Hepimiz bir ailenin içine açıyoruz gözlerimizi dünyaya. Ve bizim dünyamız oluyor içine doğduğumuz ailelerimiz. Acıyı, tatlıyı, iyiyi, kötüyü, doğruyu, yanlışı bu dünyada tanıyoruz. Tüm yaşanmışlıklarımız bizde ayrı bir iz bırakıyor, her iz ayrı bir tat. Kimi kulağımızda bir tını, kimi burnumuzda bir koku kimi de yüreğimizde bir korku ya da tatlı bir bahar coşkusu.
Sizlere kendimden, kendi ailemden söz etmek istiyorum. Dört çocuklu bir ailenin üç numarasıyım. Babaannem, dedem, annem, babam ve biz dört çocuk, sekiz nüfus, iki göz odada yaşadık. Maddi fakirliğin çok olduğu zamanlardı. Odalarımızda koltuklarımız, misafirlerimizi ağırlayacağımız yemek takımlarımız yoktu bizim. Herkese ayrı bir tabağımız hiç olmadı ama herkesle aynı tabaktan çok yemek yedik Elhamdülillah. Bize her misafir geldiğinde annem beni karşı komşumuza gönderirdi kaşık, çatal istemek için. ”Sabriye Abla bize misafir gelecek annem misafirler için kaşık çatal istiyor.” derdim. Allah razı olsun, o da verirdi. Bundan ne annem eksiklenirdi ne de komşumuz büyüklenirdi. Anacağızım haliyle öğretti; misafir ağırlamak için çula çaputa, tabağa çatala gerek olmadığını. Doğru değil mi? Öyle olsaydı evimiz misafirlerle dolup taşar mıydı hiç?
O iki göz odaya bir oda daha çevirdik, zaten büyük olan evimiz şimdi çok daha büyümüştü gözümde. Yığınla yatılı misafir ağırladık. Yer yataklarında yan yana yattık güle söyleye, “Yatın kız gari çabuk!” diyen halalarımız, yengelerimizle. Yıllar yıllar sonra, üç artı bir evde, bir çocuk ve eşiyle yaşayan bir arkadaşım, yaşlı analarına kardeşleriyle sırayla bakma kararı aldıklarını söyledi. “Canım benim, bir oda zaten yatak odası, bir oda çocuğun, ee bir odada oturuyoruz. Salona yatak açsam burada da misafirleri ağırlıyorum, yer yok!” dediğinde hayret ettim, inanamadım duyduklarıma. “A cancağızım, anneni ağırlamak için senin evinde değil gönlünde yer yok! Hiç kusura bakma!” dedim. Anacağızlarımız için değil bir oda, yaşadığımız yer od olsa, o odun ortasında bir evlatlık yer açıp bizleri ebedi oddan kurtaracak bu rahmet vesilesine şükretmemiz gerekmez miydi?
Rabbimiz ana babaya güzellikle muamele etmemizi, akrabalık bağlarımızı koparmamamızı buyuruyor Hayat Kitabımızda. Eskiler Hayat Kitabımızın hayat veren ölçülerini hayatlarıyla anlattılar bizlere. Bunun için hal diliyle öğrendiklerimiz halimize yansıdı. Halbuki bugün öyle mi? Onların bize halleriyle anlattıklarını bizler çocuklarımıza kalimizle satmaya kalkıştık. Hayatı bizim dilimizden öğrenen yavrularımız, halden yoksun halleriyle iyi birer dilbaz oldular. Sonra şikayet etmeye başladık; “Bu nesil neden böyle, bizler böyle miydik?” diye. Şikayetlerimizi duyan Rabbimiz cevap veriyor bizlere ilahi kelamından;
Size isabet eden her musibet, kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. (Halbuki Allah, yaptıklarınızın) çoğunu da affetmektedir. (42-Şûrâ 30)
ayet-i kerimesiyle.
Şimdi bazılarınız diyeceksiniz ki “Hiç mi yanlışları, kusurları yoktu onların?”. Var, var elbette. Şaşmayan beşer olur mu? Ama bize düşen, onların güzelliklerini örnek alıp yanlışlarına Rahman’dan mağfiret dileyerek ibret almamızdır.
Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız da sizindir. … (2-Bakara 134)
ayet-i kerimesi gereğince; herkesten çok ve herkesten önce kendimize, kendi yapıp ettiklerimize düz aynalarda bakıp, gördüğümüz eğriliklerimizi düzeltmeli, salih amellerimizi arttırıp salihlerin arasına girmeye çalışmalıyız.
Çocuklar hayatı büyüklerin gözünden anlamlandırırlar. Kendi başlarına bilmezler; doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün ne olduğunu, neden olduğunu. Hepimiz, çocuklarımız Allah’ı, Peygamberi sevsinler isteriz. Rahmetli Mehmet abiniz “Kendi yanmadığın bir konuda etrafındakileri ısıtamazsın.” derdi. Bizler yanmayan yüreklerimizle ısıtmaya çalıştık yavrularımızın yüreklerini.
Rahmetli anneannemi hatırlarım “Allah sevgisi” denilince. En zor imtihanlarda dahi, şeksiz şüphesiz “Rabbim bana yeter.” derdi içtenlikle. O “Rabbim bana yeter.“ deyip takdire rıza gösterdikçe, kulunun zannı üzere olan Rabbisi de ona yeterdi. Gençliğinde, tabağı olmadığı için testi kırığında çocuklarına mama yediren anneannem, ömrünün kıyısında, tek göz odalı bir köy evinde, tek başına paylaştı yalnızlığını Tek Olan’la. Ne zaman ziyaretine gidip halini hatırını sorsam; “Çok şükür nonıs* iyiyim.” derdi. Halbuki ciğerlerinden rahatsızdı ve kalbi de sıkıştırıyordu. Yine bir kış günü ziyaretimde halini sorduğumda; “Elhamdülillah nonıs, iyiyim. Dün gece çok hastalandım, kalktım abdest aldım (gecenin ayazında bahçe çeşmesinde) ama bir günden fazla namaz kılamadım, tıkandım.” diye dertlendi. Ekledi sonra; “Kalbim öyle sıkıştırdı ki ‘tamam bu gece Azrail gelecek’ dedim ama bekledim bekledim gelmedi nonıs.” dedi. Sevgilisine kavuşmanın eşiğinden geri çevrilmiş boynu bükük yaren edasıyla.
Anneanneme olan sevgim ve hürmetim daha bir artmıştı. Bir kendime baktım bir de anneanneme. Ben onun yerinde olsam nelerden şikayet ederdim; hastalıktan, soğuktan, yalnızlıktan ama o nelerden... Az bildiğini çok yaşayan, Meşhur’a aşık meçhul ninem büyük bir hayat dersi vermişti bana hayatın taa içinden. O dersi hiç unutmadım, unutamadım çünkü yüreğime kazındı izleri.
Evet dostlar, evet canlar.
Geçmişlerimizin bizlere bıraktığı izler gibi bizler de geçmişe izler bırakıyoruz peşimiz sıra.
Peşinden gidilecek doğru bir iz, yürekleri gülümseten hoş bir seda bırakabilmek umut ve duasıyla..
* "Nonıs" : "Anneciğim" (Arnavutça)
8 Nisan 2022
Gülsüm ALAGAŞ
Bekir Ziya 22-04-2022 02:55 #5388 | Selamünaleyküm 70'li yıllardı. 6 ya da 7 yaşındayım. Oturduğumuz avlulu evin dar ve uzun sayılabilecek çıkmaz sokağının caddeye bakan eşiğinde oynarken yerde 10 lira görmüştüm. Parayı yerden aldığım gibi anneme vermek için eve koştum. Namazdaydı, bitmesini bekledim ve parayı O'na uzattım. "Nerede buldun?" dedi. "Sokağın başında." dedim. "Nerede bulduysan götür oraya bırak" dedi annem. Dediğini yaptım ve bulduğum yere koydum o 10 lirayı. Yokluk zamanlarıydı. Tek göz odalı evimizde 7 kişi yaşıyorduk. Üstte yok, başta yoktu ama haram bizden uzaktı. Buna vesile olan ise hayatı boyunca bir Fatiha 3 küçük sureyle amel eden anamdı. Alzheimer olana kadar 45 yıl evin içinde dahi anamın başında tülbent olmadan oturduğunu hatırlamıyorum. Bütün müslümanları ayrımsız sever, din düşmanlarına ise buğz ederdi. Bu hal üzere yaşadı ve bu hal üzere öldü. Allah(cc) babaannenize ve anneme rahmet etsin inşaallah. |
Kemal Sallabaş 19-04-2022 00:03 #5382 | Selamünaleyküm Allah razı olsun yenge. |
Zeyd Can 16-04-2022 09:53 #5374 | Selamaleykum Eyvallah yenge.. |
Talha 12-04-2022 04:03 #5366 | SELAMÜNALEYKÜM Allah o ananeye ve onlar gibi göçüp giden nicelerine rahmet etsin yenge... |
Köksal Şahin 08-04-2022 12:05 #5359 | Meçhul Ninenin Mekânı Cennet Olsun İçimizi ısıtan bu samimi satırlar için teşekkür ederiz yenge. |
Mehmet Can 08-04-2022 10:15 #5358 | Selamünaleyküm Yüreğine kalemine sağlık Gülsüm yengem, peşinden gidilebilecek iz bırakanlardan oluruz iňşâallah Selâm ve duâ ile. |