" Sizden ona (cehennemin etrafına) varıp-uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu Rabbinin (yapmayı) üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra (öncelikle) muttakileri (korkup-sakınanları) kurtarırız ve zulme sapanları orada (cehennemin etrafında) dizüstü çökmüş olarak bırakırız. " (19-Meryem 71-72)
...Artık oradasınız.
Rabbinizin yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir söz, bir hüküm gereği gelmiş geçmiş bütün ümmetlerle beraber cehennemin etrafındasınız.
Uçsuz bucaksız bir genişlikte ve derinlikte olan kızgın ateşe baktığınız an her yerinizden ve her hücrenizden "Aman Ya Rabbi" feryadı yükseliyor.
Diz üstü çökmüş herkeste olduğu gibi sizinle de bu ateş arasında en küçük bir engel yok. Şimdi ne olacak endişesiyle dünya hayatında fazla önemsemeden işlediğiniz günahlarınızı düşününce bu korkunç ateşin sizi içine doğru çektiğini, her an ateşe düşebileceğinizi hissediyorsunuz.
Her ümmet kendi kitabına çağrılıp;
... Bugün yaptıklarınızla karşılık göreceksiniz. Bu size karşı hakkı-gerçeği söyleyen kitabımızdır. Muhakkak ki Biz sizin yaptıklarınızı yazıyorduk. (45-Câsiye 28-29)
buyurulduğunda, kaçacak hiçbir yer olmadığını ve çok adil bir sorgulamadan geçeceğinizi anlıyorsunuz. Kitab'ınıza çağrıldığınızda;
Muhakkak ki bu (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacak-sorumlu tutulacaksınız. (43-Zuhruf 44)
ayetinin ne anlama geldiğini yakinen görerek, geride bıraktığınız dünya hayatında Kur'an-ı Kerim'e karşı duruşunuzu, iman ve teslimiyetinizi gözden geçiriyorsunuz.
İçiniz daralıyor!.
Din adına mezhep ve meşreb imamlarınızı, alim ve aydınlarınızı önemsediğiniz kadar Kur'an-ı Kerim'i önemseyip-önemsemediğiniz düşüncesi içinizi karartsa da, içinizden söküp atamadığınız bir düşünce oluyor. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in apaçık ayetlerine bile teslimiyet göstermezden önce "Acaba bu konuda hocamız veya abimiz ne der?" düşüncesiyle onlara yönelen, onların tavsiyesine göre hükmü tasdik veya te'vil eden kimselerdenseniz, içinizi karartan bu düşünceden nasıl kurtulacaksınız ki? Ayrıca öylesi kimselerden olmasanız da Rabbimizin 'Kerim' vasfını verdiği bu yüce Kitab'a, yüceliğine uygun bir önemi, inceliği, titizliği göstermediğinizi-gösteremediğinizi düşünüyorsunuz.
Yine içiniz daralıyor. Ateş size yaklaşmasa da, siz ateşe yaklaşıyor gibi oluyorsunuz. Ayağa kalkıp ateşten biraz uzaklaşayım düşüncesi, ayağa kalktığım an ateşe yuvarlanırım korkusu altında eziliveriyor. Diz üstü çöktüğünüz yere sıkıca tutunmak istiyorsunuz. Hiçbir kimsenin, hiçbir yardımcısı olmadığını görüyorsunuz. Dünya hayatında din adına peşine düşülen mezhep ve meşreb imamlarının, hocaların, alimlerin, şeyhlerin hiçbir öneminin kalmadığını, her ümmet üzerine sadece kendi peygamberlerinin şahid olacağını ve herkesin yapıp-işlediği amellerle başbaşa kaldığını yakinen anlıyorsunuz.
Korkudan açılmış gözlerle devamlı cehenneme bakan, duydukları dehşetten yüzlerini bir başka tarafa çeviremeyen kafirlerin ve müşriklerin yüz üstü cehenneme sürüldüklerini görüyor ve
O gün ateşin içine yüzleri üstü sürüklenirlerken... (54-Kamer 48)
ayetini hatırlayıp;
Sekarın (cehennemin) dokunuşunu tadın... (54-Kamer 48)
hitabını duyuyorsunuz. Dünya hayatında kim olursa olsun bir insanın parmağı kesildiği zaman sızlayan ve karşı tarafa acıyan yüreğinizin, tamamen hak ve adil bulduğu bu görüntüler karşısında onlar açısından hiç etkilenmediğini hissediyor ve bu yüreğinizin sadece kendinize ait korkular ve endişelerle dolu, çatlayacak kadar dopdolu olduğunu görüyorsunuz.
Dehşetten açılmış gözlerle cehenneme bakarken,
bir an için mü'minlere vadedilen cenneti düşünüyorsunuz. Bu düşünceler içinde "Acaba cennet nasıl sorusu?" cevabını hiç merak etmediğiniz bir soru oluyor. Çünkü cehennemin etrafında diz üstü çökmüş bir vaziyette akibetini bekleyen size göre bulunduğunuz yerden ve bu ateşten uzak olan her yer cennettir. Sizi bulunduğunuz yerden uzaklaştırıp dört metrekarelik bir odaya koysalar ve "Şimdi neredesiniz?" deseler, hiç tereddüt etmeden "Cennetteyim, gerçekten cennetteyim" diyebilirsiniz. Çünkü ne kadar muazzam ve dehşetli olduğunu yakinen görmekte olduğunuz bu cehennemden korunma ve kurtulma arzunuz, cennete kavuşma arzunuzun çok çok üstündedir.
Bunları düşünürken,
Rabbinizin gelmiş geçmiş bütün ümmetleri niye burada, niye cehennemin etrafında topladığını düşünüyorsunuz. Her hükmünde hikmet olan Rabbinizin, bu hükmündeki hikmeti anlamaya çalışıyorsunuz. Biraz önceki cennetle ilgili ifadeleriniz aklınıza gelince, hikmet kapılarının açılmaya başladığını görüyorsunuz. Buraya geldikten ve burayı gördükten sonra cennete kavuşan müslümanların, Rablerinin lutfuyla nasıl bir akibetten kurtulup nasıl bir nimete kavuştuklarını çok çok çok daha iyi anladıklarını ve bu anlayışla kendilerini cehennem azabından koruyan Rablerine nasıl hamdettiklerini yakinen hissediyorsunuz.
Bu hissedişle "Hükmünde hikmet sahibi olan Rabbime hamdolsun" deseniz de, bu hamdınızın artık kapanmış olan amel defterinize yazılmayacağını biliyor ve dünya hayatında Allah'a hamdetmeden geçirdiğiniz her an için pişmanlık duyuyorsunuz. Cehenneme;
... Doldun mu? ... (50-Kaf 30)
diye sorulduğu zaman "Acaba doldu mu?" umuduna kapılıyor fakat
(Günahkar) beşere delicesine susamış ... (74-Müddessir 29)
olan cehennemin;
... Daha fazla var mı? ... (50-Kaf 30)
cevabıyla bu küçücük umudunuzu kaybediyorsunuz. Sonra farkediyorsunuz ki
Cennet de muttakiler (korkup-sakınanlar) için uzak olmaksızın yakınlaştırılmıştır. (50-Kaf 31)
Tekvir suresinde yer alan aşağıdaki üç ayet aklınıza geldiği için hiç şaşırmıyorsunuz;
Cehennem kızıştırıldığı zaman ve cennet yakınlaştırıldığı zaman (artık her) nefis (kendisi için) ne hazırladığını bilecektir. (81-Tekvir 12-14)
Etrafında diz üstü çöktüğünüz ateşe ve yakınlaştırılmış cennete baktığınız zaman kendiniz için ne düşüneceğinizi ve ne yapacağınızı bilemiyorsunuz. Yaptığınız iyilikler umudlanmanıza, işlediğiniz günahlar ise bu umudlardan hızla uzaklaşmanıza neden oluyor. Yakınlaştırılmış cennet ve tutuşturulmuş ateş arasındayken birbirinden bu kadar uzak ve birbirine bu kadar zıd başka hiçbir şey olmayacağını görüyor, olamayacağını düşünüyorsunuz. Birbirinden çok farklı bu iki ayrı akibete baktığınız zaman dünya hayatında genel olarak fazla önemsenmeyen imtihanın, her şeyden önemli bir imtihan olduğunu görerek ve bilerek anlıyorsunuz.
Yakınlaştırılmış cennete bir an bakıp da cehenneme atılanların gözlerinde, hangi güzel akibeti kaybedip hangi dehşetli akibete düçar olduklarını hiç saklamayan simsiyah pişmanlıklar, ateş kırmızısı hüsranlar görüyorsunuz. Bazıları mülkün ve o büyük günün yegane maliki, yegane sahibi olan Allah'a yönelip "Ya Rabbi, Ya Rabbi.." diye haykırırlarken, siz dikkatinizi Allah'a yöneltmekten ve küçücük bir fısıltıyla bile "Ya Rahman" diye seslenmekten korktuğunuzu hissediyorsunuz. Bunu söylediğiniz an sanki sıranın önüne geçip, hesabınızın hemen görülüvereceği endişesini taşıyorsunuz. Bu korkunuzun ve endişenizin sebebi elbetteki Rahman'ın rahmetini esirgemesi değil dünyadaki amelleriniz.
Bu duygular içinde bana ne olacak korkusunu yaşarken Resulullah (s.a.v.)'i düşünüyorsunuz. Efendiniz, Peygamberiniz, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)'in de kesinlikle orada olduğunu biliyorsunuz. Kevser suresi aklınıza geliyor ve Resulullah (s.a.v.)'in bir süre sonra kendisine vadedilen kevsere gideceğini anlıyorsunuz. İyi ama siz, siz ne olacaksınız? Ona kendinizi göstermek, "Kevsere giderken beni de yanına al Ya Resulullah" diye haykırmak istiyorsunuz, haykırmak istiyorsunuz ama amellerin yüze yansıdığı o günde Efendimiz (s.a.v.)'e gösterecek aydınlık bir yüzünüzün olmadığı düşüncesiyle diz üstü çöktüğünüz yerden kalkamıyorsunuz.
Cehennemin etrafında korku dolu bir çaresizlik içinde diz üstü dururken "Buraya geleceğimi ve bu olayı yaşayacağımı keşke dünya hayatındayken bilseydim" dediğiniz an;
Sizden ona (cehennemin etrafına) varıp-uğramayacak hiç kimse yoktur. ... (19-Meryem 71)
ayeti aklınıza geliyor. Kısık bir sesle "İyi ama ben birçok ayet gibi bu ayeti de böyle anlamamıştım ki" diyorsunuz. Elbetteki doğru söylüyorsunuz. Çünkü bu ayeti böyle anlasaydınız dünya hayatındayken kibrit alevi görseniz içiniz ürperir ve namazlardaki her diz üstü çöküşünüzde bu olayı, her ka'dede cennetle cehennem arasında olduğunuz bu durumunuzu tekrar tekrar yaşardınız.
Peki neden,
neden böyle anlamadım, anlayamadım diye biraz düşündüğünüz zaman;
Sizden ona (cehennemin etrafına) varıp-uğramayacak hiç kimse yoktur. ... (19-Meryem 71)
buyurarak size bugününüzü haber veren ve sizi ikaz eden bu önemli ayeti dünya hayatında tekrar tekrar okuduğunuzu fakat önemsediğiniz bazı çevreler tarafından ısrarla müteşabih denilip başka anlamlara te'vil edildiğini hatırlıyorsunuz. Engel olamadığınız bir üzgünlük içindeyken dizleriniz üzerinde hafifçe doğrulduğunuzu hissediyorsunuz.
Sonra,
sonra da bu ayetlere mütaşabih deyip başka anlamlara te'vil edenlere tek tek bakıp "Şimdi muhkemleşti mi?" diyorsunuz....
MÜTEŞABİH MÜSLÜMANLAR
Mehmed ALAGAŞ