Euzübillahimineşşeytaniracim
Bismillahirrahmanirrahim
Bildiğiniz üzere "Birlikte Değerlendirelim" üst başlığı altında, merhum ALAGAŞ hocamızın öncülüğünde önemli meseleler ele almış ve siz değerli kardeşlerimizin de katkılarıyla konuları ilmek ilmek işleyerek anlamaya/anlatmaya çalışmıştık. Hocamızın, vefatından kısa bir süre önce bir kardeşimize yazdığı cevaptaki şu satırlar, sitemizin bundan sonraki yayın hayatında ve özellikle "Birlikte Değerlendirelim" başlığı altında neler yapmamız ve hangi meselelere odaklanmamız gerektiği konusunda muhkem bir yol haritası oldu bizler için;
"... Mesela yazmayı sevmeyen bir abin olarak şu anki bilinç düzeyimle dünyaya yeni gelmiş olsaydım, dünyanın ve Müslümanların içinde olduğu bu durumu gördükten sonra geceli gündüzlü yazmaya başlar ve paylaşmam gereken gerçekleri hiç kimseye sormadan paylaşırdım. Lakin geldiğim bu noktada yazmak ve haykırmak istediklerimi zaten yazmış ve paylaşmış durumdayım. Yeni üç-dört kitap oluşturacak notlarım ve yazılarım olmasına rağmen yeni bir kitab çıkarmayı hiç düşünmüyorum. Çünkü benim açımdan yeni şeylerin yazılması değil, yazılanların anlaşılması dönemindeyiz."
Hocamızın henüz yayınlanmamış notlarının ve yazılarının paylaşılması mümkün olur mu? Eğer mümkün olursa ne zaman? Bunların hiçbirini bilmiyor, Rabbimizin takdirinin ne şekilde tecelli edeceğini bilemiyoruz. Ancak hocamızın yazdıklarını, layıkıyla anlaşılabilmeleri ümidiyle tekrar tekrar gündeme getirmek ve siz değerli kardeşlerimiz ile birlikte yeniden değerlendirmek istiyoruz. Müşkil bir meselenin özünü, en yalın ifadelerle paylaşmakta oldukça mahir olan Mehmed ALAGAŞ'ın ardından, böylesi bir çalışmanın faydalı olacağını umuyor, bir paragrafa aslında nelerin sığdırılabildiğini görelim/gösterelim istiyoruz.
Bu çalışma için en doğru başlangıcın, hocamızın "... son sözleriniz ne olurdu?" sorusuna verdiği oldukça kapsamlı cevap ile mümkün olabileceğini düşünüyoruz. Zira bir çok dersi ve nasihati içinde barındıran, adeta vasiyet niteliğinde bir cevap olmuştu Mehmed ağabeyimizin "Son Sözlerimiz Ne Olurdu?" yazısı;
"Son sözlerini söyleyip Rabbisine kavuşmak isteyen bir müslüman için ne güzel bir sorudur bu!. Gerçi şimdiye kadar yazdıklarımız ve konuştuklarımız da, yarın değil bugün ölecekmişiz duygusuyla ve telaşıyla idi. Mehmed abinizin yaşlandığı ve çok yorulduğu doğrudur. Resulullah (s.a.v.)'in "Beni Hud suresi kocattı-ihtiyarlattı" dediği rivayet edilir. Hud suresini Resulullah (s.a.v.) kadar anlamayan bizleri de ne yazık ki günümüzdeki müslümanlar ve müslümanım diyenler kocatmıştır. Tabi ki İlahi takdiri dikkate alarak onlara kızmıyor ve dua etmeye devam ediyoruz. Son sözlerimiz elbetteki bu ülkenin ve ümmetin samimi dindarlarına yönelik olacaktır. Ömrümüzün bu son günlerinde sizlere böyle bir dünya bıraktığımız için kendi neslimiz adına sizlerden öncelikle helallık diliyoruz. Kendi adımıza söyleyeceklerimiz ise bizler otuz -kırk yıldır gücümüz nisbetince haykırmamıza rağmen sesimizi gayri müslimler bir yana müslümanım diyenlere dahi yeterince ulaştıramadık."
Rabbimiz seni Rahmetiyle kuşatsın kıymetli Mehmed ağabeyimiz..
Sesinin yankıları olmasını ümit ettiğimiz bu çalışmamıza, üzerinde en çok durduğun TEVHİD gerçeğiyle başlıyor, tüm kardeşlerimizi son sözlerinde zikrettiğin aşağıdaki bölümü değerlendirmeye davet ediyoruz.
Duyanlar duymayanlara duyura..
"... Kur'an-ı Kerim'den anladığımız ve hep anlatmaya çalıştığımız en güzel gerçek, her zaman tevhid gerçeği olmuştur. Bir müslüman için yüzünü bir muvahhid olarak Allah'a döndürmekten ve tevhid üzere yaşamaktan daha güzel, daha anlamlı ve daha değerli başka hiçbir şey görmedik ve görmeyeceğiz.
Seksenli yıllarda Türkiye'deki müslümanlar arasında ciddi bir şekilde dikkate alınmaya başlayan bu tevhid gerçeği daha sonraki yıllarda ikinci plana bırakılmış ve kitablara döktüğümüz bütün feryatlara rağmen tevhidi yolun aksine laik ve demokratik yollara hızlı bir teveccüh olmuştur. Bu yanlış yönelişte hak ile realite karşı karşıya gelmiş ve haktaki değil realitedeki çıkış yolunu daha kolay ve daha akıllıca bulan realist müslümanlar (!) hızla demokrat ve liberal olmaya başlamışlardır. Bu yaşımıza kadar tekrar ettiğimiz "Hüküm hak, akibet hayır" sözü ne kadar doğru bir söz ise ne yazık ki "Hüküm batıl, akibet zulüm" sözü de o kadar doğru bir sözdür.
İyi ama ne yapabilirdik ki? İlahi takdirde bazı gerçeklerin nasihatle değil musibetle anlaşılması uygun görülmüşse, bizler kendi kulluğumuza sahip çıkmaktan başka ne yapabilirdik? Sizler de bütün kitablarımızda ısrarla belirttiğimiz gibi böyle bir çağda öncelikle kendi kulluğunuzu sahiplenmeli, bir muvahhid olarak kendi kulluğunuzu önemseyerek yaşamalısınız. Son nefesimize kadar rızkımıza kefil olan Rabbimiz, ahiretimize kefil değildir. Uhrevi akibetimiz bu kısa dünya hayatında yaptıklarımıza ve yapmadıklarımıza göre şekillenecektir. Toplumları kurtarmak için kendi kulluklarından taviz verenler, toplumları değil kendilerini bile kurtaramayacaklardır.
Teknoloji geliştiği için sahte şeyhlerin, mehdilerin ve mesihlerin birçok sanal keramet (!) ve mucizeleriyle (!) karşılaşabilirsiniz. Bu gibi olaylar karşısında böylesi kişilerin gösterdiklerine değil Allah karşısındaki duruşlarına, kulluk yaşayışlarına ve sizi neye davet ettiklerine bakınız. Alemlerin Yaratıcısı olan Allah'tan gayrısına yapılan bütün davetlerden uzak durmanız gerektiği gibi böylesi kimselerden de uzak durunuz. Sizleri sırat-ı mustakimden başka yollara çağıran, Allah karşısında yaptıkları ve yapmadıkları ile kendisini kurtaramayan bir insana, sakın ola ki bir Kurtarıcı gözüyle yaklaşmayınız."
9 Nisan 2022
insandergisi.com
Köksal Şahin 30-04-2023 17:15 #5681 | ’Realite’ Hakkında "... Beklenen vakit gelmiş ve Allah'ın emrini gözetleyen Musa Aleyhisselam’a “Kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir, onlara denizde kuru bir yol aç, (size) yetişilmekten korkmadan ve endişeye kapılmadan. (20-Taha 77)” diye vahyedilmişti. Tabi ki realiteyi dikkate alan ve somut olan realiteden etkilenen insan aklının, anlamakta güçlük çekeceği bir buyruktu bu!. Çünkü Musa Aleyhisselam’ın gitmesi gereken istikamette koca bir deniz bulunmakta ve denizle karşılaşıldığı zaman “Denizde kuru bir yol açmak” gibi, beşeri aklın kavrayamayacağı bir olaydan bahsedilmekteydi!. Oysa insan aklına göre bir denizin geçilmesi, geçilebilmesi için, ya büyük gemiler olmalı veya çok büyük köprüler kurulmalıydı!. Ancak biliyoruz ki Kur'an-ı Kerim'deki birçok İlahi hükümde olduğu gibi; bu İlahi hükümde de söz konusu detaylar veya “Denizde kuru bir yolun, nasıl açılabileceği!.” gibi söz konusu ayrıntılar hiç yoktu. İşte böyle bir emirle karşılaşan Musa Aleyhisselam, Musa Aleyhisselam’da yaşanan mucize ve musibetlere bizzat şahit olmakla gerçekleşen bu değişim ve gelişim, aynı mucizelere iman eden biz müslümanlarda da gerçekleşmesi gereken bir değişim ve gelişimdir. Çünkü bu mucizeleri bizzat yaşamak ile, bizlere Allah’ın bildirdiği bu mucizelere yakinen iman etmek arasında önemli bir fark olmamalıdır. Zaten bu çalışmaların başında da ısrarla belirttiğimiz gibi bizlere bu kıssaları, bu olayları anlatan Rabbimiz, bu olayları bizzat kendimiz yaşamışız gibi iman etmemizi dilemektedir. Bunu yaptığımız zaman söz konusu bütün olayları özgeçmişimize dahil edecek ve içeriğinde Nuh, İbrahim, Yusuf ve Musa gibi örnek mü'minlerin bulunduğu bu geniş özgeçmişimizle, bizleri bekleyen günümüz Evet, Zanni olmayan bu sözlerimiz, Yazdıklarını okumaya ve televizyonlardaki konuşmalarını birkaç dakika bile dinlemeye tahammül edemediğimiz bu kimseleri muhatap almamamızın ve akli safsatalarını apaçık ayetlerle yerle yeksan etme çalışmasına girmememizin yegane nedeni; hakkı esas alan gündem anlayışımıza sadık kalarak, kendi içinde devamlı bir üretkenlik halinde olan bu batıl görüşlerle uğraşmaya vaktimiz olmadığı içindir. Fakat yine de bu kimseleri uyarmak istiyor ve karşılaştıkları her olayda realiteyi dikkate aldıkları kadar, bu realiteyi Yaratan Allah'ı ve Allah'ın yardımını da dikkate almalarını istiyoruz. Çünkü Musa Aleyhisselam’ı gemisiz ve köprüsüz bir şekilde denizden geçiren o İlahi yardım, İlahi vahye iman eden ve akli kuşkulara rağmen bu vahyin gereğini yaşayan günümüz müslümanları için de geçerlidir. Yeter ki hükme iman edip, bu hükmün Sahibine güvenerek yola çıksınlar ve önlerinde koskoca bir deniz dahi olsa, hiç kuşku duymadan bu denize doğru yürüyebilsinler." Mehmed ALAGAŞ Beklenen Müslümanlara - Yaratılış ve İnsanlık Tarihi |
Köksal Şahin 26-04-2022 09:16 #5400 | Bilimsellik Putu! Selamünaleyküm, İlah, "kendisine kulluk edilen varlık" demektir. Bu varlıklar, soyut veya somut her türlü; kişi, kurum, otorite, sistem, hayvan, nesne veya akıl, duygular, içgüdüler ve bedensel ihtiyaçlardan müteşekkil "kişinin kendi nefsi/benliği" olabilmektedir. Kulluk -bilerek ya da bilmeyerek- ilah edinilen varlığı hayatının merkezine koyarak; onun varlığını, vasıflarını ve gerçek veya atfedilen fiillerini 'mutlak' manada yüceltmek, kendi inanç, düşünce ve fiilleri için bağlayıcı kabul etmek ve ilah edinilen varlığı kutsamak veya ona ibadet etmek gibi yönleri bulunan bir eylemdir. Kişi kime ve neye kulluk ediyorsa ilahı odur veya kimlere ve nelere kulluk ediyorsa ilahları onlardır ki bu çalışmada bunların tamamını "sahte ilahlar" olarak anacağız. Her sahte ilah bir puttur. Her put bir sahte ilahtır. Kendisinin ilah olarak kabul edilmesini (putlaştırılmayı) açıktan veya üstü kapalı şekilde talep ederek ilahlık iddiasında bulunanlar olabileceği gibi, kendilerinin bilgi ve iradeleri dışında insanlar tarafından putlaştırılan (ilah edinilen) varlıklar da olabilmektedir. Tekrar edelim; bu varlıklar, soyut veya somut her türlü; kişi, kurum, otorite, sistem, hayvan, nesne veya akıl, duygular, içgüdüler ve bedensel ihtiyaçlardan müteşekkil "kişinin kendi nefsi/benliği" olabilmektedir. Tevhid itikadı işte tüm bu sahte ilahları reddetmek ve "Tek İlah" olarak Allah'ı; zatında, sıfatlarında ve fiillerinde eşsiz ve benzersiz ilan etmek (birlemek) temeline dayanmaktadır. Tevhid itikadına sahip olma ve bu itikad üzere kalma çabası, "sahte ilahlar" konusunu iyice anlamayı gerektirir. Sahte ilahları bilip-anlamadan, sadece Tevhid cümlesini tekrarlamak maalesef yeterli değildir çünkü Tevhid'in zıddı olan "şirk" son derece sinsi bir düşman olarak hayatımızın her anında fırsat kollamaktadır. Adem A.S.'dan Muhammed S.A.V.'e kadar gelmiş-geçmiş bütün resûller, yaşadıkları dönemin putlarına karşı gösterdikleri mücadeleleriyle bizlere örnek olmuşlardır. Kuran'da kıssaları anlatılan resûllerin hayatlarını dikkatle incelersek, her birinin, kendi dönemlerinin en çok itibar gören putlarını (sahte ilahları) mücadele listelerinin ilk sırasına yerleştirdiklerini görebiliriz. Öyleyse bizim de öncelikle, yaşadığımız dönemin en çok itibar gören sahte ilahlarını (putlarını) tespit etmemiz ve bu putları ifşa ederek insanları uyarmamız ve onları Tevhid'e davet etmemiz gerekmektedir. Yaşadığımız çağı "modern (!) çağ" olarak tanımlarsak, günümüz putlarını da "modern çağın putları!" şeklinde tanımlamak yanlış olmaz diye düşünüyorum. Bu putlar elbette çok fazladır ancak içlerinden biri -en şeytani ve şerli olanı- listemizin ilk sırasında yer almak durumundadır.. Modern çağ putlarının anası "Bilimsellik Putu"dur. Diğer tüm putları sağımızda solumuzda gördüğümüz nesnelere benzetirsek, bu putu da tüm fiziki yaşam alanımızı çepeçevre kuşatan ve "hakikat nuru" ile bağımızı kesmeye çalışan, isli-cam bir fanusa benzetebiliriz. Diğer tüm putlar da insanlarla birlikte bu dev ve karanlık fanusun içerisinde bulunmaktadır. Bu put -varlığını pek de hissettirmeden- diğer putların çoğalması, beslenip büyütülmeleri ve iyice semirmeleri için gerekli zemini hazırlamak üzere dizayn edilmiştir baş şeytan tarafından (Allah'ın laneti üzerine olsun!). Fanusun içerisindeki diğer -nispeten önemsiz- putların hırpalanmaları ve kırılıp dökülmeleri çok da önemli değildir çünkü yaralarını saracak ve kendilerine kitleler halinde yeni müritler kazandıracak şeytani iklim, yine bu fanusun sınırları içerisinde yeşertilmektedir. Bilim, özünde insanlık için faydalı bir uğraştır. Rabbimizin; maddeye, doğaya ve insanlar da dahil olmak üzere canlılara verdiği özellikleri araştırmak, süreçler hakkında nedensellik bağları aramak (sebep-sonuç ilişkileri kurmak) ve bunlardan insanlığa teorik/pratik faydalı sonuçlar üretmek, ürünler geliştirmek elbette Rabbimizin müsaade ettiği hayırlı ve güzel işlerdendir. Bu yüzden, laboratuvar ortamında, deney ve gözlemlere dayalı olarak yapılan ve septik (şüpheci) düşünceyi esas alan (yanılabileceğine inanan) bilimle bir problemimiz yoktur ki bu bilimselliğin faydalarından ve ürünlerinden de halihazırda istifade etmekteyiz. Ancak kendini "ilim" yerine koyan, evreni ve dünyayı laboratuvar, insanları ve diğer canlıları üzerinde deney yapılacak kobaylar olarak gören sahte bilimle sorunumuz vardır çünkü bu sahte bilim, haddini fazlasıyla aşmaktadır. Heliosentrizm (güneş merkezli evren modeli) ve küre dünya teorisi, yaratılışı inkâr (Big Bang Teorisi) ve yaratışı inkâr (Evrim Teorisi) gibi yüzlerce konuda, Rabbimizden gelen İlahi mesajları inkâr ederek kendi aydınlanmacı (!) faşizmini kitlelere dayatmakta ve bu haliyle dogmatik (sorgusuz sualsiz) bir teslimiyet veya -en iyimser bakışla- kendi ürettiği disiplinlere katı bir bağlılık talep etmektedir sahte bilim. Bu durumun en somut örneklerinden biri, yakın zamanda şahit olduğumuz "Covid-19 p(l)andemisi" yani salgın sahtekârlığıdır. Küreselci DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından, sözde virüs (!) salgınından koruyacağı vaadiyle dikte edilen aşı ve diğer ölümcül tedavi (!) yöntemleriyle, son üç yılda dünya insanları şiddetli bir korku iklimi ablukasında adeta teslim alınmış, bu sahtekârlığı sorgulayan -doktorundan işçisine- az sayıdaki aklı başında insan ise deli muamelesi görmüş ve bilim karşıtı! olmakla suçlanmıştır. Evet.. İnsanların her yıl mütemadiyen yaşadıkları; soğuk algınlığı, nezle, grip gibi solunum yolu rahatsızlıklarını, ne idüğü belirsiz test çubuklarını insanların beynine beynine sokmak suretiyle yapılan ve istediğini negatif-istediğini pozitif gösterebilme kabiliyetine (!) sahip PCR testleri marifetiyle "Kovid Pozitif" olarak etiketleyip, bu kurbanları; karantina, evde tedavi, hastane, yoğun bakım, entübe, cenaze sarmalına sokan, bunlardan sıyrılmayı başarabilenleri ise kapatmalarla, ekonomiyle, ekmeğiyle terbiye etmeye çalışan, yine bu sözde hastalığa şifa olarak içerisinde ne olduğu belli olmayan sıvıları "aşı" diye -hem de bedava- pazarlayan, bu sorgulanamaz, eleştirilemez, hikmetinden sual olunmaz (!) putun, bu sahte ve şeytani bilimin; Bilimsellik Putu'nun karşıtıyız! *************** "Dünyada refah ve mutluluk mu arıyorsunuz? Sizi çok seviyor ve düşünüyoruz, sizin derdiniz; bizim derdimiz. Filozoflarımız, sosyologlarımız, psikologlarımız ve diğer müthiş bilim insanlarımız.. Yemediler, içmediler, sizin dünyevi rahatınız ve mutluluğunuz için çözüm yolları araştırdılar ve buldular! Buyrun sandıklara. İstediğinizi seçin, iktidara getirin ve hak ettiğiniz refaha ve mutluluğa ulaşın. Gördüğünüz gibi; bu hakkaniyetli sistemimizde halkları yönetime ortak ediyor ve vatandaşlara kendi kaderlerini tayin etme hakkı (!) veriyoruz. Yetti mi? Yetmedi! Kutsal amaçlarınız mı var? İnandığınız 'tanrı' sizden iyi şeyler yapmanızı mı istiyor? Buyrun, siz de sahneye çıkın ve kendinizi insanlara anlatın. İktidara gelirseniz kim bilir ne kadar kutsal mübarek işler yapacaksınız, hele bir düşünün.. Yalnız bu büyük lütuf (!) karşılığında sizden küçük, çok küçük bazı isteklerimiz olacak daha sonra. Arkadaşlarımız ricacı olduklarında kırmazsanız seviniriz...!" Gözümüzün içine baka baka, utanmazca yalan söyleyen ve bu yalanlarla kandırdıkları kitlelerin arasına dahil olan samimi müslümanların ve aynı samimiyetle onları takip edenlerin, Tevhidi istikamet yerine boş hayaller peşinde koşmalarına vesile olan ve bütün bunları müslümanlara "realite" kılıfında pazarlayan, bu ultra bilimsel (!) sistemin sahipleri.. Bu şeytani zihniyete tabi -merhum Mehmed ALAGAŞ üstadımızın tabiriyle- "Şeytö" üyelerinin iman ettikleri manifestonun en önemli maddelerinden biri şudur; "Çok büyük kitleleri kandırmak istiyorsan, çok büyük yalanlar söyle." *************** Rahmetli Mehmed ağabeyimiz, kitapları ve bu sitede yazdıklarıyla Bilimsellik Putu'na ciddi darbeler indiren ender şahsiyetlerden biriydi (mekânı cennet olsun). Bizler de Tevhid itikadına sahip muvahhidler olarak, sivrisineklerle uğraşmak yerine bataklığı hedef almak istiyorsak, İbrahim A.S. gibi baltayla girişmemiz gereken en büyük put; diğer küçük putların anası olan işte bu Bilimsellik Putu'dur! Eğer Rabbimizin lütfuyla o isli-puslu-cam fanusu çatlatabilir ya da kırabilir ve "hakikat nuru"nun içeriye girmesine vesile olabilirsek, işte o zaman adına "realite" denilen tüm bu sahtekârlıkların insanlar için sadece birer yanılgıdan/yanılsamadan ibaret olduğu anlaşılabilecek ve diğer sahte ilahlar, putlar/putçuklar da kolaylıkla tespit edilerek gereği yapılabilecektir.. Selametle.. |
Seyyit Hüseyin Alagaş 24-04-2022 09:09 #5397 | Tevhid Mi Uzak Şirk Mi? Çocukluğumdan bu yana ne zaman "ALLAH’a şirk koşmak" dense içim ürperir, "acaba ben de şirk koşuyor muyum?" diye kendime bakardım. Bu anda şeytani bir vesvese gelir, "şirki müşrikler koşar sen Müslümansın!" der ve beni bu düşüncelerden alıkoyardı. Şimdi anlıyorum ki çocukluğumdaki düşünce düzlemimde tek realitem Müslüman olmammış ve şeytan aleyhillanenin de bana böyle bir vesvese vermesi çok doğru bir yaklaşımmış kendi açısından. Bu durumda, günümüzdeki Tevhid ve şirk anlayışının; daha realist vesveseler, daha realist tağutlar ve daha realist belamlar ile manipülasyona uğraması çok normal bir durum değil midir? Damarlarımızda gezinen şeytan, nabzımıza göre vesvese veriyor, herkesin düşünce düzlemine göre vesveselerini güncelleyip altın tepsilerde kalabalıklara sunuyor ve kendisini yormadan dostlarının şakşakçısı haline getiriyor. Ne yazık ki durum böyle… Kuran-ın deyimiyle "temiz akıl sahipleri" derken, çocuk aklıma ilk gelen "Allah'a şirk koşmak korkusu"nun ne kadar doğru, ne kadar kilit bir nokta olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum Elhamdülillah. Gerçek Tevhid'i ararken şirkten uzaklaştığımızı sanmamız ne kadar büyük bir yanılgı olarak karşıma çıkıyor şimdilerde. Oysa herşey zıddıyla güzel değil mi? Şirkten kaçtığımızı ‘zan’ ederken acaba onu önemsizleştiriyor ve daha mı çok unutuyoruz? Çocukluk çağımdaki saf ve günahsız yüreğimde hissettiğim şirk korkusu, ne oldu da Tevhid limanından ufka açıldı? Ne oldu da o ilk günkü körpe benliğimde taptaze duran şirk korkusu, kendinden emin bir ben duygusuna karışıp yok oldu?.. Günümüzdeki realist entellektüel Müslümanları da buradan yola çıkarak değerlendirmemiz ve bu büyük Tevhid yanılgısını şirkten çok uzaklara koyarak, şeytan aleyhillanenin hep aynı oyunun farklı versiyonlarını oynayarak çok sinsice hazırladığı bu tuzağa düştüklerini görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Psikolojik vakalarda kanundur; hastanın çocukluğuna inilir ve oradaki travmalar bulunup sorun o travmalar üzerinden çözülmeye çalışılır. Şimdiki halimizde de durum bundan farklı değildir. Müslümanların yaşadığı büyük travmalar ele alınıp Tevhid yanılgısının bu travmalarda çözülmesi gerekmektedir çünkü Müslümanların Tevhid süreci büyük travmalar ile doludur. Her Müslümanın "hangi bahçenin gülü" olduğu düşüncesini bir kenara bırakarak, çocukluğunun temiz fıtratındaki Tevhid gerçeğini ve en önemlisi tazecik "Allah’a ortak koşma korkusunu" bulup, günümüzdeki şirk putlarını İbrahim A.S. misali kırması zor değildir. İbrahim A.S. da bu putları kırarken çocuk değil miydi? Gerçi böyle düşününce zor olmasa da diğer bir yönüyle de çok zordur bunu yapmak. Putları kırmak kolay olsa da "putlarsız yaşamak" korkusu çok zordur. Öncelikle insanlarda olmazsa olmaz olan "bilimsellik putu"nu ortadan kaldırmak, bundan mahrum kalmak, "mutlak bilgi, ilgi ve kurtuluş" anlamlarının yüklendiği bu putun yokluğu, ne kadar zordur değil mi? Mal, makam, şehvet ve beğenilme arzusu ile inşa edilen putların yokluğu, insanların "küçük kıyameti" haline geldi deyim yerindeyse… Peki nedir bu travmalar? Realite yanılgısına düşmüş günümüz Müslümanlarını bu duruma, insan fıtratını bizden daha iyi bilen şeytan aleyhillane ve onun dostları getirmiş, bu şeytani düzende Müslümanlara yaşatılan baskılar, darbeler ve 28 Şubat’daki cadı avı misali travmalar sonrası, yine kendi şeytani sistemini süslü göstererek Müslümanların eline vermiştir. Ne yazık ki Tevhidi gerçek Müslümanları, garbın realitesindeki Tevhid yanılgısına düşürmüş, kitlelerin, Allaha ortak koşan Müslümanlar güruhuna dönüşmesine neden olmuştur. Bazen "çocuk olmak güzeldir" derler ya, bence bunu sadece oyun oynamak gibi algılamayalım. Hayatımızın mutlak değeri olan TEVHİD gerçeğinin ve şirk korkusunun en güzel-saf halini kirlenmemiş yüreğimizde bulmak, belki de şimdilerde çocuk olmaktır! "Biz büyüdük kirlendi dünya!" yerine; "Biz büyüdük mutlak değerlerimiz küçüldü!" desek daha doğru olur herhalde... TEVHİD ve ŞİRK gece ve gündüz gibi, ne çok yakın, ne çok uzak. Tevhidin güneşinde yol almak varken, gündüz vakti Tevhid'i uykuya tutturmak ve şirkin zifiri karanlığında koşturmak ne kadar zor değil mi! Ama durum böyle. Herşey bu kadar kolay iken yine çok zor. Bunu bize zorlaştıran da ne yazık ki Müslümanlara kolaylık gibi gelen "bilimsellik putu" değil mi? Bilim geliştikçe nedense beyinlerimiz küçüldü, sorgulayamaz, akledemez hale geldik. Köksal abinin de dediği gibi, "bilimsellik" konusunu daha detaylı araştırmamız gerektiğini düşünmekteyim. "Allah bize akıl, fikir, feraset versin İnşallah" diyor, kendimce böyle bir yorum yapıyorum. Allah’tan, bu konuyu açıp benim de bu konuyu tefekkür etmeme vesile olan abilerimden razı olmasını niyaz ediyorum… Özetle; tüm insanlık, bindiği TEVHİD treninden, çoğunluğa ait realite durağında inip sonrasında şirk trenini hıncahınç doldurmuş ve tren değil, yolcular makas değiştirmiştir. Bu trenin son durağı; "Onlar için varılacak mutlak yer cehennemdir, orası ne kötü bir konaklama yeridir!" mealindeki ayetler ile Rabbimiz tarafından gösterilmiştir. Şu unutulmamalıdır ki Tevhid treni yoluna devam etmektedir ve kıyamete kadar da devam edecektir. Her an; şirki, tağutları, belamları fark eden ve akleden, uyanık Müslümanları almak için Tevhid durağında onları beklemektedir. Tren daha kaçmamıştır... Ne mutlu, önderimiz Muhammed S.A.V.'in yolundan yürüyenlere! |
Gülsüm Alagaş 22-04-2022 12:41 #5393 | Tevhid Fıtrata Sadakattir Selamun Aleyküm, İslam üzere yaratılan bu fıtratın değişmeyeceğini bilen şirkin akıl hocası şeytan aleyhillane, bu nedenle fıtri temayülleri değil bu temayüllerle yönelinen şeyleri değiştirme çabasına girmiştir. Örneğin fıtraten korkmaya meyyal yaratılan insanoğlundaki korkuyu yok etmeye çalışmaz çünkü bunun mümkün olmadığını bilir. Bunun yerine fıtri olan bu korkuyu Allah’tan gayrısına yöneltip, insanoğlunu Allah’tan gayrısının korkusuyla doldurmak ister. İslami bilgisi çok olmayan, herkesin bildiği; doğruluk, dürüstlük, yardımseverlik, namaz, oruç, örtünme gibi en bilinen hakikatleri en genel şekliyle bilen bir genç kızdım üniversite yıllarımda. Henüz örtünmemiştim fakat örtünmenin hak olduğuna iman ediyor ve örtünmek de istiyordum. Okula poşette götürdüğüm başörtüsü ve eteğimle namaz kılıyordum okul sıralarında. Öyle grup , cemaat, tarikat nedir bilmezdim. Ne derler-ne ederler haberim yoktu kendilerinden. Sınıfımızda cemaatlere mensup örtülü arkadaşlar vardı ve ben, örtülü oldukları için onları kendimden üstün görürdüm. Okulun üçüncü yılında stajımız başlamıştı ve 28 Şubat’ın rüzgarı esmeye başlamıştı tam da o sıralar. İlk staj günümüzü hiç unutmuyorum. Tüm stajyer öğretmenleri staj yapacağımız okulun öğretmenler odasında topladılar. Okul müdür yardımcısı bizimle bir toplantı yaptı. Toplantının tek gündem maddesi vardı; başörtüsü. Duyduklarıma inanamamıştım. Müdür yardımcısı başörtülü arkadaşlara dönerek; "Bizim velilerimize karşı sorumluluğumuz var, sizi bu şekilde okulumuza alamayız. Başörtülerinizi okulun dış kapısında açmak zorundasınız!" demişti. Dedi ama ikinci şoku bundan sonra yaşadım. Bekledim ki başörtülü arkadaşlar kalkıp haklarını savunsunlar. Fakat olmadı, hiç birinden ses çıkmadı. Uzunca bir bekleyişten sonra ayağa kalkıp konuşmak zorunda hissettim kendimi; "Beyefendi! Başörtüsü Allah’ın emridir. Sizin velilerinize karşı sorumluluğunuz var da başörtülü arkadaşların Allah’a karşı sorumlulukları yok mu?!" demiştim. Çıkışta beni önce takdir sonra da tenkit etmişlerdi; "Helal olsun! Ağzına sağlık! Ne güzel söyledin ama kızım sen neden böyle bir şey yaptın? Bu stajdan kaldın inan ki.." demişlerdi. Bir türlü anlamamıştım onları, suskunluklarını. Hak tekti ve madem yaptıklarının hak olduğuna iman ediyorlardı, bu haksızlığa neden sessiz kalıyor ve Allah için yaptıkları bir şeyden ötürü Allah’tan başkasından neden korkuyorlardı ki? Allah korkusu tek iken Allah’tan gayrı korkular çoktur insanlar için. Yine fıtratlarındaki razı etme temayülü ile mü’minler Tek olan Allah’ı razı etmeye çalışırken, müşrikler yollarının kesiştiği tüm insanları razı etme telefliğine düşmektedirler. |
Enes Yılmaz 22-04-2022 11:29 #5392 | Realitenin De Sahtesi Çıktı (Metaverse) Selamünaleyküm, Hak ile dolduramadığımız gündemlerimizi, günümüzde şeytan ve dostları durmaksızın yeni gündemlerle doldurmaya devam ediyor. Biz Kur'an-ı Kerim'i gündemimize almadığımız ve onunla hemhal olmadığımız sürece, dünyadaki yalancı güzellikler de yalancı sıkıntılar da bizleri oyalamaya devam edecek ve gidişatımızı değiştirmezsek hiç de hayırlı olmayan bir sona sürükleyeceklerdir. Günümüzde, batılın temsilcisi şeytani zihniyet, "realite" denilen oyuncağın da sahtesini çıkarmış ve insanlara olmayan parayı aldırtıp "Metaverse" denilen sanal dünyada, olmayan arsaları/evleri satmaya başlamıştır. Geçmişte sapıtarak yoldan çıkan Kilise'nin, ahiretten tapu satarak yaptığını şimdi yine aynı düşünceye hizmet edenler Metaverse'ten yapmaya başladılar. Peki, tezgah da tüccar da hep aynı ama ölümü unutup, "Akletmez misiniz?" diye defalarca soran Rablerine gözlerini ve kulaklarını tıkayarak; "Bunlar yıllarca önce yazılan masallardır." deyip, kendilerini tarihin her döneminde olduğu gibi şimdi de aynı tüccara kazıklatan ve gerçek/ebedi bir hayatı bırakıp hayali satın alan müşteriler kimlerdir? Neden bu ticarette hep kaybetmektedirler? Tüccar mı çok kurnazdır yoksa alıcılar mı akletmez? Bunları bilemem ama Rabbim bu duruma çok yakında müdahale edecek ve tüccarı değil ama o tezgâhın müşterilerini sarsacaktır... |
Köksal Şahin 22-04-2022 08:55 #5390 | Modern Çağın Putları! Selamünaleyküm, Değerli yorumlarıyla katkıda bulunan ve yorum yazmasa da konuyu takip eden (sınıfın sessiz sakinleri) tüm kardeşlerimize teşekkür ederim. Buraya kadar olan bölümde kardeşlerimiz çok güzel tespitlerde bulundular, tefekkür ürünü olduğu anlaşılan, altı çizilecek satırlar ortaya koydular. Her birinden Allah razı olsun.. Sağolsun Zeyd kardeşim önceki yorumlarda hatırlatmıştı ama konunun bu aşamasında, Mehmed ALAGAŞ hocamızın "Tevhid" tanımını tekrar hatırlatmak isterim: Bu tanımlama içerisinde anahtar kelime "mutlak" kavramıdır. Bu kavramın Tevhid tanımı içerisindeki görevi, "tartışmasız bir kesinlik ve kapsayıcılık" ifade etmesidir. "Mutlak muktedir" denildiğinde, bu; aksi mümkün olmayacak şekilde, dilediği her şeyi yapma kudretine sahip yegâne bir Varlığı ifade eder ki bu Varlığın "Allah" olduğuna iman etmek Tevhid'in gereğidir. Salih Can kardeşimin "yetkin olarak tüm nitelikleri kendisinde toplama" tarifindeki "yetkin" kelimesi de aynı "mutlaklığa" işaret etmekte. ******************* Kemal Sallabaş kardeşimiz yorumunda; Maruf Can kardeşimiz de "realite yanılgısı"nı kapsamlı şekilde açıkladığı son yorumunda, bu putlardan birini ifşa ediyor; Bir sonraki yorumumda bu konuyu biraz daha açmak isterim İnşallah.. Selametle.. |
Salih Can 22-04-2022 04:04 #5389 | Tevekkül Tevhid kelime olarak ALLAH'ın varlığına, tekliğine, eşi ve benzeri olmadığına ve yetkin olarak tüm nitelikleri kendisinde topladığına inanmaktır. Günümüz müslümanlarının Allah'ın varlığından, eşi ve benzeri olmadığından, tek olduğundan şüphesi olduğunu zannetmiyorum. Aksi takdirde kendilerini müslüman olarak tanımlamazlardı. Bu saydığım özellikleri bilmeden inkar etmek çok zor bir ihtimal ama tevhidin temel taşlarından olan "yetkin olarak tüm nitelikleri kendisinde toplama" konusu biraz daha farklı. Bence bizlerin tevhid tanımının gerçeğini kaçırdığımız ya da kendi adımıza zarara uğrattığımız nokta da burası.! Yetkin olarak tüm nitelikler derken kastım Esmaü'l-Hüsna'dır. Yani rızkı verenin, işitenin, görenin, ceza verecek ya da gazaplanacak olanın, affedecek/merhamet edecek olanın ALLAH olduğu gerçeğini ıskalamak bizleri dünyevi bazı kaygılara itip realite yanılgısına sokabiliyor. Misal rızkı allah verir gerçeğini realitede patrona yada müşteriye bağlamak bu konunun en basit örneği olabilir. Dünyevi hayattaki endişe ve korkularımızı tevhid gerçeğine kanalize edersek bu duruş bize dünyada değilse bile ahirette fayda sağlayacaktır. |
Maruf Can 21-04-2022 03:02 #5387 | Realite Yanılgısı Tekrardan selamunaleyküm. |
Kemal Sallabaş 20-04-2022 04:14 #5385 | Selamünaleyküm Rabbim Mehmed hocamıza ve bizlere rahmet etsin... Dünya hayatında imtihan olurken her gün her dakika yeni yeni "ilahlar" türetildiğine de şahit oluyoruz. Realite adı altında türetilen bu ilahlar bizim imtihan vesilemiz değil mi? Mehmed hocamızın bahsettiği gibi tevhidi ikinci plana atanlardan olmamak İçin, Tevhid şuurumuzu Zeyd abimin de dediği gibi sürekli güncellememiz gerekiyor. Saymakla tükenmeyen ilahlar artarken imani kimliğimizi korumanın tek yolunun bu olduğunu da Rabbimiz'in kelamından öğreniyoruz. Sınıf içinde ve yaşadığım hayatta bana tevhidi anlatan ve diri kalıp güncellememe vesile olan Hocam ve kardeşlerime dua ediyorum. Allah bizleri tevhidi anlayan ve anlamaya açık olan hakkı ve sabrı tavsiye eden kardeşlerimizle beraber etsin. O yüzden üç beş kişi amca yeğen akraba da olsak gerçek akrabalığın tevhidi yaşayan ve tebliğ edenler olduğunu düşünüyor ve sayıya bağlı kalmadan bir kişi bile olsa tevhid gerçeğini haliyle ve diliyle haykıran kardeşlerin çok kıymetli olduğunu biliyorum. |
Salih Can 18-04-2022 04:23 #5379 | Kekeme Beyinler! Kalpleri evirip çeviren Allah'a hamd olsun. Öncelikle bu yorum vesilesi ile Mehmed amcama bir kez daha Allah'dan rahmet dilerim. Ölüm dünyevi manada en acı hakikat bunu kabul ettim, lakin şu geçtiğimiz dört aylık süreçte varlığını çok aradım ve yokluğunu çok hissettim. Bu özel hislerimi burada yazıyorum ki, bunca kalabalık içinde bile bir insan dara düştüğünde seninle hasbihal etmeyi sıkıntısını sana açmayı düşünüyorsa, körlüğünü sağırlığını bilmem amma iyi ağırlamışsındır demektir amcam. Allah senden razı olsun. İman ettiğimiz gerçekler ile yaşadığımız gerçeklerin farklı olması, hakikatin değil bizim sorunumuz. Biz iman ettiğini söyleyenler sinemizde olanla dilimizde olanı bir etmedikçe Allah bizi bir etmeyecektir.! Tevhid.. Vahdet.. Bunlar güzel kelamlar. Kardeşlik.. Allah'ın ipine topluca sarılmak.. Bunlar güzel ameller. Bunlar hayata geçirilse realiteye dökülse tek derdimiz İ'lâ-yi Kelimetullah'ın yeryüzüne hakim olup olmadığı olacak. Ancak bunlar önce evlerimizde, sitemizde, ilçemizde, ilimizde olmalı. |
Çağkan Ersan 18-04-2022 02:27 #5378 | Selamün aleyküm Mehmed Hocamızın adeta vasiyet babındaki yazısının o gün de olduğu gibi bugün de tazeliğini koruyan konular içermesi dikkatimizi çekiyor. |
Zeyd Can 15-04-2022 06:13 #5373 | Eyvallah... Kalemlerinin mürekkebini yürekleriyle dolduran kardeşlerimizden Rabbimiz razı olsun.. Henüz ses vermemiş olan diğer kardeşlerimize olan hüsn-ü zannımı korumama rağmen, durağan başladığımızı görünce aklıma hocamızla yaptığımız değerlendirmeler sırasında bazı çevrelerden işittiğimiz istihzalı lakırdılar geldi; Özetle, insanın yanılmaya meyyal olduğunu ve yarattığını çok iyi bilen Rabbimizin de merhametiyle birçok yanılgımızı affedebileceğini, ancak TEVHİD gerçeğini yaşamak yerine, ŞİRK bataklığına dalmış olarak ölenlerin asla affedilmeyeceğini hatırlatarak, İlahi Kelam'a olan muhtaçlığımızın altını çizmiş.. |
Maruf Can 12-04-2022 19:05 #5371 | Tevhid Gerçeği Cümleten Selamunaleyküm. |
Mehmed Can 12-04-2022 05:31 #5368 | Yokluğunda İlk Ders Hocam Şimdi senin yokluğunda daha önceki yıllarda işlediğimiz tüm derslerin ne kadar kıymetli olduğunu daha iyi anladık.. |
Hanzala 12-04-2022 04:10 #5367 | Gerçek ve Yanılgı Esselamü Aleyküm Yıllarca dindar olduğumu hatta iyi bir Müslüman olduğumu düşünüyordum. Mehmed abinin yazıları ve bu sayfa sayesinde nasıl bir yanılgı içinde olduğumu elhamdülillah anladım. Hayatın içerisinde "Müslüman olmakla" Müslüman yaşamak arasındaki farkı rahmetli Mehmet abi sayesinde anlayabildim. Rabbim ona Rahmet etsin. Bir Müslüman olarak hayatımı realite ile geçirip gerçeklerin üzerini eksik bilgilerle bir güzel örtmüş ve hatta güneş sızmasın diye de kenarlarından iyice sıkıştırmışım. Bunun başlıca sebebi düşünce sığlığı idi.. Çocukluktan başlayan yanlış bilgi ve bilgi eksikliği... Aile içerisinde dinin belli kural ve kaidelerini, "tarikat büyükleri, şeyhler vs ne diyorlarsa odur..! Sen onlardan daha iyi mi bileceksin..!" lerle öğrendik. Yaş ilerleyip Rabbimin de lütfu ile doğru düşünmeye başlayınca, aciz olan bizlerin acziyetini sopayla kafasına vurulmuşçasına anladım. Rahmetli Mehmed abinin "son sözlerimiz ne olurdu" yazısını çok önceleri okumuş ve kendimce dersler çıkarmıştım. Bu derslerin ilk olanı da, farkına varmadan hayatımın içinde TEVHİD anlayışını eksik ve bir o kadar da yanlış yaşadığım idi. Düşüncede teklik ama yaşantıda (Rabbim affetsin) farkına varmadan korkularla TEVHİD anlayışını yaşamışım. Konunun tekrar ele alınması çok isabetli bir karar olmuş. Elinize emeğinize sağlık... |
Talha 12-04-2022 03:31 #5365 | SELAMÜNALEYKÜM Bedeniyle artık aramızda olmasa da bıraktığı mirasla ve özellikle "Son sözlerimiz ne olurdu" satırlarıyla manen ve fikren aramızda hissettiğimiz hocamızı Allah rahmetiyle kuşatsın ve bizleri cennette tekrar buluştursun... |
Köksal Şahin 11-04-2022 06:07 #5363 | ’’Son Sözlerimiz Ne Olurdu?’’ Hatırası.. Selamünaleyküm, ***************************** Konuyu bir miktar dağıttığımın farkındayım. Ancak değerlendirme konusu Mehmed ALAGAŞ ve onun "son sözleri" olunca, bu kısa hikâyemi yazmasaydım bundan sonra anlatacaklarım eksik kaldırdı diye düşünüyorum. "Tevhid" gerçeğini idrak ettiği halde "realite" yanılgısına düşüp, sonra Rabbimizin lütfuyla tekrar "Tevhid" gerçeğine rücû etmiş bir kardeşiniz olarak, konu başlığımız ve Zeyd kardeşimizin yaptığı alıntılarla ilgili düşüncelerimi de İnşallah ilerleyen akış içerisinde paylaşmak istiyorum. |
Zeyd Can 11-04-2022 03:18 #5362 | Bismillahirrahmanirrahim Ağır yükler yüklendiğini görmeme rağmen, hiçbir zaman yeterince destek olup omuz veremediğim güzel bir ADAM, kıymetli bir MÜSLÜMAN, cesur bir MUVAHHİD, çocukluğumun amcası, gençliğimin ağabeyi, içi dolu dolu hocam diyebildiğim ender şahsiyetlerden olan ALAGAŞ'ın yokluğunda bu işler nasıl yürüyecek bilmiyorum.. Hoş, kimler geldi kimler geçti de şu dar-ı dünyadan, işler hep Rabbimizin takdir ettiğinden öteye geçmedi, geçmeyecek.. Mesele o ki, O'nun takdir ettiği işler gerçekleşirken, bizler doğru safta olalım ve doğru safta ölelim.. ! Göçüp giden tüm müminler ile birlikte Rahman ve Rahim olan Rabbimizin cennetinde buluşmayı umuyor ve dua ediyoruz.. Daha önceki değerlendirmelerde Mehmed hocamızın öncülüğünde bazı önemli konuları ilmek ilmek işlemekle kalmamış aynı zamanda "bir konuyu nasıl işleriz?"in pratiğini de yapmış ve aslında bir usûl de öğrenmiştik. Bu değerlendirme başlığı altında da henüz bir yorum göremediğimden, konu başlığını ve değerlendirmemiz istenen bölümü dikkate alarak, birkaç tanımla başlayıp diğer kardeşlerimizin de katkılarıyla öncelikle bu tanımlar üzerinde mutabık kalarak yola devam edersek daha doğru olacağını düşündüm. " Tevhid, birleme veya bir olduğuna inanma anlamına gelir. "İslam'a göre tevhid nedir?" sorusunun en kısa cevabı; Alemlerin Rabbi olan Allah'ı zatında, sıfatlarında ve fiillerinde birlemek, O'na hiçbir şeyi eş ve ortak koşmamaktır. Bu cevabı biraz daha genişletecek olursak, tevhidi şöyle tanımlayabiliriz., Tevhid, alemleri yaratan Allah (c.c.)'ı zatında, sıfatlarında, fiillerinde birliyerek O'na inanan müslümanların, yaşadıkları sürece ilgilerini ve dikkatlerini Allah'a yöneltmeleri, Allah'a teslim olmaları, hiçbir yaratığı, hiçbir konuda mutlak muktedir görmeyerek, karşılaştıkları her iş ve her durumda mutlak muktedirin Allah (c.c.) olduğunu idrak etmeleri, Allah'ın gösterdiği yolda, Allah'ın emrettiği kişilikle sadece Allah'a kulluk etmeleridir. Nitekim kendilerine muvahhid denilen müslümanlar, tevhid gerçeğine bu bilinçle yönelen ve bu bilince göre yaşayan müslümanlardır. .." (Mehmed ALAGAŞ - TEVHİD ve ŞİRK)
Ancak kendilerini realist olarak tanımlayan kimselerin gerçeğe yükledikleri mana, İslami içerikli bir mana değildir. Realiteye gerçekçilik dense dahi, realitenin günümüz pratiğindeki tanımı daha ziyade somutçuluktur. Somutlaşan herşey, yaşanan her vakıa birer realite olarak tanımlanmaktadır. Nitekim batılı ülkelerin İslam realitesini kabul etmeleri, İslam'ın hak olan gerçekliğini değil, bir vakıa olarak varlığını kabul etmeleridir..." (Mehmed ALAGAŞ - TARTIŞILAN SORULAR)
|