlar ve ırmaklar kılan, orada ürünlerin herbirinden ikişer (erkek ve dişi) çift yaratan O'dur. O, geceyi gündüze örtüp-bürümektedir. Şüphesiz ki bütün bunlarda düşünen bir topluluk için ayetler vardır. (13-Ra'd 3) 4- Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki bunların hepsi aynı su ile sulanmaktadırlar. Ancak onların ürünlerinde (verimde ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılmaktayız. Şüphesiz ki bunlarda akıl erdiren bir topluluk için ayetler vardır. (13-Ra'd 4)
61- Ya da arzı-dünyayı bir karar yeri (merkezi karargah) kılan, aralarında ırmaklar var eden (akıtan), arza (sarsılmaması için köklü) sabit dağlar diken-yükselten ve iki deniz arasına engel koyan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Hayır, onların çoğu bilmiyorlar. (27-Neml 61)
"Birbirine komşu toprak parçaları"nın yani kıtaların ancak denizlerin varlığıyla mümkün olabileceğini ve ırmakların dökülebilecekleri bir yer olması gerekliliğini dikkate aldığımızda, denizlerin de bu ilk yaratılışın bir parçası olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla Nuh tufanından sonra insanlığa bırakılan ayeti/ayetleri bu bağlamda araştırmak daha yerinde olacaktır.
Denizlerin Teshiri / İnsanların Kullanımına Uygun Olması
Esselamu Aleyküm,
Denizlerin teshiri gibi, yani denizlerin insanların kullanımına uygun olması olayı gibi, bir çok mesele veya konu için Kuran'da yine teshirden, yani istifadeye sunulmasından söz edilmektedir. Gemilerin, denizlerin ve nehirlerin insanların emrine veya kullanımına uygun biçimde var edilmeleri ve ona göre işlev görmelerinin bir ayet veya mucize olması mümkün müdür? Çünkü bu herkes için ve her yerde aynı özelliktedir. Gece ve gündüzün teshir edilmesinden herkes yararlanmaktadır. Yani bunlarda ekstradan bir ayet olarak bahsedilecek bir durum var mıdır? Varsa bilememiş veya anlamamış da olabilir miyim? Böyle anlatımlar Kuran'da oldukça fazladır. Mesela bulutların teshirinden 2/164, bulutların teshirinden 7/54, şemsin ve kamerin teshirinden 13/2, 14/33, 16/12, 29/61, gece ve gündüzün teshirinden 14/33, 16/12, fülk/gemilerin teshirinden 14/32, 22/65, nücum, yıldızların teshirinden 16/12, bahrin/denizlerin teshirinden 16/13, kuşların teshirinden 16/79, büdn/büyük baş hayvanların teshirinden 22/36-37, mâfilarz olanların teshirinden 22/65, 31/20, mâfissemâtın teshirinden 31/60, rüzgârın teshirinden 38/36 bahsedilmektedir.
Dikkat çeken bir husus olarak Hz. Süleyman'a rüzgârın teshir edilmesinen söz edilen ayette rüzgârın onun emrine göre yani Hz. Süleyman'ın istediği şekilde ve şiddette esmesinden söz edilmiştir. Yine dikkate değer bir diğer husus ise gemilerin denizlerde Allah'ım emriyle yüzmesinden bahsedilmektedir, denizlerin veya ırmakların teshirinden söz edilen ayetlerde. Yani burada başka bir şey var, yani gemilerin insan kullanımına uygun olması ve bunun suda Allah'ın emriyle kullanılabilir olması dikkate alındığında, Nuh'un gemisinden veya Nuh'un tufan hadisesinden veya sulara yerleştirilmiş bir mucize ve ayetten 2 yerde bahsedilmesini, nasıl anlamalıyız?
Zira Mehmet abi, mekanı cennet olsun, bunu deniz suyuna konulan bir yasa veya özellik olarak beyan etmiş, gemide veya Nuh'un tufan hadisesinde olmadığını dile getirmişir. Çok derin bir düşünce ürünü olan bu çıkarımı ben de onaylıyorum. Ama yine de öyle olmayabilir mi, kaçırılan bir nokta var mıdır diye düşünmeden de edemiyorum. Asıl konumuzun bu olmadığını, düz dünya olduğunu da bilmeme rağmen açılan başlıkta ve sona doğru yapılan yorumlarda konu biraz da buraya gelip dayanmış idi sanki. Açılan başlığın Ramazan'dan sonra da devam etmesini olumlu görüyorum. Zaten insandergisi.com da bunu dile getirmiştir.
Acaba dünya ilk defa yaratıldığında denizlerin olmama olasılığını düşüncemize dahil edip, Nuh tufanından sonra çekilen sulardan geri kalanlarca oluşturulan denizlerin insanın kullanımına verilmiş olması şeklinde bir anlayışa varabilir miyiz? İlk defa bu ayetin Nuh ile ve onun dolayında gemiyle beyan edilmesi, böyle bir düşünceyi haklı kılabilir mi? Zira şöyle düşünüyorum;
1- Dünya ilk yaratıldığında denizler ya vardı ya da yoktu? 2- Var idiyse o zaman onca nesillerden sonra ilk defa Nuh ile bu ayet oraya yerleştirilmiştir ve ondan geriye bu ayet bırakılmıştır. 3- Yok idiyse ilk defa Nuh zamanında göklerin ve yerlerin suyunu boşaltması ve fışkırtmasıyla oluşan tufanda ilk gemi Allah'ın emriyle yüzdürülmüş ve bu yüzdürme işi, yine Allah'ın emriyle diğer insanların kullanımına amade halde bırakılmıştır. Bu yüzden gemilerin teshirinden veya denizlerle ırmakların teshirinden söz eden ayetlerde gemilerin Allah'ın emriyle yüzdürüldüğünden bahsedilmesini, bırakılan ayet olarak anlamak gerekir mi, yani böyle anlayabilir miyiz? 4- Bildiğimiz gibi, iki deniz arasına haciz veya bir engel, berzah koyan Allah, bunu ilk yaratılışta koymamıştır. Daha sonra Hz. Musa'nın denizi yarması vesilesiyle koymuştur. Bu da denize sonradan konulan bir ayet olmuştur. Bu durumu, denizlerin ilk yaratılışta değil de daha sonra yaratıldığında delil olarak görebilir miyiz?
Fakat aklım, halâ bu tartışmanın ana konusu olan düz dünya ve bağlantılı olan Yecüc ve Mecüc'de. Rabbimden doğruya eriştirmesini niyaz ediyorum.
Adem ve Enes kardeşlerimizin cevabını aradığı soru hakkında Mehmed abimizin aşağıdaki satırlarını dikkatinize sunmak istiyorum. Sadece yelkenlilerde değil, denizlerde yüzmekte ve yüzecek olan tüm gemilerde bulunan bir ayetten (işaret veya beyyine) bahsediyoruz. Normal şartlarda yüzmemesi gereken gemiler, Allah’tan bir rahmet ve ayet olarak denizlerde yüzebiliyorlar. Gemilerin yüzmesiyle ilgili bütün ezberleri bir kenara bırakmak ve konuyu sıfır noktasından ele almak gerekiyor, hocamızın da belirttiği gibi..
"Mesela Kur’an araştırmalarımızda Nuh (a.s.) tufanından sonra tüm zamanların insanlarına bırakılan ayetin Nuh (a.s.)’ın yaptığı gemi olmadığını, bu ayetin gemilerin suda yüzmesi-yüzebilmesi olduğunu görmemize rağmen bu ayetin ne olduğunu henüz anlayabilmiş değiliz. Elbetteki bu olayın suyun kaldırma kuvveti veya özgül ağırlıkla rahatça açıklandığını biliyoruz. Ama iman ettiğimiz bir husus var ki Kur’an’da Rabbimizin önemle dikkat çektiği bu ayet, söz konusu basit açıklamaların fevkindeki bir durumu bildirmektedir. Daha açık bir ifadeyle normal şartlarda yüzmemesi gereken gemiler, Allah’tan bir rahmet ve ayet olarak denizlerde yüzmektedir. Kıyametten önce insanlar tarafından bulunup-anlaşılacak olan bu ayetin henüz ne olduğunu bilmiyor fakat hiç kuşku duymadan iman ediyoruz."
"... Sadece bir kısmını zikrettiğimiz bu ayet-i kerimelerden de açıkça anlaşılacağı gibi, denizde yüzmekte olan bütün gemiler Allah'ın ayetlerindendir. Şanı yüce Rabbimizin Nuh tufanından bıraktığı ve günümüze kadar tüm ümmetleri yararlandırdığı ayet; Nuh'un gemisi değil, denizlerde ve ırmaklarda yüzen gemilerin hepsidir. Peki bu gemilerdeki apaçık ayet nedir? İşte bunu bilmiyoruz. Zaten "Gemiyi bulduk fakat gemideki ayetin ne olduğunu henüz anlayamadık" derken, bu bilmezliğimizi ifade ediyorduk. Ancak hiçbir kuşkumuz yoktur ki, kıyametten önce bu büyük ayet anlaşılacak ve tüm insanlığın gündemine gelecektir.
Bu ayetin ne olduğunu anlayabilecek olan insanlar, gemilerin yüzmesiyle ilgili bütün ezberleri bir kenara bırakarak, bu konuyu sıfır noktasından düşünmeye başlayacak olan insanlardır. Ve bu insanların önemle dikkate almaları gereken bir diğer husus ise gemilerin denizlerde ve ırmaklarda yüzebilmesi için, denizlerin ve ırmakların emre amade kılındığını beyan eden aşağıdaki ayet-i kerimelerdir ..."
Ramazan'ın son günleri hepimiz için hayırlı ve bereketli geçsin inşallah. Okuyarak, yazarak siteye katılan, sınıfta olan tüm kardeşlerimden ve abilerimden Allah razı olsun.
"Allah ki, gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip onunla size rızık olmak üzere çeşit çeşit meyveler, ürünler çıkaran O’dur. Koyduğu kanunlara uyarak denizde yüzüp giden gemileri size boyun eğdiren ve ırmakları hizmetinize veren de O’dur."
"Taptaze et yemeniz ve inci, mercan gibi takınacağınız süs eşyaları çıkarmanız için denizi hizmetinize veren de O’dur. Sen, gemilerin denizde suları yara yara gittiğini görürsün. Bütün bunlar, Rabbinizin lutfundan nasibinizi aramanız ve verdiği nimetlere şükretmeniz içindir."
"Rabbiniz O’dur ki lütf-u kereminden nasibinizi arayasınız diye sizin için denizde gemileri kolaylıkla akıtıp yüzdürür. Gerçekten O, size karşı çok merhametlidir."
"Görmedin mi Allah, yeryüzünde olan her şeyi ve denizde emriyle akıp giden gemiyi sizin emrinize verdi. Kendi izni olmadan yerin üzerine düşmesin diye göğü de O tutmaktadır. Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir."
Bu dört ayetten ortak olarak anladığımız; gemilerin denizde yüzebilmelerinin bizzat kendilerinden değil, Allah'ın koymuş olduğu kanunlardan kaynaklanan bir nimet olduğudur. Denizcilik eğitimi almamdan dolayı aklıma şöyle bir soru geliyor; denize, Allah tarafından bizlere rahmet ve kolaylık olması için rüzgârlar ve deniz akıntıları gibi aracılar ile yollar konulmuş olması mümkün müdür? Geçmiş dönemlerde yelkenli gemiler kullanan denizciler bu yolları ve rüzgârları mutlaka biliyor olmalıdır.
"O’nun varlığının delillerinden biri de, rüzgârları müjdeciler olarak göndermesidir. Böylece size rahmetini tattırır, gemiler O’nun koyduğu ilâhî kanunlara göre akıp gider ve bu vesileyle siz de O’nun lütfundan rızkınızı ararsınız. Umulur ki bütün bu nimetlere şükredersiniz."
Öldükten Sonra da Yaşamaya Devam Eden İlk Nesil İnsanları
Selamünaleyküm,
Mustafa abi;
'İkinci mesele' başlığıyla sorduğun soruyla alâkalı ayetleri öncesi ve sonrası ile incelediğimde, konunun ilk nesil insanların "ölürüz ve yaşarız" söylemleriyle ilgili olmadığını anlıyorum. Mealimizdeki parantezler de konuşmanın kapsamını açıkça ortaya koyuyor zaten :
49- (Firavun) dedi ki "Sizin Rabbiniz kim ey Musa?" (20-Tâ-Hâ 49) 50- Dedi ki "Bizim Rabbimiz her şeye yaratılışını veren sonra da (doğru) yolunu gösterendir." (20-Tâ-Hâ 50) 51- (Firavun) dedi ki "Öyleyse (kendilerine yol gösterilmeyen bir) önceki nesillerin durumu (akibeti) nedir?" (20-Tâ-Hâ 51) 52- Dedi ki "Bunun bilgisi Rabbimin katında bir Kitab'tadır. Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz." (20-Tâ-Hâ 52)
Evet, Nuh A.S.'ın kabul edilen duası doğrudan Yecüc-Mecüc ile alâkalıdır ve Rabbimiz, helâk edildikten sonra da mahiyetini bilmediğimiz bir şekilde yaşamaya devam edecek olan bu insanları, gelecek nesilleri ile birlikte yerin dışına sürmüştür. İnsandergisi'nin biraz aşağıdaki yorumunda, bu konu ve diğer sorularınla ilgili daha kapsamlı açıklamalar mevcuttur.
Adem kardeşimizin soruları da daha önce sorulmuş ve Mehmed abimiz tarafından cevaplanmıştı, ilgili bağlantıları aşağıda dikkatinize sunuyorum :
"Daha sonra İnşirah kardeşimiz ilk nesil insanlarından olan ye’cuc ve me’cuc yeryüzünden sürüldükten sonra yaşamaya ve üremeye devam ediyorlarsa, aynı nesil özelliklerini taşıyan ve Nuh (a.s.)’la birlikte gemiye binerek kurtulan mü’minlerin yaşamaya devam edip-etmediklerini sormuştu. ..." https://www.insandergisi.com/10-antartikanin-otesi-yecuc-ve-mecuc-143h.html#4091
"Rahman olan Rabbimizin lutfu ve nimeti ile tufandan kurtulan Nuh Aleyhisselam'a gemiden inmesi buyurulmakta ve bu nimetten diğer ümmetlerin de yararlandırılacağı bildirilmektedir. Peki Rabbimizin bir lutfu olarak diğer ümmetlerin de yararlandırılacağı şey Nuh'un gemisi midir, yoksa geminin denizde yüzmesini sağlayan bu büyük nimet midir? Elbetteki tahtadan yapılan ve çürüyüp-gidecek olan Nuh'un gemisi değil, bu geminin yüzmesini sağlayan büyük nimettir. Dolayısıyle "Bunu bir ayet olarak bıraktık" buyuran Rabbimizin tüm insanlığa bıraktığı ayet; sadece Nuh'un gemisinde değil, denizlerde akıp-gitmekte olan bütün gemilerde bıraktığı bir ayettir." https://www.insandergisi.com/nuhun-gemisi-nerede-164h.html
Son olarak kardeşlerimizden şöyle bir ricam var; bahsi geçen konular hakkında sitemizde yapılan açıklamalarda, eğer Kur'an-ı Kerim'e aykırı bulduğunuz ya da Kur'an bütünlüğü içerisinde çelişkili gördüğünüz bölümler var ise lütfen bize bunları delilleriyle birlikte yazın.
Sınıftaki kardeşlerime şu soruyu sormak istiyorum: Yecüc Mecüc Mehmet abinin dediği gibi ilk kavimlerin farklı yaratılışlarından dolayı farklı şekilde çoğalmalarının bir sonucu ise, o zaman Nuh Aleyhisselam ile birlikte gemiye binen bir avuç müminin de aynı şekilde çoğalmaya devam etmeleri gerekmiyor mu? Çünkü bu yaratılış sonuçta gemiye binenleri de kuşatıyor. Acaba gemide bırakılan bir ayet bu noktada olabilir mi?
Geçenlerde bir yorumda bir kısmı eksik bıraktığım ortaya çıktı. Köksal kardeşimize teşekkür ediyorum.
İkinci mesele; Sınıftaki kardeşlerimizin derin hoşgörüsüne de sığınarak ve Rabbimizin bizi doğruya ulaştırmasını da umarak, ikinci meseleyi Yecuc ve Mecuc bağlamında dile getiriyorum. Hz. Musa, Firavun aleyhillaneye gittiğinde ve ben-i israili serbest bırakmasını istediğinde onun, "fema balu'l-kurûni'l-ulâ" dediğine Kuran'da yer verilmiştir. Yani öldükten sonra dirilmekten bahseden Hz. Musa'ya o melun, "ilk nesillerin hali ne olacak, onlar hakkında ne dersin?" demiştir. Yani anlaşıldığı kadarıyla ilk nesillerle ilgili o toplumlarda sözlü geleneklerde aktarılagelen, ilk nesiller hakkında bazı söylentiler vardır. Firavun aleyhillane de bunu ilgi tutarak Hz. Musa A.S.'a onların durumunu sormuştur. Yani "Sen 'öldükten sonra diriliş var' diyorsun da ilk nesiller 'ölürüz ve yaşarız' derler, bunlara ne diyeceksin?" anlamına gelen bir cümle kurmuştur o melun Firavun. Hz. Nuh'a kadar 10 neslin yaşadığı ve hepsinin de Nuh A.S. gibi biner yıllık ömürleri olduğu da bu arada düşünülmelidir. Zira Mehmet abi, onlar için ayetten mülhem "ölürüz ve yaşarız" dediklerini beyan etmiştir. Bundan, Yecuc ve Mecuc bağlamında bir sonuç çıkar mı? Yani bunlar Yecuc ve Mecuc olabilir mi, olamaz mı?
Bir de "Yeryüzünde hiçbir gâvur veya kâfir bırakma, bırakırsan onlar kâfir ve facirlerden başkasını doğurmaz." diye Hz. Nuh beddua etmiştir. Bu beddua ettiği topluluklar, Yecuc ve Mecuc olabilir mi? Bunlardan hareketle Yecuc ve Mecuc'a dair nasıl bir çıkarıma varılabilir?
1- İnsanlarla birlikte yaşayan bir insan topluluğu. 2- Beraber yaşadıkları insanların normal kendilerine ve rabblerine karşı görevlerini yapmalarına engel olan bir insan nesli. 3- Dünyanın dışına sürülmüş ve orada çoğalan bir insan türü. 4- Ya da önceleri insanlarla beraber yaşayan ama daha sonra bizimle onlar arasına konulan setle ayrılmış cinler mi? 5- "Ey en kalabalık ins ve cin topluluğu!" hitabında muhataplar bu ikisi yani insanlar ile sürülmüş cinler midir yoksa insanlar olup daha sonra setle aralarına engel konulan diğer bir insan türü mü? 6- Zariyat 56'ya göre bu evrende sorumlu iki varlık olarak ins ve cinler muhatap olduğuna göre, Kuran'da başka türlü bir varlıktan insan ve cin bağlamında bahsedilmediğine göre, sürülenler ya insanlardır ya da cinlerdir. 7- Ya da sürülenler insanlardan ayrılmış ve farklılaşmış insanlardır ve cinlerden ayrılmış farklılaşmış cinlerdir.
Sizleri yorduğum için hakkınızı helal ediniz. Ramazanın bereketi üzerimize ve üzerinize olsun. Sınıftaki kardeşlerimize de duamız bu olsun....
Mustafa abi; Yerin küre ya da düz olmasının, Nuh tufanının evrensel mi bölgesel mi olduğu konusunda belirleyici olmadığını düşünüyorum. Rabbimizin ilgili ayetlerde “yer” ve “gök” olarak genel ifadeler kullanması ve ilişkili diğer ayetlerin oluşturduğu bütünlük çerçevesinde, tufanın bölgesel değil, bütün yeryüzünü kapsayan genel bir tufan olduğunu söyleyebilirim. Bugün Avrupa, Asya, Amerika gibi neredeyse dünyanın bütün toplumlarının kültürlerinde, ‘geçmişte yaşanmış büyük bir tufan’ bilgisinin bulunması da bu görüşü desteklemektedir.
11- Biz de boşalırcasına akan bir su ile göğün kapılarını açtık. (54-Kamer 11) 12- Yeri de 'coşkun kaynaklar' halinde fışkırttık. (Her iki) su takdir edilmiş bir işe doğru (hükmümüzü gerçekleştirmek üzere) birleşti. (54-Kamer 12)
44- Ve denildi ki "Ey yer suyunu yut ve ey gök sen de (suyunu) tut." Su çekildi, iş bitirildi, (gemi de) Cudi (dağı) üstüne oturdu ve zalimler topluluğuna "(Yer üstünden) uzak olsunlar" denildi. (11-Hûd 44)
Yecüc-Mecüc’ün delerek aşacakları duvarı Süleyman A.S.’ın (Zülkarneyn) kapatacak olması -Süleyman A.S.’ın cinler üzerindeki hakimiyetinden hareketle- Yecüc-Mecüc topluluğundan bir grubun insanlardan, diğer grubun da cinlerden meydana geldiğini söyleyebilmek için tek başına yeterli bir delil değildir. Zaten İnsandergisi’nin yorumunda delilleriyle birlikte anlatıldığı üzere, Yecüc-Mecüc konusunun cinlerle doğrudan bir ilişkisi de yoktur. İkili isimlerinden dolayı bu topluluğun iki ayrı topluluk olarak değerlendirilmesi mutlak bir şart değildir. Diğer kültürlere ait kaynaklarda Gog-Magog olarak geçen bu topluluğun aslında tek bir topluluk olması da ihtimal dahilindedir. ‘Gog’ kelimesinin kökeninin İbranice ‘Gag’ kelimesine dayandığı ve bu kelimenin de ‘çatı’ anlamına geldiği söyleniyor mesela. Bu görüşe göre; gog/çatı, magog/çatıdan demek oluyormuş ki bu da ‘çatının altında’ ve ‘çatının dışında’ şeklinde yorumlanıyor Gog-Magog ismi için. Bu yaklaşımı Yecüc-Mecüc’e uyarlarsak; Rabbimiz tarafından yerin dışına sürülen bu insanlar; yerin dışında/duvarın arkasındayken ‘Yecüc’, yerin üstünde/duvarın bu tarafındayken ‘Mecüc’ oluyorlar belki. En doğrusunu Allah bilir..
*************
Zeyd kardeşim; Dert ettiğin meseleler hepimizin kanayan yarası.. Burada yaptığımız değerlendirme çalışması bu yaraları iyileştirmeyecek elbette lâkin Abdullah kardeşimiz çok güzel ifade etmiş; “Ümmetin uyanışı, Rabbim nasip ederse böyle büyük bir yalanın ortaya çıkması ile mümkün olabilir.” (İnşallah) demiş. Biliyoruz ki tek tek saydığın bütün bu zulümlerin/haksızlıkların arkasında şeytan (Allah’ın laneti üzerine olsun) ve işbirlikçileri bulunuyor. Eğer yeryüzünde zulmün ortadan kalkmasını istiyorsak, öncelikle Müslümanlar olmak üzere, tüm insanlık olarak Rabbimize ve O’nun Kitabı Kur’an-ı Kerim’e yönelmemiz ve anlayış ve davranışlarımızı bu Kitab'a göre yeniden şekillendirmemiz gerekiyor, çünkü :
30- Size isabet eden her musibet, kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. (Halbuki Allah, yaptıklarınızın) çoğunu da affetmektedir. (42-Şûrâ 30)
İşte Rabbimizin lütfuyla bizim de elimizden gelen budur; insanlara -belki uyanırlar ümidiyle- bu lanetlilerin gerçek yüzlerini göstermeye çalışmak..
Son olarak da şu cümleni tekrar hatırlatmak istiyorum kardeşlerimize, yüreğine sağlık :
“Ben bizlere dayatılan arzın küre olduğu yalanını inkar etmekle kalmıyor, fasıkların haber ve bilgileriyle arzı küre zanneden tüm kardeşlerimizi de bu inkara davet ederek, dünyalarını ve dolayısıyla imanlarının bu kısmını "Düz"eltmelerini tavsiye ediyorum.. Çünkü ayetler açıkça bunu beyan ediyor..”
Zeyd kardeşimizin suallerini çok istemeden de olsa ben de içimden geçiriyor ancak sonrasında kendime şu telkinleri yapıyorum : Ümmetin uyanma vesilesi, Rabbim nasip ederse böyle büyük bir yalanın ortaya çıkması ile olabilir çünkü insanlık ancak bu gerçeği, bu en büyük yalanı fark ettiği vakit, "Bizlere bu kadar büyük bir yalan söyleyen şeytan ve dostları, hayatımızın geri kalan her alanında bizleri her türlü yanlışa ve batıla da batırmıştır." deyip bir uyanış içerisine girebilir.
Başlığını ilk gördüğümde gayri ihtiyari bir çok sıralı soru cümleleri gelmişti aklıma;
Ne olur dedim mesela;!? Başta Gazze olmak üzere dünyanın her yerindeki mazlum çocukların açlığı, Annelerin feryatları, babaların yürek yangınları diner mi..?
Başta Afrika olmak üzere dünyanın birçok coğrafyasında zenginlikleri başkaları tarafından sömürülen halkların refahları artar mı?
Tedbiri üç kuruşa satıp, faturayı takdire kesen, sonra da "adam"ım diye gezen eşref-i mahlukat simsarları azalır mı mesela?
Ya da ne bileyim işte, Paramparça olmuş durumdaki insanlık ve en az o kadar parçalı bulutlu olan sözde müslüman alemi toparlanır mı?
Vs..vs... Bu sorunun hangi cevabı kimin hangi yarasına merhem olur, kimin derdine derman olur gibi gayri ihtiyari olan bu ve benzeri cümleleri benim gibi birçok kardeşimizin de kurduğunu tahmin edebiliyorum..
Belki de bu yüzden önceki Ramazan'lara göre biraz daha sessiz kaldı sınıf.. En azından ben kendi adıma ilk başta biraz bundan sessiz kaldım..
Sakın yanlış anlaşılmasın... Konunun yersiz veya önemsiz olduğunu düşündüğüm için değil, sorunun kendisinin, doğuracağı tüm muhtemel cevaplardan daha önemli olduğunu nasıl ifade edebilirim onu düşünüyordum.. Derken eski değerlendirmelere ve yorumlara daldım.. Okudukça hocamı rahmetle andım.... Yazılan ve açıklanan onca şeyi okuyunca da "daha ne diyebilirim ki?" moduna girdim açıkçası..
Tabi bu arada sınıftaki diğer kardeşlerimiz konuyu devam ettirerek başka bir aşamaya geçirince de geri dönmek istemedim..
Ama gelinen noktada kısaca şunları ifade etmek istiyorum;
Ben bizlere dayatılan arzın küre olduğu yalanını inkar etmekle kalmıyor, fasıkların haber ve bilgileriyle arzı küre zanneden tüm kardeşlerimizi de bu inkara davet ederek, dünyalarını ve dolayısıyla imanlarının bu kısmını "Düz"eltmelerini tavsiye ediyorum.. Çünkü ayetler açıkça bunu beyan ediyor..
Nuh kavminin helakı bölgesel değil tüm arzı kaplayan bir helaktır.. Zaten arz ifadesi herşeyi anlatıyor ama gerek ayetlerin açık anlamı gerekse kıssadaki genel süreç bunun bölgesel bir helak olamayacagini gösteriyor.. Olabilir diyenlerin görüşleri incelenirse (kendilerini de rahmetle anıyorum) epeyce bir zorlandıkları görülecektir..
Yecuc ve Mecuc, Sakaleyn, Arzın eksiltilmesi, vs gibi kardeşlerimizin değindiği diğer konularla ilgili şimdilik sessiz kalmaya devam etmek istiyorum izninizle..
Rabbim sabrımızı, mücadelemizi ve anlayışımızı artırsın.. Selam ve dua ile..
Yaptığınız uzun ve yerli değerlendirme için Allah razı olsun. Cennetmekân Mehmed abimizin ifadelerinden süzülmüş ve sanki cevap veren oymuş gibi algıladığım bu cümle için, yani "Cehalet, bilmemek değildir. Bilmeye karşı direnç göstermek ve bilmediğinin farkında olmamaktır." cümlesi, muhteşem bir olguyu en çıplak vaziyetiyle dillendirdiği için, teşekkürler olsun hocamıza ve rahmet olsun ona ve bereketli olsun onun düşüncelerini geliştirenlere....
Hayırlı Ramazanlar olsun. Bu düz dünya ve Yecuc Mecuc ile ilgili üç şey ifade etmek istiyorum :
Birinci mesele; Nuh tufanı evrensel midir yoksa bölgesel midir? Bu tufan, düz dünya simülasyonuna göre nasıldır, küre dünya simülasyonuna göre nasıldır? Bunu şunun için söylüyorum. Bazı bilginler veya ulema, tufanın yöresel veya bölgesel olduğu kanaatini, küre dünyanın evrensel bazda tufanla kaplanamayacağı ön kabulünden hareketle oluşturmuş, yargısını veya düşüncesini bunun üzerine kurmuştur. Yani meşhur örnekle söylersek, ilk düğme yanlış iliklenmiştir ve gerisindekilerin doğru iliklenmesi asla mümkün değildir.
Düz dünya durumunda tufanın evrensel olduğu veya olabileceği akla gelebilmiştir. Ama bunu ileri süren eski bilginlerin zihninde veya akıllarında düz dünya anlayışı olmayıp, onun yerine küre dünya düşüncesi egemen olduğundan, çok silik bir biçimde ve biraz da korkarak bunu dile getirmişlerdir. Çünkü Nuh tufanının evrensel veya tüm dünya çapında olmasını, küre dünya anlayışıyla izah edememişler ve düz dünya görüşü zaten hiç akıllarında bile yer almamıştır. Nuh tufanının evrensel olması küre dünya bağlamında mümkün iken, Hz. Nuh'un evladının, dağa çıkıp kurtulabileceğini düşünmesini ve ona Hz. Nuh'un bugün Allah'ın emri karşısında hiç bir kurtuluş olmadığını beyan buyurmasını, düz dünya bağlamında mı anlamak gerekir?
İkinci mesele; Sınıftaki kardeşlerimizin derin hoşgörüsüne de sığınarak ve Rabbimizin bizi doğruya ulaştırmasını da umarak, ikinci meseleyi Yecuc ve Mecuc bağlamında dile getiriyorum. Hz. Musa, Firavun aleyhillaneye gittiğinde ve ben-i israili serbest bırakmasını istediğinde onun, "fema balu'l-kurûni'l-ulâ" dediğine Kuran'da yer verilmiştir. Yani öldükten sonra dirilmekten bahseden Hz. Musa'ya o melun, "ilk nesillerin hali ne olacak, onlar hakkında ne dersin?" demiştir. Hz. Nuh'a kadar 10 neslin yaşadığı ve hepsinin de Nuh A.S. gibi biner yıllık ömürleri olduğu da düşünülmelidir. Bundan, Yecuc ve Mecuc bağlamında bir sonuç çıkar mı? Zira Mehmet abi, onlar için ayetten mülhem "ölürüz ve yaşarız" dediklerini beyan etmiştir. Bir de "yer yüzünde hiçbir gâvur veya kâfir bırakma, bırakırsan onlar kâfir ve facirlerden başkasını doğurmaz" diye beddua etmiştir. Bunlardan hareketle Yecuc ve Mecuc'a dair bir sonuca ulaşabilir miyiz?
Üçüncü mesele de; Zülkarneyn A.S. Hz. Süleyman ise, bizim insanlar olarak cinlerle bir ilişkimiz olmasa da ve aramızda mahiyet farkı varsa da bu durumlar Hz. Süleyman için yoktur. Yani eğer ahir zamanda ve dünyanın sonunda Hz. Süleyman Zülkarneyn olarak işlev görecekse, bunda mutlaka ilkinde olduğu gibi cinlerle de bir ilişkisi vardır. Zira Hz. Davud A.S.'ın oğlu olarak, yaşadığı M.Ö. 570'lerde, cinleri ve şeytanları emrinde çalıştırmış bir elçidir yani nebi ve resûldür. O zaman son saatte gerçekleşecek bu sed olayında ortaya çıkacak ins ve cin topluluğuna ve dünyayı fesada boğacak bu şerli yaratıklara onun mutlaka emri geçecek ve cinleri de eskiden olduğu gibi Allahın izniyle egemenliğine alacaktır.
Cehalet, bilmemek değildir. Bilmeye karşı direnç göstermek ve bilmediğinin farkında olmamaktır.
Öncelikle, sorduğu güzel sorularla bizi yeni bir araştırmaya sevk edip hatalarımızı tespit etmemize vesile olan ve bu düzeltmeyi -Rabbimize hamd ederek- yayınlamak mecburiyetinde bırakan Mustafa Kayhan kardeşimize teşekkür ediyor, Kur'an-ı Kerim bütünlüğü içerisinde çelişkili olduğunu sonradan fark ettiğimiz bazı açıklamalarımızdan ve bu açıklamalar nedeniyle istemeden de olsa yanılttığımız kardeşlerimizden özür diliyoruz.
Önceki yorumlarımızda Ye'cüc-Me'cüc'ü "Antarktika'nın ötesinde, arzda bizim için ayrılmış alanın dışında yaşayan en büyük ve kalabalık insan ve cin topluluğu" olarak tarif etmiştik. Ancak Mustafa kardeşimizin sorusu ile bu açıklamamız kısmen boşa çıkmış oldu çünkü evet, Ye'cüc-Me'cüc topluluğuna cinler de dahil ise, aramızda görünmez sınırlar olduğunu yine Kur'an-ı Kerim'den öğrendiğimiz bu cinlerden insanoğlu ne gibi zararlar görebilirdi ki Zülkarneyn A.S.'dan "... Ye'cuc ve Me'cuc yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktalar, bizimle onlar arasında bir sed yapar mısın.." ricasında bulunsunlar? Üstelik bu insanlar sadece "Ye'cüc" veya sadece "Me'cüc" demiyor, insan-cin ayırt etmeden "Ye'cüc-Me'cüc" diyorlar, demek ki cinlerden de zarar görüyorlar..? Halihazırda dünyada yaşayan cinlerle ilgili böyle bir şikâyetin olmaması ve bütün problemin seddin delinmiş olmasına bağlanması, set açıldıktan sonra Ye'cüc-Me'cüc'ün insanlarıyla birlikte yeryüzüne dağılan cinlerin, dünyadakilerden farklı bir özelliğe ya da yapıya sahip oldukları anlamına mı geliyor? Böyle bir sonuç tabi ki Kur'an-ı Kerim'de cinler hakkında verilmiş olan bilgilerle uyumlu değildir. Zaten Kur'an-ı Kerim'de cinlerin bir bölümünün yerin dışına sürüldükleri hakkında bir bilgi de bulunmamaktadır. Dolayısıyla Ye'cüc-Me'cüc'ün tamamen insanlardan meydana gelmiş bir topluluk olması, Kur'an-ı Kerim bütünlüğü içerisinde kalmaya çalışan anlayışımızda, herhangi bir çelişkiye imkân vermeyen en makul açıklamadır bize göre.
Yaptığımız ilk tarifte merhum Mehmed ALAGAŞ hocamızın (mekânı Cennet olsun) aşağıdaki açıklamalarının ciddi bir etkisi vardı :
"Nuh (a.s.)’ın duasıyla yer üstünden uzaklaştırılan Ye'cüc ve Me'cüc aynı cinse ait kavimler olsaydı, onlarla yeryüzü arasına sed koyan Rabbimiz, elbetteki sadece bir sed koyardı. Ancak “Ey sakaleyn (arzdaki iki ağırlık olan ins ve cin), yakında size de yöneleceğiz. (55-Rahman 31)” buyruğunda da "iki" olarak belirtildiği gibi bunlar yer üstünden uzaklık verilen ins ve cin topluluklarıdır. Bu nedenle “Ey (en büyük-en kalabalık) cin ve ins topluluğu. Eğer göklerin ve yerin sınırlarından (sedlerinden) aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşıp-geçin. Ancak bir sultan (güçlü bir delil-sebeb) olmaksızın aşıp-geçemezsiniz. (55-Rahman 33)” buyruğunda ifade ettiği gibi Rabbimiz yer üstünden sürgün edilen insler için yerin bucaklarına bir sed koyarken, cinler için de göğün bucaklarına bir sed koymuştur."
"Kur’an-ı Kerim’deki ayetleri araştırdığımız zaman Ye'cüc ve Me'cüc'ün Rahman 33'te belirtildiği gibi kendilerine yeryüzünden uzaklık verilen ve yeryüzüne çıkmamaları için araya iki ayrı sed konulan insan ve cin topluluğu olduğunu görüyoruz. Ayette bu topluluğun ‘Maşere’ yani en kalabalık toplum olarak adlandırılması da, yeryüzündeki değil yeryüzündekilerden çok daha kalabalık olan ve kendilerine uzaklık verilen insan ve cin topluluğu olduğunu anlıyoruz. Bu kalabalık topluluklardan birisine Ye’cüc diğerine Me’cüc denildiğini düşünüyor fakat Arapça ve diğer diller konusunda hiç iyi olmadığımız için hangi kelime ile hangi topluluk kastediliyor bilmiyoruz."
Mustafa kardeşimizin sorusu üzerine yaptığımız yeni araştırmada ise ALAGAŞ hocamızın aşağıdaki şerhi dikkatimizi çekti :
"Ye’cüc ve Me’cüc'e gelecek olursak, Zeyd Der Ki'nin de belirttiği gibi ayetlere bakarak ilk kabulümüz ve kuvvetli kanaatimiz Ye’cüc ve Me’cüc'ün yeryüzünden uzaklık verilen insan ve cin topluluğu olduğu yönünde olmakla birlikte, yeryüzünden uzaklık verilen insan topluluğunun iki ayrı versiyonu olabileceği ihtimali bizim de aklımızın bir köşesinde durmaktadır."
Dikkat ederseniz ilk iki alıntıda Ye'cüc-Me'cüc'ün insanlardan ve cinlerden meydana gelen bir topluluk olduğu ifade ediliyorken, üçüncü alıntıda bu görüş tekrarlanmakla birlikte diğer bir ihtimalin de olabileceği (iki ayrı insan versiyonu) şerhini düşüyor Mehmed abimiz.
Geldiğimiz noktada, Ye'cüc-Me'cüc'ün 'tamamen insanlardan meydana gelmiş bir topluluk' olarak tanımlanmasının daha uygun olacağını ifade edebiliriz.. Şimdi bu görüşümüzün temellerini kısaca açıklamaya çalışalım :
Ye'cüc-Me'cüc Kimlerdir? Nuh A.S.'ın Rahman ve Rahim olan Rabbimiz tarafından kabul edilen hikmetli duasından sonra, Nuh kavminin ve Sünnetullah gereği helak edilen Ad, Semud gibi diğer kavimlerin 'öldükten sonra da yaşamaya devam eden' kâfirleri, gelecek nesilleriyle birlikte yerin dışına sürülmüştür. İşte Ye'cüc-Me'cüc bunlardır. Bu topluluk Nuh A.S. zamanından bu yana, mahiyetini bilmediğimiz bir şekilde yaşamaya ve üremeye devam etmektedir ki bu nedenle sayılarının dünya nüfusuyla kıyaslanamayacak derecede fazla olduğunu da söyleyebiliriz.
25- Bunlar günahları yüzünden suda boğuldular sonra ateşe sokuldular. O zaman Allah'ın dışında hiçbir yardımcı bulamadılar. (71-Nuh 25) 26- Nuh "Rabbim, yer üstünde kafirlerden yurt edinen hiçbir kimseyi bırakma" dedi. (71-Nuh 26)
44- Ve denildi ki "Ey yer suyunu yut ve ey gök sen de (suyunu) tut." Su çekildi, iş bitirildi, (gemi de) Cudi (dağı) üstüne oturdu ve zalimler topluluğuna "(Yer üstünden) uzak olsunlar" denildi. (11-Hûd 44)
95- Helak ettiğimiz (ve yer üstünden uzaklık verdiğimiz) bir belde (halkı) için artık (yer üstüne geri dönüş) haramdır. Onlar (kendi imkanlarıyla da) geri dönemeyeceklerdir. (21-Enbiyâ 95) 96- Ancak Ye'cuc ve Me'cuc (sedleri) açıldığında, onlar herbir tepeden (yer üstüne) akın edip-çıkarlar. (21-Enbiyâ 96)
Rahmân Suresi 31-36 Bağlamında Sorular : 31- Ey sakaleyn (arzdaki iki ağırlık olan ins ve cin), yakında size de yöneleceğiz. (55-Rahmân 31) 32- O halde (ey insanlar ve cinler) Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55-Rahmân 32) 33- Ey (en büyük-en kalabalık) cin ve ins topluluğu (Ye’cüc-Me’cüc). Eğer göklerin ve yerin sınırlarından (sedlerinden) aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşıp-geçin. Ancak bir sultan (güçlü bir delil-sebeb) olmaksızın aşıp-geçemezsiniz. (55-Rahmân 33) 34- O halde (ey insanlar ve cinler) Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55-Rahmân 34) 35- (Şayet sınırı-seddi geçerseniz) ikinizin de üzerine kor ateşten bir alev ve (erimiş bakırdan bir) duman salıverilir de kurtulup-başaramazsınız. (55-Rahmân 35) 36- O halde (ey insanlar ve cinler) Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55-Rahmân 36)
"Sakaleyn" Kimlerdir? "Sakaleyn" kelimesinin "iki ağırlık" anlamından ve Kur'an-ı Kerim bütünlüğünden hareketle, bunların genel anlamda "insanlar ve cinler" olduğunu söyleyebiliriz.
"(En Büyük-En Kalabalık) Cin ve İns Topluluğu" Kimlerdir? Ayetin orijinalinde kullanılan "Yâ ma'şere el cinni ve el insi" ifadesi "Ey cin ve insan topluluğu" şeklinde tercüme edilebilir. Ancak 'topluluk' kelimesinin Kur'an-ı Kerim'de farklı Arapça kelimelerle de ifade edildiğini dikkate aldığımızda, "ma'şere" kelimesinin "büyük ve kalabalık topluluk" anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz. Bu kelimenin kullanıldığı diğer ayetlere baktığımızda ise (6-En'âm 128 ve 130), "ma'şere" lafzının "yâ ma'şere el cinni : ey cin topluluğu" şeklinde yalnızca cinler için kullanıldığını ve hiçbir ayette insanlar için kullanılmadığını görüyoruz. Bu durumda "Yâ ma'şere el cinni ve el insi" ifadesindeki cinlerin, bildiğimiz-dünyada yaşayan cinler olduğunu ancak inslerin (insanların) dünyada yaşayan insanlardan farklı bir topluluk olduğunu anlıyoruz ki bu topluluğun da "büyük ve kalabalık" olduğunu dikkate aldığımızda, ayette geçen "ins" kelimesinin Ye'cüc-Me'cüc'e karşılık geldiğini anlamış oluyoruz.
Bu durumda ayette geçen "en büyük-en kalabalık cin ve ins topluluğu"nu şu şekilde tarif edebiliriz : 1- Dünyada yaşayan cinler (Kur'an-ı Kerim'de bunların tamamı veya bir bölümü hakkında, yerin ya da göğün dışına sürüldükleriyle ilgili hiçbir bir ayet bulunmamaktadır). 2- Yerin dışına sürülen insanlar (Ye'cüc-Me'cüc).
Göklerin ve Yerin Sınırları Kimler İçindir? "Sakaleyn" ifadesinin genel anlamda tüm insanları ve cinleri, "(en büyük-en kalabalık) cin ve ins topluluğu" ifadesinin ise cinleri ve Ye'cüc-Me'cüc'ü kapsadığını dikkate aldığımızda, göklerin ve yerin sınırlarının; dünyada yaşayan tüm cinler, tüm insanlar ve arzın dışında yaşayan Ye'cüc-Me'cüc için konulmuş olduğunu anlıyoruz. "Sınırları kendi güç ve imkânlarınızla aşıp geçemezsiniz" ifadesi yine aynı şekilde; tüm cinler, tüm insanlar ve Ye'cüc-Me'cüc için bir meydan okumadır. "Ancak bir sultan ile aşıp geçebilirsiniz" ifadesi ile bu meydan okumaya bir istisna getirilmiştir lâkin bu istisna sadece cinler ve Ye'cüc-Me'cüc için geçerlidir, dünyada yaşayan insanlar için geçerli değildir, dünyadaki insanlar hiçbir şekilde yerin ve göğün sınırlarını aşamazlar :
24- (Allah) dedi ki "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır. (7-A’râf 24) 25- Dedi ki "Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız." (7-A’râf 25)
"Bir sultan" istisnasının dünyada yaşayan insanlar için değil, yalnızca cinler ve Ye'cüc-Me'cüc için geçerli olduğunu, ayetin devamındaki "şayet sınırı geçerseniz" parantezinden sonra gelen tehdidin kapsamından da anlayabiliriz :
1- Şayet sınırı geçerlerse, cinlerin üzerine kor ateşten bir alev salıverilmesi :
5- Andolsun ki Biz yakın göğü (dünya göğünü) kandillerle süsleyip-donattık. Onu şeytanlar için (atılan) taşlar kıldık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık. (67-Mülk 5) 8- Doğrusu biz göğü yokladık fakat onu şiddetli-güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı-dolu bulduk. (72-Cin 8)
2- Şayet sınırı geçerlerse Ye'cüc-Me'cüc'ün üzerine (erimiş bakırdan bir) duman salıverilmesi :
93- İki seddin arasına ulaştığında, onların (sedlerin) önünde hemen hemen hiçbir (hak) sözü anlayıp-kavramayan bir kavim buldu. (18-Kehf 93) 94- Dediler ki "Ey Zülkarneyn. Ye'cuc ve Me'cuc yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktalar, bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana vergi-ücret verelim mi?" (18-Kehf 94) 95- Dedi ki "Rabbimin beni sağlam bir iktidarla içinde bulundurduğu (nimet ve imkan) daha hayırlıdır. Siz bana güçle yardım edin de, sizinle onlar arasında sapasağlam bir engel yapayım." (18-Kehf 95) 96- Bana demir kütleleri getirin. Onun iki yanı denkleşince Üfleyin (körükleyin)" dedi. Onu kor-ateş haline getirince "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim" dedi. (18-Kehf 96) 97- Artık (Ye'cuc ve Me'cuc) onu ne aşmaya, ne de onu delmeye muktedir olabildiler. (18-Kehf 97) 98- (Zülkarneyn) dedi ki "Bu (engel, size) Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi geldiği zaman O bunu dümdüz eder. Rabbimin vaadi haktır." (18-Kehf 98)
"Bir Sultan" Nedir? Cinlerin ve Ye'cüc-Me'cüc'ün kendi güç ve imkânlarıyla elde edemeyecekleri bir yetki, izin, delil ya da sebeptir.
Cinler için sultan; koruyucuların (muhafızların) ve şihabların (alev toplarının) kaldırılmasıdır ki bu sultan kendilerine daha önce verilmiştir :
9- Oysa biz (önceden Mele-i A'la'yı) dinlemek için onun bazı mevkilerindeki oturma yerlerinde otururduk. Fakat şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur. (72-Cin 9)
Ye'cüc-Me'cüc için sultan; yerin etrafından eksiltilmesidir. ALAGAŞ hocamız birçok çalışmasında, bu sultanın içerideki insanlar eliyle verilecek bir imkân olduğunu belirtiyor :
"Kitablarımızda da belirttiğimiz gibi yerin ve göğün bucaklarına Allah tarafından konulan bu sedleri, Ye'cüc ve Me'cüc kendi imkanları ile kesinlikle delip-geçemezler. Önceki yorumda da belirtiğimiz gibi onlara bu sultanı-gücü Deccal zihniyeti verecek ve bu zihniyet kendi elleriyle yaptıklarından dolayı dünya Ye'cüc ve Me'cüc musibetiyle karşılaşacaklardır."
Hocamızdan farklı olarak biz bu sultanın, Rabbimizin Kendisini de dahil ederek "Biz" şeklinde buyurduğu bir çoğunluk tarafından verileceğini düşünüyoruz. 18-Kehf Suresi'nin 97. ayetinde; "Artık (Ye'cuc ve Me'cuc) onu ne aşmaya, ne de onu delmeye muktedir olabildiler." buyurulmaktadır. Bu ifade, Ye'cüc-Me'cüc'ün daha önce seddi delmeye muktedir olduklarının da ifadesidir aynı zamanda. Normal şartlarda asla delemeyecekleri seddin, dış tarafından eksiltilerek inceltilmesi ve delinebilecek hale getirilmesi, Ye'cüc-Me'cüc'e verilecek bir sultan, bir sebeptir ki onlara bu imkânın sağlanması yine Rabbimizin verdiği bir hükme dayanmaktadır :
13- Görmüyorlar mı ki Biz arza (yere) geliyor ve onu etrafından eksiltiyoruz. Allah hüküm verir ve O'nun hükmünü bozup-engelleyecek yoktur. O, hesabı pek çabuk görendir. (13-Ra'd 41)
44- Biz onları da, atalarını da yaşatıp-yararlandırdık. Öyle ki ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi. Onlar Bizim gerçekten arza (yere) gelip onu etrafından eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mı? Galip-üstün gelenler onlar mı? (21-Enbiyâ 44)
Evet. Seddin zayıflatılmasının amacı; ahir zamandaki dünya insanlarını ve Deccal zihniyetini müstahak oldukları musibete yaklaştırmaktır ve insanlığın bu musibeti yaşaması kaçınılmazdır. Hüküm verilmiş, geri sayım başlamıştır..
Ra'd 40-42 ve Enbiyâ 41-45'te "Onlar" Olarak Bahsi Geçen Topluluk Kimlerdir? 40- Onlara (azab olarak) vadettiklerimizden bir kısmını sana göstersek de, senin hayatına son versek de, sana düşen yalnızca tebliğdir ve hesap Bize aittir. (13-Ra'd 40) 41- Görmüyorlar mı ki Biz arza (yere) geliyor ve onu etrafından eksiltiyoruz. Allah hüküm verir ve O'nun hükmünü bozup-engelleyecek yoktur. O, hesabı pek çabuk görendir. (13-Ra'd 41) 42- Onlardan öncekiler de tuzak (hileli-düzen) kurmuşlardı. Fakat bütün tuzaklar (bunları görüp-bilen ve dilediği gibi sonuçlandıran) Allah'a aittir. Her nefsin ne kazandığını O bilir. Küfredenler bu yurdun akibeti kimindir (yakında) bileceklerdir. (13-Ra'd 42)
41- Andolsun ki senden önceki resullerle de alay edildi. (Çok geçmeden) alay edenleri, o alaya aldıkları (azab) sarıp-kuşatıverdi. (21-Enbiyâ 41) 42- De ki "Gece ve gündüz sizi Rahman'dan kim koruyabilir?" Hayır onlar, Rablerini zikirden yüz çevirenlerdir. (21-Enbiyâ 42) 43- Yoksa kendilerini Bize karşı savunup-koruyabilecek ilahları mı var? Onların (onlara bu vaadde bulunanların) kendi nefislerine bile yardıma güçleri yetmez ve onlar Bizden yakınlık (ilgi ve destek) bulamazlar. (21-Enbiyâ 43) 44- Biz onları da, atalarını da yaşatıp-yararlandırdık. Öyle ki ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi. Onlar Bizim gerçekten arza (yere) gelip onu etrafından eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mı? Galip-üstün gelenler onlar mı? (21-Enbiyâ 44) 45- De ki "Ben sizi (İlahi) vahiyle uyarıp-korkutmaktayım. Ancak sağır olanlar, uyarıldıkları zaman çağrıyı işitmezler." (21-Enbiyâ 45)
Ayetler bütünlüğünde "Onlar" olarak bahsi geçenler; genelde kâfirler, özelde ise Deccal zihniyetidir. "Görmüyorlar mı ki Biz arza (yere) geliyor ve onu etrafından eksiltiyoruz." hitabının muhatabı Deccal zihniyetidir. "Görmüyorlar mı?" ifadesi bu kimselerin, arzı çevreleyen ve Ye'cüc-Me'cüc ile aramızdaki sınırı oluşturan seddin dışarıdan içeriye doğru gittikçe inceldiğini bildiklerine/bileceklerine işaret etmektedir. Birkaç gün önce sitemizdeki Alıntılar bölümüne eklediğimiz Gök Buzu başlıklı alıntıda, bu durumu teyit edebilecek bazı ifadeler mevcuttur ("... Bilim adamlarının duvarın ne kadar kalın olduğunu anlamak için yeni bir teknoloji geliştirmeye çalıştıklarını söyledi ...").
*******************
Mustafa kardeşimizin sorularını cevaplayıp konuyu genel hatlarıyla toparladıktan sonra "En doğrusunu Allah bilir" diyerek, Mehmed abiye en çok dua eden adamın, Adem kardeşimizin sorusuna geçebiliriz :
Ye'cüc-Me'cüc'ün yerin alt katmanlarında bir yerlerde yaşıyor olabilme ihtimali, Kur'an-ı Kerim bütünlüğü çerçevesinde açıklanamayacak bir iddiadır. Bu iddiaya dayanak olarak verilen mealdeki "iki dağın arası" çevirisi problemlidir. Ayette geçen "beyne es seddeyni" lafzı "iki seddin arası" demektir. Meali hazırlayan kardeşimizin, Kur'an-ı Kerim bütünlüğü içerisinde hangi ayetlere dayanarak bu lafzı "iki dağın arası" şeklinde tercüme ettiğini bilmiyoruz, bir açıklaması var ise öğrenmek isteriz.
Eğer Antarktika'daki set (buz duvarı) yüksek sıcaklık altında eriyen bir maddeden meydana gelmiş olsaydı, içerideki insanların veya dışarıdaki Ye'cüc-Me'cüc'ün seddi rahatlıkla delebiliyor olmaları gerekirdi. Bu seddin, Rabbimizin "... Eğer göklerin ve yerin sınırlarından (sedlerinden) aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşıp-geçin ... (55-Rahmân 33)" buyurarak; cinlere, Ye'cüc-Me'cüc'e ve içerideki insanlara meydan okuduğu bir engel olduğunu dikkate alırsak, seddin bildiğimiz buzdan değil, sıradışı ve çok güçlü bir maddeden yaratılmış olduğunu kolayca anlayabiliriz. Sitemize yeni eklediğimiz Gök Buzu başlıklı alıntıyı özellikle bu soru üzerine yayına hazırlamıştık, bu çalışmayı da Adem kardeşimizin dikkatine sunuyoruz.
Yecüc Mecüc konusunda bir konuyu gözden kaçırdığımızı düşünüyorum. Şimdi Yecüc Mecüc Mehmet abinin dediği gibi Nuh Aleyhisselam'ın kavmi ve Ad kavminin devamı ise ve bunlar öldükten sonra farklı bir şekilde çoğalmaya devam ediyorlarsa ki bu büyük ihtimalle isabetli bir yaklaşımdır. Bu kavimler gerçekten buzul dağlarının olduğu Antarktika'nın ötesinde mi yaşıyor yoksa yerin alt katmanlarında bir yerde mi yaşıyorlar? Antarktika'nın ötesinde midir sorusunu sormanın sebebi şu: ("Bana, demir kütleleri getirin.” Nihayet (vadiyi demirle doldurup) iki dağın arasını aynı seviyeye getirince, “Ateşi körükleyin!” dedi. Artık onu kor haline getirdiği vakit, “Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim” dedi.) Eğer buzul dağlarının olduğu yerden bahsediyorsa o zaman yüksek sıcaklıktan dolayı buzulların daha fazla erimesi söz konusu olmaz mıydı? Bu konuda aydınlatabilir misiniz?
Köksal kardeşimizin açıklamaları için teşekkür ediyor ve Rabbimizden ilmimizi artırmasını talep ediyoruz. Bu dua, yani ilmin artırılması duası, elçiler tarafından yapılan has ve etkili bir duadır. Biz de onlara tabi olarak aynı duayı terennüm ediyor ve kısık seslerle de "amin" diyoruz.
İki konunun anlaşılması için yeniden yazıyorum. Antarktika'dan dünyaya dağılacak bu ins ve cin topluluğu, üçüncü bir tür değilse ki "ins ve cin topluluğu" denilmektedir, cinlerle aramızda bir ilişki, bağ ve iletişim görünürde olmadığına ve rahmetli Mehmed abimiz de onların dünyasının ayrı, güneşlerinin de Şira yıldızı olduğunu belirttiğine göre bu cinler dünyamızı nasıl fesada boğacaklar ki?
Bu insanlar, ins ve cin topluluğunda insanlar, hangi insanlardır? Bizim dünyamızda yaşamış ve ölmüş insanlar olamazlar. Acaba rahmetli cennet mekan Mehmed abimizin, bir vesileyle Nuh tufanından evvel dile getirdiği "ölürüz ve yaşarız" tarzında bahsedilen ilk nesilden insanlar mıdır? Yaşları uzun, kiloları ağır ve boyları büyük, adenil uladan evvelki topluluklara ait insanlar mıdır? Ya da Hz. Adem zamanında yaratılan bir çok ademden, halife seçilen ademin dışında geri kalan insanlar mıdır? O gün bugündür yaşamakta mıdırlar yani?
Eğer bunlar ins ve cin topuluğu değilseler Yecüc ve Mecüc kimlerdir, üçüncü bir tür müdür? Hakkınızı helal ediniz, sorularımla meşguliyet verdiğim için, bir de Enes kardeşimiz sınıfın sessizliğinden yakındığı için her durumda cehaletimizin faş olması da işin cabası. Neyse varsın faş olsun da hakikat ortaya çıksın...
Mustafa abinin sorularını, bildiğim/anladığım kadarıyla cevaplamak isterim :
Düz dünya inanışı, eski medeniyetler tarafından bilinen ve bugüne ulaşmış kalıntılarda izlerini görebildiğimiz bir inanıştır. Allah'ın elçilerinin Adem A.S.'dan bu yana insanlara gönderildiğini dikkate alırsak, eski medeniyetlerin bu bilgileri Allah'ın elçilerinden öğrenmiş olmaları ihtimal dahilindedir. Her ne kadar tahrif edilmiş (değiştirilmiş) olsalar da günümüzdeki Tevrat ve İncil nüshalarında da dünyanın düz olarak yaratıldığı ve göğün de suyla dolu olduğu anlatılmaktadır. Arz ve semâ (yer ve gök) hakkında Kur'an-ı Kerim'de bulunan bütün ayetlerden anladığımız; yerin düz olduğudur, 'yer küre' sonucuna ulaşabileceğimiz tek bir ayet bile bulunmamaktadır. İslam ulemasının 'yer küre' inanışına nasıl sahip oldukları ve hangi ayetlere dayanarak bu sonuca ulaştıkları ya da ayetlere mi yoksa realiteye (!) mi dayandıkları başlı başına bir tartışma konusudur ki giriş yazısında bu delillerin (!) bir bölümünden bahsedilmiş zaten, o yüzden ayrıca detaya girip konuyu uzatmak niyetinde değilim..
Kur'an-ı Kerim'deki lakabı Zülkarneyn olan Süleyman A.S.'ın zamanda yolculuğu ancak dünyanın düz ve sabit olması ile açıklanabilir. Eğer güneşin etrafında dönen küre bir dünyada yaşıyor olsaydık bu mümkün olmazdı çünkü zamanda yolculuğun gerçekleşebilmesi için geçmiş ve geleceğin aynı mekânda (küre dünya modeline göre uzayda aynı noktada) yaşanıyor olması lazım gelir. Aksi takdirde gidilen zamanda dünyanın uzayda farklı bir konumda bulunuyor olması muhtemeldir ki böyle bir durumda seyahat eden kimsenin gittiği zamanda kendini uzay boşluğunda (?) bulması kaçınılmazdır.
Rabbimizin lütfu ile dünyanın sabit ve düz olduğunu anladığımızda, aklımıza doğal olarak birçok soru geliyor ki bunlardan en önemlisi "Eğer dünya düzse sonunda ne var?" sorusudur bence. Şeytani zihniyet, bu gibi mantıklı soruları ve devamını engellemek ve konuyu sulandırmak için, uzayda, güneşin etrafında dönen tepsi gibi düz bir gezegen algısı oluşturmaya çalışıyor 'düz dünya' denildiğinde. Bu gibi tasvirleri ve çizimleri gören insanlar da "Uzaydaki tüm gezegenler küre de dünya neden düz?" gibi, kendilerince makul sorular soruyorlar haklı olarak. Oysa 'düz dünya' dediğimizde, uzayda savrulan bir tepsiden değil, algıladığımız evrenin (kâinatın) zemininden/tabanından bahsediyoruz ki Kur'an-ı Kerim'de de 'yer ve gök' tabiri (el-ard ve es-semâ) 'taban ve tavan' şeklinde kullanılmaktadır birçok ayette. Dolayısıyla "Dünya düzse sonunda ne var?" sorusu, konunun bu giriş bölümünü anlayabilen kardeşlerimiz tarafından sorulan haklı bir sorudur.
Küre dünyada 'Antarktika' olarak ifade edilen ve kürenin alt bölümünü kaplayan beyaz tabakanın buzullardan oluştuğunu biliyoruz. Elimizdeki hayali küreyi güney kutbundan kesip-açarak düz bir hale getirdiğimizde, bu buzulların dünyanın etrafını daire şeklinde çevrelediğini görebiliriz. İşte eski zamanlarda bu bölgelere yolculuk yapmış kâşiflerin yazdıkları da aynen böyledir, okyanusların bittiği yerde buz dağları başlar ve bu dağlar okyanusları da içine alacak şekilde tüm kıtaları çevreler. 1958'de kurulan NASA'dan bir yıl sonra, 1959 yılında, 12 ülke (ABD, Arjantin, Avustralya, Belçika, İngiltere, Fransa, Japonya, Norveç, Güney Afrika, Sovyetler Birliği, Şili ve Yeni Zelanda) tarafından imzalanan ve bugün toplam 53 ülkenin taraf olduğu Antarktika Antlaşması ile bu bölgelere yapılacak seyahatler tamamen kontrol altına alınmış durumdadır. Bölgede devriye atan donanma kuvvetleri, izinsiz seyahatleri engellemekte ve Antarktika'ya erişimi kısıtlamaktadır. Dolayısıyla bağımsız kâşif ve gözlemcilerin bölgeye giderek araştırma yapmaları mümkün olmadığı için "Dünyanın sonunda ne var?" sorusuna objektif gözlemlere dayalı bir cevap verebilme şansımız yok maalesef.
Aşağıdaki videoda; 2011 yılında bölgeye izinsiz gitmeye çalışan Norveçli Jarle Andhoy ve arkadaşlarının başına gelenler (kendisi tutuklandı, arkadaşları kayıp), 2016 yılında çıktığı Antarktika keşif gezisinde ölümüne göz yumulan kâşif Henry Worsley ve 1978 yılında görev için gittiği Antarktika'da görmemesi gereken şeyleri gördükten sonra şizofreni hastası olarak geri dönen İskoç dağcı Jimmy Graham'ın hikâyeleri anlatılıyor. İzlemenizi tavsiye ederim :
Üç Antarktika Hikâyesi / Jarle, Henry, Jimmy ...
"Dünyanın sonunda ne var?" sorusuna Kur'an-ı Kerim'in verdiği ve 'görmeden' iman ettiğimiz cevap nettir; setler ve setlerin arkasında bulunan 'en kalabalık' cin ve insan topluluğu yani Yecüc-Mecüc. 13-Ra'd 42 ve 21-Enbiyâ 44'te "Onlar" olarak ifade edilenler Yecüc-Mecüc'dür. Bu toplulukla aramızda, kendi güç ve imkânları ile aşabilmeleri imkânsız olan bir set vardır. Zamanı geldiğinde bu set delinecek ve Yecüc-Mecüc yeryüzünü istila edecek yani bütün dünyaya Antarktika bölgesinden dağılacaklardır.
Buraya kadar olan bölümde anlaşılmayan ya da Kur'an-ı Kerim ayetleriyle çelişen bir husus var ise kardeşlerimiz yorumlarında bunu belirtebilirler.
Mekanı cennet olsun Mehmet abimizin. “Dünyanın düz olduğunu anlamayan insanlara, Süleyman A.S.’ın zamanda yolculuğunu ya da Antarktika’nın ötesindeki Ye’cüc-Me’cüc’ü nasıl anlatabiliriz ki?” dediği ifade edilmiştir. Buradan konuya biraz girelim mi? Mehmet Abimizin zihninde veya ayetlerden çıkardığı veya künhüne vakıf olduğu şey neydi ki düz dünya ile ilgili olarak bu cümleyi sarf etmiştir? Yani Hz. Süleyman'ın Zülkarneyn olarak zamanda yolculuğunun düz dünyayla nasıl bir ilgisi vardır? Ya da Antarktika'nın ötesinde (!) olduğunu söylediği Yecüc ve Mecüc'le ilgisi nedir ki böyle bir ifade kullanmıştır?. Ünlemi, duyduğum, işittiğim ama halâ anlayamadığım Antarktika'nın ötesinde bulunan Yecüc ve Mecüc için koydum. Yani şimdi Yecüc ve Mecüc, Antarktika'nın ötesindeki buzul setlerinin ardında mı? Bizler oraya ulaşamıyoruz, onlar da bize erişemiyorlar? Zaten erişseler dünyayı fesada boğacaklar? Ya da eskiden evreni fesada boğdukları gibi yeniden boğacaklar? Oysa söz gerçekleştiğinde her tepeden insanlara akın akın geleceklerinden bahsedilirken ayette, Antarktika'dan gelecekleri mi anlatılmak istenmiştir? Bunları gerçekten anlamak istiyorum.
Ayrıca bu düz dünya meselesi eskiden kimi dinler, ideolojikler ve felsefelerde gündeme getirilmiş midir? Ya da bugün batının batıl biliminin ve içinden putperestlik de akan müspet biliminin Nasrani veya Yahudi düşüncelerinden ne kadar ayıklanmıştır? Yine Kuran'ın düz dünyaya dair söylemleri veya İslam ulemasının küre dünyayla ilgili delilleri, nerelerden üretilmiştir? Düz dünya meselesini Kuran'a dayanarak mı ispatlıyoruz?
Sınıftaki arkadaşların affına sığınarak ve biraz da cehaletime vererek bunlar hakkında hakikati görmek, anlamak ve ilim olarak kabullenmek istiyorum. Bilgisi olanlar veya bilenler kelâmı ketmetmese iyi olur, değil mi?
Selam, hidayete erenlerin ve tabi olanların üzerine olsun.
Zikredilen ayetlerde "Onlar" zamiri ile kastedilenler Yecüc ve Mecüc olup, buzulların ardındaki kendi arzlarında, mahiyetini bizlerin bilmediği ancak onların farkedebildiği bir şekilde arzın eksiltilmesi mümkün olabilir mi?
Konuya katılım noktasındaki genel isteksizlik ve sınıf arkadaşlarımızın sessizliği bizi üzse de devam etmek durumundayız..
Zeynep kardeşimize Mehmed abimiz hakkındaki hayır duası için teşekkür ediyor ve biz de "amin" diyoruz. İbrahim kardeşimizin sorusu ve Mehmed Güneş kardeşimizin cevabı üzerine açtığımız parantezi, çok da acele etmeden kapatmaya çalışacağız İnşallah. En son, Rahmân Suresi'nin 33. ayetinde bildirilen 'sultan' nedir? sorusuna, Ra'd Suresi'nin 41. ayeti bağlamında cevap arıyorduk :
33- Ey (en büyük-en kalabalık) cin ve ins topluluğu (Ye’cüc-Me’cüc). Eğer göklerin ve yerin sınırlarından (sedlerinden) aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşıp-geçin. Ancak bir sultan (güçlü bir delil-sebeb) olmaksızın aşıp-geçemezsiniz. (55-Rahmân 33) 34- O halde (ey insanlar ve cinler) Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55-Rahmân 34) 35- (Şayet sınırı-seddi geçerseniz) ikinizin de üzerine kor ateşten bir alev ve (erimiş bakırdan bir) duman salıverilir de kurtulup-başaramazsınız. (55-Rahmân 35)
Rabbimizin "Görmüyorlar mı? Yere (arza) geliyor ve onu etrafından eksiltiyoruz." hitabı, Kur'an-ı Kerim'de iki ayette geçmektedir. İlgili ayetleri -muhtemel bağlam ilişkisi kurulabilecek kadar- önceleri ve sonraları ile birlikte hatırlatalım :
40- Onlara (azab olarak) vadettiklerimizden bir kısmını sana göstersek de, senin hayatına son versek de, sana düşen yalnızca tebliğdir ve hesap Bize aittir. (13-Ra'd 40) 41-Görmüyorlar mı ki Biz arza (yere) geliyor ve onu etrafından eksiltiyoruz. Allah hüküm verir ve O'nun hükmünü bozup-engelleyecek yoktur. O, hesabı pek çabuk görendir. (13-Ra'd 41) 42- Onlardan öncekiler de tuzak (hileli-düzen) kurmuşlardı. Fakat bütün tuzaklar (bunları görüp-bilen ve dilediği gibi sonuçlandıran) Allah'a aittir. Her nefsin ne kazandığını O bilir. Küfredenler bu yurdun akibeti kimindir (yakında) bileceklerdir. (13-Ra'd 42)
41- Andolsun ki senden önceki resullerle de alay edildi. (Çok geçmeden) alay edenleri, o alaya aldıkları (azab) sarıp-kuşatıverdi. (21-Enbiyâ 41) 42- De ki "Gece ve gündüz sizi Rahman'dan kim koruyabilir?" Hayır onlar, Rablerini zikirden yüz çevirenlerdir. (21-Enbiyâ 42) 43- Yoksa kendilerini Bize karşı savunup-koruyabilecek ilahları mı var? Onların (onlara bu vaadde bulunanların) kendi nefislerine bile yardıma güçleri yetmez ve onlar Bizden yakınlık (ilgi ve destek) bulamazlar. (21-Enbiyâ 43) 44- Biz onları da, atalarını da yaşatıp-yararlandırdık. Öyle ki ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi. Onlar Bizim gerçekten arza (yere) gelip onu etrafından eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mı? Galip-üstün gelenler onlar mı? (21-Enbiyâ 44) 45- De ki "Ben sizi (İlahi) vahiyle uyarıp-korkutmaktayım. Ancak sağır olanlar, uyarıldıkları zaman çağrıyı işitmezler." (21-Enbiyâ 45)
Alagaş hocamızdan öğrendiğimiz usûl üzere; ayetlerin işaret ettiği manâları -Kerim Rabbimizin lütfuyla- anlayabilmek ve doğru cevaplara ulaşabilmek için, öncelikle ayetlere doğru soruları yöneltmemiz gerekiyor. O zaman soralım; her iki ayet grubunda da bahsi geçen "onlar" kimlerdir?
İlk önce her defasında okuyup geçmeme rağmen Sakaleyn’in Yecüc ve Mecüc olduğunu bizlere açıklayan Alagaş hocamıza Rahmet diliyorum.
Yerin eksiltilmesi konusu ve Yecüc ve Mecüc'ün sedleri aşmalarına sebeb (sultan) olacak haddi aşmanın ne olacağını, bilen ve araştıran kardeşlerimizden heyecanla haber bekliyor, kendim de yine daha önce okuyup geçtiğim ve anlamadığım ayetlerde bu derin anlamları düşünüyor ve araştırıyorum.
Köksal abi inşallah Allah, bizlere bütün gerçekleri yakinen görme fırsatını nasip eder. Dünyanın etrafından eksiltilmesi konusundaki görüşleri merakla bekliyor ve takip ediyorum.
Eyvallah Mustafa abi, ben de sana teşekkür ederim düzeltme için.
48- Yerin başka bir yere, göklerin de (başka göklere çevrilip) değiştirileceği gün, onlar Vahid (tek) ve Kahhar (kahredici) olan Allah'ın huzuruna çıkarlar. (14-İbrahim 48)
Yerin halihazırda küre değil, düz olduğunu birçok ayete dayanarak söyleyebiliyoruz. Ancak bu ayette ifade edilen "başka bir yer"in genel yapısı itibariyle ne şekilde olacağını bilemiyoruz ki (kendi adıma konuşuyorum) İnşallah Rabbimizin lütfuyla o zaman Cennet'te olmayı başarabilirsek, belki yerin ve göklerin yeni hallerini de görebilme imkânımız olur..
Rabbimizin selamı, hidayete tabi olanların üzerine olsun.
Köksal kardeşimizin, konu dışına çıktığımız bir duruma hatırlatması sebebiyle kendilerine teşekkür ediyorum. Mealleri verilen ayetlerin meallerini zihnimde yoğurarak ve bu dünyanın yani yeryüzünün başka bir yeryüzüne, göklerin yıkılıp farklı bir göğe çevirileceği kıyamet zamanında oranın, bugünkü yeryüzünün engebeli halinin olmayacağını ve aksine düz olabileceğini düşündüm. Buradan da bir yol bulup şimdi üzerinde yaşadığımız dünyanın engebeli, derinlikli ve yükseltili oluşuyla beraber, düz oluşuna bir yol veya bir delil olabilir mi diye o meseleye temas ettim. Lakin Allah razı olsun Köksal kardeşimiz, düzeltilmesi gerektiğini ifade etmesi hasebiyle kısmen bilinçli kısmen zuhul olduğu ortaya çıkmış oldu. Teşekkür ediyorum ve sınıfta olduğumu ifade ediyorum. İnşallah düz dünyayla ilgili bu çalıştaya katkı sunabilir veya katkı sunanların aktarımlarından yararlanabilirim...
Mustafa abi, Mehmed abimiz için ettiğin duaya ben de gönülden "amin" diyorum. Allah razı olsun senden ve hayır duasında bulunan bütün kardeşlerimden.
Varlığımız hakkındaki ilk sorumuza (neredeyim?) 'ada' örneği üzerinden baktığımızda, bizi o adaya getiren güç tarafından bir bilgi verilmediği sürece tüm sorularımızın cevapsız kalacağı kesindir (örneğin amacına uygun olarak; adadan bir çıkış imkânı olmadığını varsayıyorum). Dolayısıyla nerede olduğumuzu, bizi bu dünyaya getiren Yaratıcımız dışında hiç kimsenin doğru bir şekilde cevaplama ihtimali yoktur çünkü bu dünyanın dışına çıkıp sorularımıza cevap arama imkânımız bulunmamaktadır. Yaratılmış olmak, her anlamda sınırlandırılmış olmayı gerektirir. Eğer birileri sinsice "Biz de zaten bizi buraya getireni(!) arıyoruz, bakalım bulabilecek miyiz?" mesajı vererek sonsuz(!) uzayı otoban haline getirdiklerini anlatıyor ve bu masallarla insanları, özellikle de genç kardeşlerimizi zehirliyorsa, birilerinin de bu büyük yalanı ifşa etmesi ve insanları Kur'an-ı Kerim'in hakikatlerine davet etmesi elzemdir.
Sorgulamadan doğru varsaydığımız tüm bilgileri ve tüm ön kabullerimizi bir kenara bırakıp yüzümüzü tamamen Kur'an-ı Kerim'e çevirdiğimizde, dünyanın düz olduğunu 'farz etmemize' gerek kalmadığını ve dünyanın zaten düz olduğunu rahatlıkla anlayabilir, Rabbimizin bize bildirdiği (bilmemizi istediği) birçok hayati meselenin de bu anlayışla birlikte yerli yerine oturmaya başladığına şahitlik edebiliriz (Elhamdülillah..).
Son olarak Mustafa abi sana bir sorum olacak, konumuzla doğrudan ilgisi yok ama düzeltmek gerektiğini düşünüyorum : "Cennet'le Cehennem'in de bu dünyada olduğu Kuran'da açıklanmaktadır." cümlesini bilerek mi yoksa sehven mi böyle yazdın?
Düz ya da Küre Dünya (Dün ya da Bugün / Rivayet ya da Kur’an)
Selamun Aleyküm,
Sınıftayım ve takip ediyorum. Öncelikle ilk mesajımda rahmetli Mehmet Abimize rahmet dileklerimi dile getirmeyi unutmuştum. Bu vesileyle ona Rabbimizden gani gani rahmet diliyorum. Yazdıklarıyla ve öğrettikleriyle amel defterinin de açık olduğunu biliyorum. Cennette buluşmak ve görüşmek arzumu da dile getiriyorum.
Öncelikle İslam anlayışımızı Kuran'ın oluşturmadığını belirterek başlayayım sözlerime. İş bununla bitse yine iyi olurdu. Aksine bu anlayışımız, sanki bir türlü gibi, kendi kültürümüzden, Arap kültüründen, Pers, İran Fars ve Şii etkisinden, Nasranilik putçuluğundan ve en nihayet Yahudi ve İsrail bilgi bombardımanından, hatta Âdem'den Hz. Nuh'a kadar olan nesillerin ürettiği mitoloji, efsane, batıl gibi öğelerden kurgulanmış ve oluşturulmuştur. Bu nedenle insanlarımız özelde Müslüman kardeşlerimiz, bir tikel meselede aykırı bir şey söylediğinde tefe konularak itibarsızlaştırılmakta, öğrencilerimize bahsettiğimizde ise kategorize edilerek fraksiyonlar tarafından adeta kılıçla doğranmaktadır. Bunların aşılması zor meseleler olduğunun bilincinde olarak, aşılması gerektiğine de inanarak, Kuran'ın anlayışına ve hakikatine ulaşmak için aşılması gereken bir çok engel bulunduğunu söyleyebiliriz. Kuran anlayışımız ve ondaki hakikatlere vakıf olmamız, öğrenilen hakikatleri insanlara sunmamız, onların buna olumlu ya da olumsuz tepki koymaları gibi bir çok engellerle sarılmıştır etrafımız. Çırpındıkça daha da çok bataklığa saplanıyoruz.
Bunlardan yola çıkarak, Kuran'ın dünyanın nasıl olduğuna dair verilerini, hakikatlerini anlarken de anlatırken de hep ön yargılardan veya ön kabullerden hareket ediyoruz. Sağ olsun Mehmet Abi, bu sarmalı kırdı ve Kuran'ın hakikatini dile getirdiği gerçeği öğrenmede bir adım daha öne çıkabildik diğerlerine göre. Dünyanın düzlüğü veya küre biçimliliği ve bu bağlamda Kuran'da yer alan ayetler incelenirken, öncelikle Arapların o zaman o kelimelere yükledikleri etimolojik ve semantik manalardan hareket edilmelidir. Yine öncelikle Kuran'ın konu hakkındaki diğer ayetlerindeki yönlerdirmeler ve açıklamalar çok fazla önemsenmelidir. Neticede şimdiye kadar dünyanın küre olduğu ve düz olmadığı ön kabulü ve yargısıyla ayetlere yöneldik ve tarih boyunca buna göre yorumladık. Artık bunun yerine dünyayı düz farz ederek Kuran'ın anlatımlarını anlarsak, yanlış bir yola girmiş olur muyuz? Ya da Kuran'ın anlatımlarından yola çıkarak dünyanın düz olduğunu kabul edersek bir sorun yaşar mıyız? Zannetmem ki bir sorun yaşayalım.
Kıyamet gününde dünyanın dümdüz olacağı, hiç bir tümseğin de ve herhangi bir çukurun da bulunmayacağı, Cennet'le Cehennem'in de öldükten sonra dirildiğimiz ahiret dünyasının da bu dünyada olacağı Kuran'da açıklanmaktadır :
105- Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki "Rabbim onları ufalayıp savuracak" (20-Tâ-Hâ 105) 106- Yerlerini dümdüz-bomboş bırakacaktır. (20-Tâ-Hâ 106) 107- Orada ne bir çukur göreceksin, ne de bir tümsek. (20-Tâ-Hâ 107)
48- Yerin başka bir yere, göklerin de (başka göklere çevrilip) değiştirileceği gün, onlar Vahid (tek) ve Kahhar (kahredici) olan Allah'ın huzuruna çıkarlar. (14-İbrahim 48)
Doğrulara eriştiren Allah'a hamd olsun, yanlışlarımızı göndüren dostlarımıza da şükran borcumuz olsun. Hayırlı sahurlar, hayırlı Ramazanlar.
Sitemizi takip eden bütün kardeşlerimize ve sınıftaki yerini almış bulunan kardeşlerimize hayırlı Ramazanlar diliyoruz. Henüz ses vermeyen, önceki çalışmalarımızdan aşina olduğumuz kardeşlerimizi de sınıfımızda görmek isteriz. Özellikle 'Birlikte Değerlendirelim' başlığı altında yaptığımız bu çalışmalarda, biz de Mehmed abimizin yokluğunu derinden hissediyoruz.. Ancak bu durumun bizleri, "hakkı anlayan ve yaşamaya çalışan az sayıdaki kardeşlerimizle, rivayetlere değil ayetlere dayalı hakkı konuşmak ve paylaşmak"tan alıkoymaması gerekiyor. Öyle değil mi?
Seçtiğimiz konu hakkında; "Şimdi buna ne gerek vardı?" ya da "Boş işlerle uğraşmayın, insanların imanı daha önemli!" şeklinde tepkilerini dile getiren kardeşlerimize, merhum Mehmed Alagaş hocamızın Antartika’nın Ötesi - Ye’cuc ve Me’cuc başlıklı çalışmasından bir alıntı ile cevap vermek, konunun önemini ifade etmek bakımından uygun olacaktır diye düşünüyoruz :
" 'Dünya düz mü?' başlığında meselenin ana konusunu ele almış ve tartışılabilir bütün bilimsel verileri bir kenara bırakarak Kur’an’a yöneldiğimiz zaman ayetlerin açık anlamı istikametinde dünyanın düz ve yayılmış olduğunu ifade etmiştik. Zaten bütün müslümanlardan da istediğimiz dünya insanlarına asırlardır ezberletilen ve sahte resimlerle pekiştirilen ön kabullerini zihinsel bir kusma ile bir kenara bırakarak Kur’an’a yönelmeleri ve temizlenen bu zihinleriyle konuyla ilgili ayetleri hiç tevil etmeden anlamaya çalışmalarıdır.
Bunu yaptıkları ve Kur’an’a göre bir karar yeri olan ve dönmeyen dünyanın düz olduğunu anladıkları zaman dünya insanlarını büyük patlama ve evrim gibi küfür teorileriyle Allah’tan uzaklaştıran bilimsellik putunun ne derece bir sahtekarlık içinde olduğunu da anlamış olacaklardır. Kelime-i tevhiddeki ’La İlahe’ ifadesi ne kadar önemliyse, yüceltilerek kutsallaştırılan bu bilimselik putuna karşı çıkmak da o kadar önemlidir. Dolayısıyle tevhidi önemseyen ve önceleyen muvahhid müslümanlar için insanları bilim adına küfre davet eden bu büyük puta karşı çıkmaları ’’La İlahe’’ demelerinin en açık gereğidir."
Gülsüm yengemiz ve Enes kardeşimiz, konunun önemini ve neden öncelikli olarak gündeme getirilmesi gerektiğini gayet güzel açıklamışlar, kendilerine teşekkür ediyoruz. İbrahim kardeşimize yerinde sorusu için, Mehmed Güneş kardeşimize de bu soruya verdiği ve bizim de katıldığımız ancak eksik bulduğumuz güzel cevabı için teşekkür ediyoruz. İbrahim kardeşimizin sorusuna gelirsek :
Rahmân Suresi'nin 33. ayetindeki hitap biz insanlara ve bizimle aynı dünyada yaşayan cinlere yönelik değildir. Surenin 31. ayetinde "Ey sakaleyn" ifadesi kullanılarak farklı bir topluluğa hitap edilmektedir ki ayetin devamından, bu topluluğun da yine insanlar ve cinlerden oluştuğu anlaşılmaktadır. 36. ayete kadar olan bölümde kullanılan parantez içi ifadelerle, bu topluluğun Ye’cüc-Me’cüc olduğu mealimizde açıklanmış durumdadır.
31- Ey sakaleyn (arzdaki iki ağırlık olan ins ve cin), yakında size de yöneleceğiz. (55-Rahmân 31) 32- O halde (ey insanlar ve cinler) Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55-Rahmân 32) 33- Ey (en büyük-en kalabalık) cin ve ins topluluğu (Ye’cüc-Me’cüc). Eğer göklerin ve yerin sınırlarından (sedlerinden) aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşıp-geçin. Ancak bir sultan (güçlü bir delil-sebeb) olmaksızın aşıp-geçemezsiniz. (55-Rahmân 33) 34- O halde (ey insanlar ve cinler) Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55-Rahmân 34) 35- (Şayet sınırı-seddi geçerseniz) ikinizin de üzerine kor ateşten bir alev ve (erimiş bakırdan bir) duman salıverilir de kurtulup-başaramazsınız. (55-Rahmân 35) 36- O halde (ey insanlar ve cinler) Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55-Rahmân 36)
İlgili ayetteki hitabın Ye'cüc-Me'cüc'e yönelik olduğunu ve bu en büyük-en kalabalık cin ve ins topluluğunun Antarktika'nın ötesinde, arzda bizim için ayrılmış alanın dışında yaşadığını dikkate aldığımızda, aramızda sınırlar bulunan bu topluluğun, kendi güç ve imkânlarıyla, kendileri için takdir edilmiş alanın dışına çıkamayacaklarını ve bizim alanımıza geçemeyeceklerini anlıyoruz. Genel olarak tüm insanların ve cinlerin dünyanın dışına çıkamayacaklarını ise giriş bölümünde A’râf Suresi'nin 24 ve 25. ayetleriyle daha önce açıklamıştık :
24- (Allah) dedi ki "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır." (7-A’râf 24) 25- Dedi ki "Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız." (7-A’râf 25)
Rahmân Suresi'nin 33. ayetindeki hitap "Sakaleyn" olarak anılan Ye’cüc-Me’cüc'e bir meydan okumadır ve "Hadi! Kendi gücünüz ve imkânlarınızla yapabiliyorsanız hemen yapın!" şeklinde de okunabilir. Buradan da; Ye'cüc-Me'cüc'ün yerin ve göğün sınırlarını aşabilmek için kendilerinin dışında, kendilerinden kaynaklanması mümkün olmayacak bir sebebe (bir sultan) ihtiyaçları olduğu sonucuna ulaşıyoruz. "Peki bu sultan nedir?" sorusunun cevabı, yukarıda alıntı yaptığımız Antartika’nın Ötesi - Ye’cuc ve Me’cuc çalışmasının yorumlar bölümünde Alagaş hocamız tarafından açıklanmıştır ki bu sultanı kısaca; arzı çevreleyen ve bizimle Ye'cüc-Me'cüc'ü ayıran sınırlarda (buz duvarında) içerideki insanlar eliyle açılacak bir gedik olarak tarif edebiliriz.
Sonrasında yeryüzünün Ye'cüc-Me'cüc tarafından istila edileceği ve Rabbimizin rahmetiyle Süleyman A.S.'ın (Zülkarneyn) insanlığa yardım edeceği yine Kur'an-ı Kerim'de anlatılmaktadır :
96- Ancak Ye'cuc ve Me'cuc (sedleri) açıldığında, onlar herbir tepeden (yer üstüne) akın edip-çıkarlar. (21-Enbiyâ 96)
93- İki seddin arasına ulaştığında, onların (sedlerin) önünde hemen hemen hiçbir (hak) sözü anlayıp-kavramayan bir kavim buldu. (18-Kehf 93) 94- Dediler ki "Ey Zülkarneyn. Ye'cuc ve Me'cuc yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktalar, bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana vergi-ücret verelim mi?" (18-Kehf 94) 95- Dedi ki "Rabbimin beni sağlam bir iktidarla içinde bulundurduğu (nimet ve imkan) daha hayırlıdır. Siz bana güçle yardım edin de, sizinle onlar arasında sapasağlam bir engel yapayım." (18-Kehf 95) 96- Bana demir kütleleri getirin. Onun iki yanı denkleşince Üfleyin (körükleyin)" dedi. Onu kor-ateş haline getirince "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim" dedi. (18-Kehf 96) 97- Artık (Ye'cuc ve Me'cuc) onu ne aşmaya, ne de onu delmeye muktedir olabildiler. (18-Kehf 97) 98- (Zülkarneyn) dedi ki "Bu (engel, size) Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi geldiği zaman O bunu dümdüz eder. Rabbimin vaadi haktır." (18-Kehf 98)
Tam bu noktada kardeşlerimize bir soru sormak isteriz :
İçerideki insanlar nasıl, hangi güçle, normal şartlarda aşılması mümkün olmayan bu sınırı delebilecekler ve Ye'cüc-Me'cüc için 'bir sultan' oluşturacak durum ortaya çıkacak? Ra'd Suresi'nin 41. ayeti bu sorumuza cevap olabilir mi?
41- Görmüyorlar mı ki Biz arza (yere) geliyor ve onu etrafından eksiltiyoruz. Allah hüküm verir ve O'nun hükmünü bozup-engelleyecek yoktur. O, hesabı pek çabuk görendir. (13-Ra'd 41)
Öncelikle Mehmed Alagaş hocamıza Allah'tan rahmet diliyor, her geçen gün an be an artan zûlümatla sarılan dünyamızda, hak gerçeklerin ortaya konmasının ve anlaşılmasının elzem olduğu bu zaman diliminde, böylesine önemli bir çalışmayı gündemlerimize getirip bizlerle paylaştığınız için emeği geçen herkese teşekkür ediyor, Rabbim razı olsun diyorum.
"Dünya düz olsa ne olur, küre olsa ne olur?" sorusu, konunun ehemmiyetinin farkında olmayanlar tarafından "şimdi buna ne gerek var ki" şeklinde karşılanmakta. Oysa ki Rabbimiz, Hz. Adem ve Hz. Havva'yı yarattığında "şeytan sizin apaçık düşmanınızdır" uyarısında bulunmuş ve bu uyarıyla ikisini Cennet'e yerleştirmişti. Sonrasında şeytanın Hz. Adem ve Havva'yı nasıl kandırdığını, Hz. Adem ve Havva'nın da şeytana nasıl aldandıklarını hatırlayalım. Şeytan aleyhillane, Hz. Adem ve Havva'nın tek korkularını gidermek için onlara nasihat etmişti. Böylece korkularından emin olacak, hayatları ebedi Cennet olarak kalacaktı. İşte tam o an, Rab'lerinin "sizin apaçık düşmanınız" diye kendilerine bildirdiği şeytanı dinledikleri, düşmanlarının nasihatine kandıkları o an, ayıp yerleri kendilerine açılmış, Cennet hayatları bir anda sabredilmesi zor dünya hayatına dönüşmüştü.
Hz Adem'den günümüze her türlü zulmün, batılın akıl hocası hiç değişmedi. Şeytan baş köşeye kurulmuş, ademoğullarına düşmanlık etmeye devam etmektedir. İşte bu nedenlerle, bugüne dek genel bir kabulle kabullendiğimiz tüm bilgileri sorgulayacak, değişmez ve değiştirilemez ölçütümüz Kur’an’a arz ederek doğruluklarını testten geçireceğiz.
Düşmanlarımızı tanımak, şerlerinden korunmak ve batılla örtülen hakkın üstünün açılması için son derece önemli gördüğüm bu çalışmadan dolayı tekrar teşekkür ediyor, hepinizi Allah’a emanet ederek sınıftaki yerimi alıyorum.
Bahsettiğiniz (55-Rahmân 33) ayet insanların yerin ve semaların dışına çıkamadıklarını ifade etmektedir. 'Sultan' ifadesi ile anlaşılan Allah'ın mutlak kudretidir. Nitekim söz konusu gerçek ayetin siyak-sibak ile okunulması durumunda anlaşılacaktır. Bu âyetlerin öncesinde Cenab-ı Hak her şeyin fani, ancak kendisinin Bâki olduğunu bildirmekte, herkesin ona muhtaç olduğunu dile getirmekte ve onları hesaba çekeceğini bildirmektedir.
Ardından, böyle bir hesaptan kimsenin kurtuluşu olmadığını, “Eğer göklerin ve yerin hududundan çıkıp gitmeğe gücünüz yeterse gidiniz. Halbuki, bir sultan olmadıkça çıkıp gidemezsiniz” şeklinde ifade etmektedir. Buradaki aşıp-geçme ifadesi açık bir şekilde ta’cîz’e (aciz kılmaya) işaret etmektedir. Eğer uzay aracı olarak iddia edilen nesne ile aşıp-geçme mümkün olsaydı bu vurgunun bir manası kalmazdı. Kaldı ki ayetteki hitabın içerisine sadece insanlar değil; aynı zamanda cinlerde dahil edilmektedir. Cinlerin ne kadar hızlı hareket edebildiğini ise Süleyman aleyhisselam ile Belkıs kıssasında görmekteyiz. Bu kıssadan öğrendiğimiz kadarıyla cinler bir uzay aracından daha hızlı hareket etmekte hatta bir nesneyi kişi makamından kalkmadan getirebilmektedir. Dolayısıyla buradaki 'Sultan' ibaresini uzay aracı olarak tanımlamak anlayış kusurudur.
Selamun aleyküm. Hayırlı Ramazanlar diliyorum. Öncelikle Mehmed Alagaş hocamıza Allah'tan rahmet diliyorum. Bu konuyu tekrardan gündeme taşıyanlara da Allah razı olsun demek istiyorum. Şüphesiz ki dünyanın düzlüğüne iman etmiş bir kardeşiniz olarak.
Ey (en büyük-en kalabalık) cin ve ins topluluğu (Ye’cüc-Me’cüc). Eğer göklerin ve yerin sınırlarından (sedlerinden) aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşıp-geçin. Ancak bir sultan (güçlü bir delil-sebeb) olmaksızın aşıp-geçemezsiniz. (55-Rahmân 33)
Bu ayetteki 'Sultan' bir birey için mi söyleniyor yoksa bir nesne olarak mı bahsediliyor? Eğer birey veya nesne ise bunlar neler olabilir? Maalasef konuştuklarım, konuyu anlatmaya çalıştığım kişilerin çoğu sultanın uzay aracı olduğuna inanıyor. Bununla ilgili Kuran'da geçen bir cevap var mıdır buradaki Sultan'ın ne olduğu ile alakalı? Rabbim ecrinizi versin. Hayırlı ramazanlar.
Dünyanın düz olması ve bunun Müslümanlar tarafından farkedilmesi; yıllarca şeytani sistemin içerisinde yaşayan ve hayati her alanda bu düzenden zehirlenen biz müslümanlar için bir şok ve uyanış olacaktır. Bu noktadan sonra şeytani yapının içindeki her şeye kuşkuyla bakılacak ve Kurani gerçekler çok daha rahmetli bir biçimde gün yüzüne çıkacaktır. Yıllardır hiç sorgulamadığımız, şeytan ve dostlarının elinde olan bütün yapılarca tartışılamaz gerçekler olarak bizlere ezberletilen ve aslında Kurani hakikatleri çok farklı olan daha nice durumların farkına varılacak ve Kur'an'ın mucizevi yapısı anlaşılacaktır. Allahuâlem, Mehmed Alagaş hocamızın da kitaplarına ismini verdiği 'Beklenen Müslümanlar' bu Kurani aydınlanmanın sonucunda varlıklarını ortaya koymaya başlayacaklardır İnşallah.
Hayırlı ramazanlar, diliyorum okuyan ve gören tüm kardeşlerimize. Kardeşlerimizin açtığı bu başlık, gerçekten incelenmeyi ve hakkında gerçek söz söylenmeyi hak ediyor. Ben de burada olacağım ramazan boyunca inşallah. Bu düz dünya veya yuvarlak dünya anlayışı, bunlara bağlı kanıtlamalardan faydalanacağımı şimdiden ifade ediyorum. Allah razı olsun, oruçlar makbul, tutum ve davranışlar da takvaya uygun olsun...
LÜTFEN DİKKAT:
IP numaranız kaydedilmektedir. Yorumlarınız sebebiyle ilgili kişi ve kurumların yasal işlemler başlatabileceğini unutmayınız. Aşağıdaki sebeplerle yorumlarınız onaylanmayacaktır.