Binlerce yıllık insanlık tarihinde Allah (c.c.) aynı Rab, İslam aynı İslam, İlahi davet aynı davet, Sünnetullah aynı Sünnetullah ve İlahi hükümlere yaklaşım açısından şeytan aynı şeytan, kafirler aynı kafir, müşrikler aynı müşrik olmasına rağmen müslümanlar aynı müslüman değildir günümüzde!. Daha açık bir ifadeyle müslümanlardan veya "Müslümanım" diyenlerden başka hiç kimse değişmedi ve hiç kimse değişmiyor bu alemde!. Tabi ki her toplumda olduğu gibi müslüman toplumlardaki durumların değişimi de, öncelikle nefislerde olanın değişiminden kaynaklandı insanlık tarihinde!.
... Gerçekten Allah, kendi nefislerinde olanı değiştirinceye kadar, bir toplulukta olanı değiştirmez... (13-Ra'd 11)
Değişmez ve değiştirilemez bir Sünnetullah'ı ifade eden bu ayet-i kerimede beyan edildiği gibi, tarihi süreçte müslümanların genel durumundaki bütün değişiklikler, müslümanların değişmelerinin ve kendi nefislerinde olan değiştirmelerinin bir sonucudur. Dolayısıyle günümüz müslümanlarının genel durumunu değerlendirirken, önemle ve öncelikle bu müslümanlarda meydana gelen değişiklikleri dikkate almamız gerekecektir. Çünkü günümüzdeki müslümanlar tarihi süreçte çok değişmiş, geleneksel ve güncel baskılarla gerçekten çok değiştirilmiştir.
Zaten bu değişimin bir neticesidir ki,
günümüzdeki milyarlarca insan "Ben müslümanım" dediği zaman; bu güzel söz ile ne yazık ki ortak bir kimliği, ortak bir kişiliği, dünyaya ve içindekilere karşı ortak bir yaklaşımı kastetmiyor. Çünkü Kur'an-ı Kerim'deki karşılığı çok açık ve anlaşılır olan bu güzel sözün, günümüz yaşantısındaki karşılığı çok muğlaktır. Dolayısıyle pratik karşılığı muğlak olan bu güzel söz yeterli görülmemekte ve "Ben müslümanım" diyen bir kişiye, "Tamam müslümansın ama söyle bakalım, hangi bahçenin(!) gülüsün" denilmektedir. Tabi ki yaşanan realiteye göre hiç yadırganmaması gereken bir sorudur bu!. Çünkü tevhidi bir bütünlükte olması gereken İslam coğrafyası parçalanmış ve ortalık birbirinden kesin hatlar ile ayrılmış bahçelerle(!) dolmuştur.
Geleneksel bir atalar dinini benimseyen günümüz müslümanları, asr-ı saadet döneminden sonra birbirleriyle ihtilafa düşen atalarının yolunu izlemişler ve tarihi süreçte çok daha fazla yozlaşan bu atalar dinini, artan bir bağnazlıkla takip etmişlerdir!. Artık hak ve hakikatin ölçüsü, bu tarihi ihtilaftaki yerinize göre belirlenmektedir!. Bir müslümanın Kur'an-ı Kerim'i öncelemesi ve kendisini Kur'an'a göre tanımlaması, günümüzdeki din anlayışına göre önemsiz ve yetersiz bir tanımlamadır. Çünkü önemli ve öncelikli olan, "Müslümanım" diyerek muğlak bir ifade kullanan bu kimsenin "Şii misin? Sünni misin? Şii isen hangi şiilerden, sunni isen hangi sünnilerdensin?...." sorularına vereceği cevaptır. Hiç kuşkusuz ki hak din açısından çok garip ve çok acaip sorulardır bunlar!.
Hepimiz biliyoruz ki,
müslümanların tarihinde ve tarihi geçmişinde, İlahi bir takdir ve imtihan gereği ciddi ihtilaflara düşen müslümanlar elbetteki vardır. Asr-ı saadet döneminden sonra da müslümanlar böylesi ihtilaflara düşmüşler ve bu ihtilafların faturasını özellikle Sıffin'de çok ağır bir şekilde ödemişlerdir. Müslümanların tarihine kanlı bir sayfa olarak geçen Sıffin savaşı, sebeb ne olursa olsun müslümanların bölündükleri ve birbirlerine kılıç çektikleri bir savaş olmuştur. Her iki taraftaki müslümanların varlığını dikkate aldığımız zaman, bu olayda Kur'an-ı Kerim'i ölçü alarak kendimizi nisbet edeceğimiz bir taraf olmadığı gibi, böyle bir yükümlülüğümüz de yoktur. Çünkü tarih sayfalarında derin bir hüzünle okuduğumuz bu büyük imtihan, İlahi bir takdir gereği bizim değil onların, o dönemdeki müslümanların yaşadıkları bir imtihandır. Bizlere yakışan davranış böyle bir imtihan ile karşılaşmaktan Rabbimize sığınmak ve üstesinden gelemedikleri bu imtihanı yaşayan geçmiş müslümanlar için de Rabbimizden af ve mağfiret dilemektir.
"Tarihten ders almak" adına bu olaya, bu ihtilaflara ve bu savaşa taraf olmak, asıl itibariyle tarihten ve Kur'an'dan hiç ders almamaktır. Çünkü tarihten ve Kur'an'dan ders alarak gelmek isteyeceğimiz nokta, tekrarı muhtemel böyle bir savaşın herhangi bir tarafında olmak değil, böyle bir savaşın hiç olmaması ve buna hiç fırsat verilmemesidir. Ancak tarihe veya atalara bağlılık adına geçmişte ihtilafa düşen bu müslümanlar takip edilmiş ve müslümanların vahdetini alt üst eden bu ihtilaflar daha da büyütülerek günümüze kadar getirilmiştir!. Çünkü şeytan aleyhillane "Sıffin bayramı!." diyerek anımsadığı o günle yetinmemiş ve "Her gün Sıffin!." sloganıyla, tarih sayfalarında kalması gereken o kanlı ve karanlık günü asırlardır canlı tutmuştur!.
İşin garip tarafı,
bize göre tuhaf, çok tuhaf olan bu durum, günümüzdeki milyarlarca müslümana göre iman ve kulluklarının bir gereğidir!. Çünkü bu olaya taraf olmadan, şiiliği veya sünniliği kabul etmeden müslüman olmak, müslüman olabilmek mümkün müdür? Ayrıca "Sürüden ayrılanı kurt kapar" sözü dikkate alındığı zaman, bu milyarlık sürülerden başka bir sürü de yoktur ki!. O halde hangi sürünün yanlışı daha fazla ise ondan uzak durmalı ve tarafsız(!) rivayetlere göre doğruya daha yakın olana dahil olunmalıdır!.
"Allah müstahakınızı versin" demiyoruz. Çünkü Allah müstehakımızı vermiş ve dünya müslümanları paramparça olmuştur. Bir bütün olması gereken İslam coğrafyası iki ana kıtaya bölünmüş, her kıta değişik mezhep ve meşrepler halinde parçalanmıştır. İslam'a göre yardıma muhtaç olan yoksula dini bile sorulmazken, yardıma muhtaç olan müslümanların mezhep ve meşrebi sorulmaya başlanmıştır!. Kur'an'dan değil tarihten ve tarihi rivayetlerden kaynaklanan bu tarihi bölünmüşlük, insani bir gaflet ve şeytani bir gayret ile günümüze kadar getirilmiştir.
Oysa bir rahmet ve hidayet rehberi olan Kur'an-ı Kerim,
tarihe yaklaşım konusunda bizleri uyarmakta ve kendimizi salih atalarımıza nisbet etme konusunda bizlere aydınlık örnekler sunmaktadır. Mesela Resulullah (s.a.v.) Efendimizden önce İsa ve Musa Aleyhisselam dönemleri vardı. Kendilerini selam ve rahmetle andığımız bu iki peygamber de, hiç kuşkusuz ki hak din üzere olan hak peygamberlerdi. Ancak Resulullah (s.a.v.) Efendimiz kendisini geçmişteki salih atalarına nisbet ederken, salih olmalarına rağmen haklarında ihtilafa düşülen ve takipçileri tarafından tartışılır bir hale getirilen bu peygamberleri değil, ihtilafsız bir hanif olan İbrahim Aleyhisselam'ı zikretmiş ve kendisini tartışmasız bir muvahhid olan İbrahim Aleyhisselam'ın hanif dinine nisbet etmiştir. Çünkü bir muvahhid olan İbrahim Aleyhisselam, insanlık tarihinde tartışmasız bir imam, tartışmasız bir mü'mindir.
Peki bizler,
Kur'an-ı Kerim'in bu apaçık uyarısından ve örneğinden ibret alması gereken bizler, kendimizi geçmiş atalarımıza nisbet ederken niye Sıffin'e takılıyor ve kendimizi Sıffin'e göre tanımlıyoruz ki? Niye o ihtilaflı dönemin biraz, çok az gerisine giderek Resulullah (s.a.v.)'i görmüyor ve kendimizi o ihtilafsız dönemin, ihtilafsız örneğine göre tanımlamıyoruz? Tarihimizin o aydınlık döneminde birbirimizle hiçbir ihtilafa düşmeden sahipleneceğimiz ve hep birlikte örnek alacağımız apaçık bir örneğimiz, rehberimiz yok mudur? Meseleye daha da evrensel yaklaşacak olursak, salih atalarımızın da atası olan bir İbrahim Aleyhisselam, bizleri biraraya getirebilecek tevhidi bir örnek, muvahhidi bir kimlik değil midir?
Asr-ı saadet döneminde hiç görmediğimiz,
hiç karşılaşmadığımız bu mezhep ve meşrepler de neyin nesidir? Kendilerini selam ve rahmetle andığımız hangi mezhep imamı, mezhep kurma iddiasıyla ortaya çıkmış ve müslümanları kendi mezhebine davet etmiştir? O halde onların görüş ve ictihatlarını, ümmeti parçalayıcı birer mezhep haline getirenler ve sonraki tarihi süreçte de bu görüşleri mezhebi bağnazlıkla tahrif edenler kimlerdir? İmam-ı Caferden faydalanmak için Caferi, İmam-ı Azam'dan faydalanmak için Hanefi, İmam-ı Şafi'den faydalanmak için Şafi olmamız şart mı? Bu müslüman alimlerden yararlanabilmek için müslüman olmamız, sadece müslüman olmamız yetmiyor mu?
Halbuki bunların hepsi bizim alimlerimiz,
bunların hepsi bizim salihlerimizdir. Dolayısıyle salih mü'minler olan bütün bu mezhep imamlarını, mezhep çatısını bir kenara bırakarak İslam alimi olarak görmek ve fıkıhla ilgili ictihada açık konularda hangi alimin görüşü Kur'an'a, İslam'a ve müslümanların içinde bulunduğu şartlara daha uygun ise onunla amel etmek hiç de zor değildir. Zaten ictihada açık konular dinin aslıyla ilgili olmayacağı için, müslümanlar muhayyer oldukları bu konularda farklı ictihadlara yönelselerde vahdet zedelenmeyecek ve bütün müslümanlar tevhid dininin temel esaslarında bir ve beraber olacaklardır.
Tabi ki bunları söylememiz,
umursuz ve umudsuz bir durumda olan dünya müslümanları arasındaki ne asırlardır devam eden ihtilafları durduracak, ne de bu müslümanlar arasındaki kamplaşmaları sona erdirecektir. Çünkü bu çok önemli konuya asırlardır mayalanan bir mezhep ve meşrep asabiyetiyle yaklaşan kitleler, İlahi huzura çıkasıya ve Allah aralarında hüküm veresiye kadar bu bağnazlıklarından vazgeçmeyeceklerdir. Nitekim bu olumsuz gerçeği gördüğümüz içindir ki Kur'an'a göre yapılması gereken bir iş veya gösterilmesi gereken bir tavırla karşılaştığımız zaman, "Bunu tüm müslümanlarla beraber nasıl yapabiliriz?" hayaline hiç kapılmıyor, tek kişi olsak dahi söz konusu iş ve yaklaşımı nasıl yapabileceğimizi düşünüyoruz.
Sıffin'in yaşadığı,
asırlardır yaşatıldığı günümüz dünyasında, bir ve beraber olan bir tevhid ümmetinden bahsetmek mümkün değildir. İbrahim Aleyhisselam'ın hanif dinine mensup hanif müslümanlar, İbrahim Aleyhisselam gibi artık tarihte, tarihin aydınlık sayfalarında kalmış gibidir!. Dünyanın içinde bulunduğu bu karanlık dönemde, din adına hak bir ses ve hak bir söz yankılanmıyor ise bunun nedeni İlahi kelamın sustuğu veya susturulduğu değil, bu kelama ortak bir ses veya nefes vermesi gereken müslümanların yokluğudur. Zaten yakın, çok yakın bir zamanda Rahman'ın lutfuyla dünyada İbrahimi bir ses yükselecekse, bu ses bir ümmetten, bir tevhid ümmetinden değil, Muhammed ümmetinin içindeki üç-beş garipten,
garip ve yalnız olan birkaç mü'minden yükselecektir.
SONA SON KALA
Mehmed ALAGAŞ
Mehmed Alagaş 01-07-2014 22:35 #629 | Ve aleykümselam Yusuf kardeşim bu konuda söylenecek çok doğru sözler olmasına rağmen her doğru söz yanlış ateşe yakıt olacağı için susmakta ve bu vahim olayın kişilere göre yargılamasını Rabbimize bırakmakta hayır vardır. "Peki bizler bu olayı hiç değerlendirmeyecek ve bu olaydan hiç ders almayacak mıyız?" diyenlere de "Kur'an-ı Kerim'in böylesi bütün konularda bizlere verdiği genel ders, bu gibi olayları da kapsamına aldığı için vahim bir parçalanma vesilesi olan bu olayı özel olarak gündemimize almaya ve sönmesini istediğimiz ateşi alevlendirmeye gerek yoktur" diyoruz. Yazıda da belirttiğimiz gibi bu olayda bizler için önemli olan böylesi olayların kesinlikle ve kesinlikle bir daha yaşanmamasıdır. Bu duaya amin diyenlerin çoğalması umuduyla.. |
Yusuf Gökce 30-06-2014 22:46 #626 | yaşayan sıffin s.a mehmet hocam, dediklerine katılmakla beraber bir ilave yapmak istiyorum.gerek şia gerekse ehl i sünnet tarihe ve islama doktirinel yaklaşmışlardır. bu da fırkalaşmanın temelini oluşturmuştur.şia 12 imam ; ehl-i sünnet ise sahabe doktiriniyle tarihe yaklaşmışlardır.şia 12 bu doktirinle islamın yetiştirdiği en salih hz. ebu bekire , hz.ömere... zalim derken ; ehl-i sünnet zalim muaviyeyi müştehit sayıp yaptığı zalimlikleri içtihat hatasına indirgemiştir.her iki taife de bir şekilde zulme ortak olmuşlardır.fırkalaşanların sonu elim bir azaptır.kuranda bu açıkca dile getirilmiştir.sizden öncekiler gibi fırka fırka olmayın yoksa size elim bir azap dokunur ayeti buna delildir.s.a sevğili hocam. |