Bu çalışmanın ilk kitabı yayınlandığında, bizim gündeme getirdiğimiz konular ile günümüz müslümanlarının reel gündeminin birbiriyle hiç uyuşmadığını gördük. Çünkü dünyayı ve dünyada gelişen son olayları yakından takip eden bu müslümanların gündeminde; Amerika ve Ortodoğu'daki son gelişmeler, dünyadaki siyasi ve ekonomik dengeler, parti çalışmalarında küfredip de kafir olmamanın politik izahları ve son zamanlarda emperyalizm tarafından sivil toplum örgütlerine tanınan legal imkanlar çerçevesinde müslümanların vakıf ve dernek çalışmalarıyla neler yapabilecekleri gibi çok önemli konular vardı!.
Reel gündemde böylesi ciddi ve önemli konular varken,
insanın yaratılışından ve binlerce yıl önce yaşamış olan peygamberlerin mücadelelerinden bahsetmenin ne anlamı vardı ki!. Bu peygamber kıssaları küçük hikayeler şeklinde yazılmalı ve yedi ile dokuz yaş arası çocuklara okutulmalıydı!. Çünkü günümüz dünyasındaki büyük insanların büyük gündeminde, çocuklara anlatılması gereken bu gibi kıssalara yer yoktu!.
Tabi ki bu konuda cedelleşmek,
bu konuda gülünç tartışmalara girmek istemiyoruz. Kur'an-ı Kerim'deki tek bir harfin bile fazla ve gereksiz olmadığına iman eden bizler, beşyüze yakın ayet-i kerimeyle anlatılan Musa kıssasının da gereksiz olmadığına inanıyoruz. Çünkü biliyoruz ki insanların yaşadıkları realitenin değişmesi veya değişebilmesi, öncelikle ve öncelikle bu insanların gündemlerinin değişmesiyle mümkündür. Batıl verilerle, batıl gündemleri yaşayan ve batıla reting kazandıran insanlar, reting ile önem ve güç kazanan bu batıldan kurtulamayacak olan insanlardır.
Oysa risaletten sonra Mekke döneminde,
İlahi daveti kabul edenlerin gündeminde vahiy olduğu gibi, bu daveti reddedenlerin gündeminde de vahiy vardı. Gündemi vahiy oluşturuyor, müşrikler ve kafirler dahi kabul etmedikleri bu vahyi konuşuyorlardı. İlahi vahyin oluşturduğu bu gündemin merkezinde, o zamanın süper devletleri veya müstekbirler değil, önemle ve öncelikle Allah vardı. İnsanlar Bizans veya İran'ın ne yaptığını ve ne yapacağını değil, öncelikle Allah'ın ne yaptığını ve ne yapacağını konuşuyorlardı. Çünkü gündemin merkezinde Allah vardı ve muhtemel her gelişme, sadece ve sadece O'nun izniyle, O'nun dilemesiyle gerçekleşebilecek olan gelişmelerdi. O halde günümüz insanlığını içine alan trenlerin nereye gittiğini anlayabilmek için gözle görünen lokomotiflere değil, imanla görülen raylara bakmamız ve Sünnetullah istikametinde bu rayları yaratan Allah'ı dikkate almamız yeterliydi. Çünkü lokomotiflerin gücü ve vagonların konforu ne olursa olsun, bu trenlerin akibetleri, seçtikleri ve üzerinde gittikleri raylara bağlıydı.
Mehmed ALAGAŞ
Mehmed Alagaş 16-10-2020 12:56 #4874 | İyi günler Haluk bey Ahzab 37 ayetinin açılımına “Yaratılış ve İnsanlık tarihi” kitabımızda yer verdiğimiz için sorunuzu bu başlıkta yayınladık. Müslümanlar arasında da yanlış anlaşılan ve yanlış yorumlanan bu ayet hakkında şunları yazmıştık., “Hani sen, Allah’ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: “Eşini yanında tut ve Allah’tan sakın” diyordun; insanlardan da çekinerek Allah’ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun; oysa Allah, kendisinden çekinmene çok daha layıktı. Artık Zeyd, ondan ilişkisini kesince, Biz onu seninle evlendirmiş olduk; böylelikle evladlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri (kadınları boşadıkları) zaman, onlarla evlenme konusunda mü’minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir. (33-Ahzab 37)” Bu ayet-i kerimeyle ilgili olarak, Resulullah (Aleyhissalatu vesselam)’ın insanlardan çekinerek gizlediği şeyin, Zeynep validemize kalbinin meyletmesi ve bu sevgiyle onunla evlenmek istemesi olduğu söylenmektedir. Tabi ki çok yanlış ve Resulullah (s.a.v.)'in yüksek ahlağa dayalı kişiliğinden çok uzak bir söylentidir bu!. Çünkü bu meselede onların söyledikleri gibi nefsi bir istek ve kalbi bir meyil söz konusu olsaydı -ki bundan Resulullah (Aleyhissalatu vesselam)’i tenzih ederiz-, evli bir kadına karşı bu isteği duyan her müslümanın, meşru olmayan bu isteğini bastırması ve insanlardan gizlemesi çok doğru bir yaklaşım olacağı gibi; Settar olan Rabbimiz de örtülmesini emrettiği böyle bir şeyi kesinlikle ortaya çıkarmaz ve açığa vurmazdı. Dolayısıyle Efendimiz (Aleyhissalatu vesselam)’ın nefsinde gizlemesine rağmen Rabbimizin açığa vuracağı şey, hiç kuşkusuz ki meşru olmayan nefsi bir istek değil, meşru ve hak olan apaçık bir ayetti. Evlatlıklarının boşadıkları hanımlarla evlenmeme tabusunun, teoride ayete dayalı hükümle, pratikse ise evlatlığı Zeyd’in boşayacağı Zeyneb’le kendisinin evlenerek yıkılacağı işaretini önceden alan Resulullah (Aleyhissalatu vesselam), toplumun geleneklere dayalı asabiyetini dikkate alarak bunu içinde gizlemiş ve insanlarla paylaşmamıştı. Ancak insanları ve meşru olmayan geleneksel asabiyetleri hiç dikkate almayan İlahi takdir gelişmeye devam etmiş ve Resulullah (Aleyhissalatu vesselam)'a gelen Zeyd, hanımından ayrılmak istediğini söylemişti. Evlatlığı olan Zeyd’in bu sözüyle karşılaşan Efendimiz (Aleyhissalatu vesselam), İlahi takdirin nereye doğru gittiğini çok iyi görmesine rağmen insanlardan çekinerek bu takdiri yine içine sindirememiş ve Zeyd’e “Eşini yanında tut ve Allah’tan sakın” demişti. Resulullah (s.a.v.)'in evlatlığı Zeyd'e söylediği bu söz, hak bir nasihat olmasına rağmen, aynı zamanda Rabbimizin gerçekleştirmeyi dilediği İlahi takdiri örtmeyi ve ertelemeyi de hedefliyordu. İşte Rabbimizin gerçekleştirmeyi dilediği bu takdiri örtmeyi veya ertelemeyi hedefleyen bu yaklaşım üzerine, İlahi hitap sertleşmiş ve alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (Aleyhissalatu vesselam) “İnsanlardan çekinerek, Allah’ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun; oysa Allah, kendisinden çekinmene çok daha layıktı.” sözleriyle ikaz edildikten sonra söz konusu takdir gerçekleşerek, toplumdaki bu geleneksel tabu yıkılmıştı. |
Haluk Koray 16-10-2020 12:48 #4873 | Sure: 33-Ahzâb Suresi Ayet: 37 MEHMET BEY İYİ GÜNLER AHZAP-37 AYETİNİ YORUMLAR MISINIZ ! TEŞEKKÜRLER |
Mehmed Alagaş 29-07-2020 12:53 #4802 | Ve aleykümselam Adem kardeşim Kur’an-ı Kerim’e göre soru veya sorunlarımızı çözümlemek için Allah ile resulüne arzetmemiz ve işin ehli müslümanlarla istişare etmemiz emredilmektedir. İstihare ise bizlere bazı rivayetlerde tavsiye edilmektedir. Kitap çalışmalarımızda defalarca açıkladığımız gibi Kur’an veya sünnette hükmü açık meselelerde istihareye yatmak, Allah ve Resulüne sırt dönmek anlamına gelir. Bizler için esas olan meselelerimizi Kur’an ve sünnete arzetmek, müslümanlarla istişare etmektir. Kendi zaafları nedeniyle gördüğü veya göreceği rüyaların şeytani müdahaleye açık olduğunu bilen Mehmed abin şimdiye kadar hiç bir meselede istihareye yatmamış ve bundan sonra da yatmayı düşünmemektedir. Kişiye özel olan rüyalarımızı ise yine ayetler istikametinde hayra yormak ve bunları mutlak gerçek kabul etmemektir. Rüyaların anlatılıp-paylaşıldığı zaman gerçekleşme yolunun açıldığını bildiğimiz için için de büyük hayırlarla birlikte küçük bir şerri de barındıran rüyalarımızı hiç kimseye anlatmadan “Ya Rabbi gördüğümüz rüyanın şerrinden Sana sığınır, hayrını Senden isteriz” diyerek bohçayı kapatıyoruz. Ayetlere dayanmayan -ki dayananı görmedik- rüya tabirleri kitablarından da uzak durmanı isteriz.. |
Adem Kolak 28-07-2020 19:24 #4801 | Hz. Yusuf kıssası Selamun aleyküm Mehmet abi, Yusuf as. kıssasında rüya ile ilgili yorumunuzu okudum daha önce Adem as. ile ilgili kıssadan söz yorumunu iyi anladığımı düşünerek bir soru sormak istiyorum. Abi yapmaya niyet ettiğim çoğu işimde istişareyi konu ile ilgili az veya çok bilgisi olan ve Allah'tan korkan herkes ile danışarak yapıyorum. İstişare kısmını bitirdikten sonrada istihare namazı kılıp öyle karar vermeye çalışıyorum. İstihare de olayın sadece rüya eksenli olarak düşünülmemesi gerektiğini okuyarak öğrendim. Ama rüya gördüğüm zaman bunuda rüya yorumlarına bakarak hayırlı mı değil mi o şekilde karar vermeye gayret gösteriyorum. Sahabenin bu konuda istihareyi çok sık yaptığını biliyorum. Sizce istihare kıldığımız zaman rüya görürsek bunun yorumuna bakmamız veya sormamız doğru değil mi.? Cevabınız için şimdiden teşekkür ederim |
Mehmed Alagaş 06-02-2020 14:08 #4379 | Ve aleykümselam Abdullah kardeşim “Sizden herbiriniz için bir şeriat kıldık” ifadesini, ayetin devamını ve Kur’an’ın bütünlüğünü dikkate almadığımız zaman elbetteki senin gibi anlayabilir ve bu anlayışımızı “O "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a tavsiye ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da tavsiye ettiğimizi sizin için şeriat (hukuk düzeni) yaptı… (42-Şura 13)” ayetiyle kuvvetlendirebilirdik. Ancak ayetin devamı ve konuyla ilgili birçok ayet bizleri böyle bir genelleme yapmaktan alıkoymaktadır. Bütün peygamberler elbetteki yegane hak din İslam üzere gönderilmişler ve kendilerine birçok noktada benzerlik gösteren ortak şeriatlar verilmiştir. Bu şeriatlar temelde aynı istikameti ve amacı gözetmesine rağmen ümmetlerin içinde yaşadıkları sosyal ve kültürel konuma binaen helal-haram ve cezayla ilgili bazı değişik hükümler içermektedir. Bu kısmi farklılıklar ümmetler için ya kulluğu rahatlatıcı bir rahmet veya daha önce yaptıklarına karşılık zorlaştırıcı bir ceza olmasına rağmen dinin veya ortak şeriatın amaç ve istikametini değiştiren farklılıklar değildir. Bu söylediklerimizi dikkate alarak genel bir Kur’an araştırması yaparsan, bu söylediklerimizin açık ayetlerle desteklendiğini görebilirsin. Bu araştırmayı başarıyla tamamladıktan sonra yavaş yavaş recm konusuna girebilir ve Resulullah (s.a.v.)’in hangi kadını, Allah’ın hangi kitabındaki hükme göre recmettiğini araştırabilirsin. |
Abdullah Gültekin 06-02-2020 10:29 #4378 | Maide 48 yanlış anlaşılıyor S.A. Maide 48 ayetinde "herbiriniz (hepiniz) için tek bir şeriat kıldık" cümlesi rasüllere farklı şeriatlerin değil, tam tersi tek bir şeriat gönderildiğinin kanıtıdır. Her din bir yaşama biçimidir. Her yaşama biçiminin de kendine has kuralları vardır. Kurallar değişince yaşama biçimimiz de, yani dinimiz de değişir. Adem den buyana gönderilmiş tüm rasüllere aynı kurallar gönderilmiştir. Ki bu kurallardan oluşan yaşama biçiminin adı İslam'dır. Tamamiyle rasüle atfedilmiş, rasül dışındaki insanların oluşturup bizlere rasüldenmiş gibi sunulan, belgesiz kanıtsız rivayetlere dayanarak Tevratta zinanın cezası recm'dir sonucunu çıkarmanızı da hiç doğru bulmadım. Kuranda zinanın cezası belliyken mevcut tahrif edilmiş bir kitaba ve rivayetlere dayanarak bu sonucu çıkarmanıza çok şaşırdım ve üzüldüm. Selamlarımı sunarım. |
Mehmed Alagaş 04-02-2020 12:26 #4377 | Ve aleykümselam Birbirlerinin devamı olan peygamberler, Rabbimiz tarafından değiştirilen bazı hükümler dışında birbirlerinin şeriatıyla hüküm vermişlerdir. Ancak “… Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı… (5-Maide 48)” buyruğu uyarınca geçmiş peygamberlere verilen bir hüküm neshedilmiş yani kendi şeriatında kaldırılmışsa, bu peygamber kendi ümmetine neshedilen bu hüküm ile kendi ümmetine hükmedemez. Mesela Tevrat’ta zinanın cezası recm olmasına rağmen Kur’an’da zinanın cezası recm olmadığı için Resulullah (s.a.v.) müslümanlardan hiçbir zaniyi recmetmemiştir. Ehl-i Kitab’tan zani bir kadını recmetmesi ise Medine anlaşması gereğince, onlara kendi aralarındaki meselelerde onların kendi kitablarına göre hüküm verme şartının bir gereğidir. Tevrat’taki recm hükmü Allah’ın indirdiği bir hüküm olmayıp sonradan Tevrat’a ilave edilmiş olsaydı elbetteki ehl-i kitab kadına yine recm hükmünü uygulatmazdı. Nitekim Resulullah (s.a.v.) “… Sana gelirlerse aralarında hükmet ya da onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiçbir zarar veremezler. Aralarında hakem olursan da adaletle hükmet. Şüphesiz Allah adil olanları sever. (5-Maide 42)” buyruğu gereğince kadını defalarca geri göndermiş ancak kadının ısrarı üzerine kendi kitablarında bulunan ve gerçekten Allah'ın onlar için indirdiği recm hükmü ile recmedilmesine karar vermiştir. Adil olan da budur. |
Yakup Bugün 04-02-2020 12:06 #4376 | Selamun aleyküm hocam peyamberler ve peygamberimiz başka şeriatlara göre hüküm vermiş midir? |
Mehmed Alagaş 15-09-2019 15:26 #4256 | Ve aleykümselam Bekir Tasavvufi görüşün dile getirdiği manada evliya yardımlarının Kur’an’da yer almadığı doğrudur. Ancak meleklerle manevi ve FİZİKİ yardımın gerçekleştiğini, yardıma gelen meleklerin sayılarının bizzat zikredilmesinden ve konuyla ilgili açıklamalardan anlayabiliyoruz. Ki bu İlahi yardım dönemsel olmadığı için benzer yardımların, bu yardımlara muhtaç ve layık mü’minlere yönelik devam edebileceğini de söyleyebiliriz. |
Bekir Ziya 15-09-2019 15:17 #4255 | Selamün Aleyküm. Hocam, Allah'ın yardımı konusunda çok farklı yaklaşımlar duyuyor, okuyoruz. Kimileri ilk ve son defa Bedr'de Meleklerin gökten inip kafirleri kılıçtan geçirdiğini(!) söylüyor. Kimileri de Meleklerin ve evliyanın fiili yardımını tüm zamanlara yayıyor. Oysa Kur'an'ı okuduğumuz zaman bu iddiaların hiç birini göremiyoruz. Allah'ın(cc) yardımından söz ediliyor ama bunun, mü'minlerin kalplerine güven, kafirlerin içine ise korku düşürerek yapıldığını görüyoruz. Bu konuyu kısaca izah ederseniz sevinirim Hocam. Kalın sağlıcakla. |
Bekir Ziya 11-07-2019 21:54 #4198 | Esselamü Aleyküm Hocam Allah razı olsun. Fark edemediğim önemli bir ayrıntıyı çok basit ve açık bir şekilde izah etmişsiniz. |
Mehmed Alagaş 11-07-2019 17:30 #4197 | Ve aleykümselam Bekir kardeşim yerin ve göğün yaratılışıyla ilgili olarak Naziat ve Fussilet surelerinde yer alan ayetler arası bir anlam farklılığı yoktur. Naziat 30. ayetinde yerin yaratılmasından değil yayılıp-döşenmesinden bahsedilmektedir. Fussilet suresindeki ayetleri doğru anlarsak, bütün taşların yerli yerine oturduğunu görebiliriz. Önce ayetleri zikredelim., “De ki "Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratana (karşı) küfre sapıyor ve O'na birtakım eşler koşuyorsunuz? (Oysa) O, alemlerin Rabbidir. (9) Orada (yerde) onun üstünde sabit-sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve onda isteyip-arayanlar için (insan-hayvan, mü'min-kafir gibi) fark gözetmeden oradaki rızıkları dört günde takdir etti. (10) Sonra duman halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yere "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dedi. İkisi de "İsteyerek geldik" dediler. (11) Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve herbir gökte Kendi emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve koruma (altına aldık). İşte bu Aziz (üstün ve güçlü olan) Alim (herşeyi hakkıyle bilen) Allah'ın takdiridir. (41-Fussilet 9..12)” Önce şu gerçeği bilelim ki zamandan münezzeh olan Rabbimizin yaratmayla ilgili olarak koyduğu süreçler, Zatıyla değil yaratılan şeyle ilgilidir. Yaratılan bir şeyin varlık alemine çıkması mesela iki yıllık bir sürece gerek duyuyorsa, Rabbimiz o şey için “İki yılda yarattık” buyurmaktadır. Yine bilmemiz gerekir ki Rabbimiz o şey için “Ol” hükmünü verdiği zaman o şeyin olmasını engelleyebilecek hiçbir şey olmadığı için o şey kesinlikle olmuştur fakat varlık alemine çıkması iki yıllık bir süreçte gerçekleşmiştir. Konuyu anlayabilmemiz için gerekli olan üçüncü gerçek ise Rabbimizin zamanla ilgili olarak zikrettiği ölçüler, muhatab aldığı yaratılmışın varolma ve yaşam hızına göre belirlenen ölçülerdir. Çok kısa olarak verdiğimiz bu üç gerçeği dikkate alan müslümanlar, konuyla ilgili ayetleri daha rahat anlayabilecek müslümanlardır. Mesela Rabbimiz “Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan sonra da arşı istiva eden (mekandan münezzeh kudretiyle kuşatan) Allah'tır… (7-A'raf 54)” buyurmaktadır. Bu ayetlerdeki altı gün, yere ve göklere göre altı gündür. Ve bu ayet, yukarıda zikretttiğimiz fussilet suresi ayetleriyle de birbirini tamamlar. Dikkat edilirse bu ayette yerin yaratılışı altı gün olarak zikredilirken, fussilet suresinde de yerin (rızıksız olarak) ilk yaratılışı iki gün olarak zikredilirken, kıyamete kadar sürecek rızıklı döneminin ise dört gün olduğu ifade edilmekte ve toplamda altı gün olmaktadır. Göğün yaratılışı da yine bu altı gün içindeki iki günlük süreçte gerçekleşmektedir. Ayetlerin zahirini esas alarak anlayabildiğimiz kadarını anlayacak, akli ufuklarımızın ötesiyle ilgili olarak “Allah bilir” diyeceğiz.. |
Bekir Ziya 11-07-2019 17:29 #4196 | Esselamu Aleyküm. Hocam geçen gün şöyle bir soruyla karşılaştım. Kur'an'ı Kerim'de göklerin ve yerin yaratılışı ile ilgili, Naziat suresi 28-30. ayetlerde Allah(cc), önce göğü sonra yeri yarattığını, Fussilet suresi 10-11. ayetlerde ise önce yeri sonra göğü yarattığını beyan ediyor. Çelişki gibi görünen bu durumun izahı sadedinde, Fussilet 12. ayetin durumu açıklayıcı olduğunu, "Böylece onları yedi gök olarak tamamladı ve her bir gökte kendi emrini vahyetti." ifadesiyle kastedilenin Arş'a kadar olan yedi kat gök olduğunu, bunun Dünya'nın katmanları olmadığını söyledim. Ayetin devamındaki, " Biz Dünya göğünü de kandillerle süsleyip donattık." ayetinin de bu duruma işaret ettiğini belirttim. Bu durumda önce Atmosfer sonra yer ve sonra da yedi kat göklerin yaratılması gibi bir durum ortaya çıkıyor Allahu Alem. Eğer, tespitim yanlışsa düşüncelerinizi, kendi tespitlerinizi paylaşır ve beni aydınlatırsanız memnun olurum Hocam. Allah'a emanet olunuz. |
Mehmed Alagaş 19-06-2019 23:13 #4181 | Ve aleykümselam Kur’an’daki bu soru ve soruya verilen cevabın ruhlarımızla ilgili olduğunu hiç görmüyoruz Mehmed kardeşim. Burada sorulan soru, Adem(a.s.)’ın soyundan kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların kendilerine bizatihi sorulan ve cevabı alınan bir sorudur. Soruya şahid olan bütün insanlar olduğu için, her insanın fıtratında bu Rab gerçeği bulunmaktadır. Ruhların yaratıldığını söyleyenlerin nasıl bir delile dayandıklarını ise bilmek isteriz. Çünkü bizlerin Kur’an anlayışına göre ruhun menşei İlahi olup, yaratılmış değildir., “Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üflediğimde hemen onun için secdeye kapanın. (15-Hicr 29)” |
Mehmet Güngör 19-06-2019 23:00 #4180 | Selamun Aleyküm Hocam. Araf Suresi 172.Ayette belirtilen ''Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' sorusu ve onaylanması hakkında sormak istedim.Bu ayette halkın büyük çoğunluğu önce ruhlar yaratıldı ve Rabbimiz ile sözlü yada yazılı bir ahitleşme durumu olduğuna inanıyor.Tabi yine tasavvuf erbabı konuyu bir adım öteye taşıyarak 'Allah kendi nurundan Hz.Muhammedin ruhunu, onun ruhundan da bütün insanların ruhlarını yarattı' durumuna getirmişler bu hususu.'Ben sizin Rabbiniz değil miyim' sorusuna dair fıtrata kodlanması olarak anlaşılması olabilir mi?İnsanın fıtratına Rabbinin Allah olduğunun işlenmiş olması olarak anlayabilir miyiz?Hayırlar Diliyorum. |
Mehmed Alagaş 19-03-2019 13:43 #3939 | Ve aleykümselam Ahmed kardeşim birçok kitab çalışmamızda açıkladığımız gibi şirk, bilerek yapılan bir eylemdir. Efendimiz (s.a.v.) de bilerek şirk koşmaktan Allah’a sığınırken, bilmeden yaptıklarından af dilemektedir. Bir fiil veya bir söz görünür itibariyle şirk olmasına rağmen kişi bu filin veya sözün şirk olduğunu bilmiyorsa ona “Sen müşriksin” diyemeyiz. Zaten fiil fail ayırımını ısrarla gündeme getirmemizin nedeni de budur. İbrahim (a.s.) kavminden duyduklarına binaen “Bunlar benim Rabbim” derken, kavmine ait bu sözlerin Hak katında ne anlama geldiğini bilmeden söylediği için müşrik durumuna düşmüyordu. Nitekim hakkı anladığı an bu sözlerden rücu etmiştir. Dolayısıyle “Hiçbir zaman müşriklerden olmadığı” sözü, hak ve doğru bir sözdür. |
Ahmet Eker 19-03-2019 12:58 #3938 | Sayın Hocam Nahl 120 ile En'am 76-79. ayetlerde ki ifadelerin çelişkili olduğunu iddia edenler var. Nitekim En'am suresinde İbrahim Aleyhisselamın güneşi ayı ve yıldızları görüp rabbim budur deyip, konu olan yıldız ay ve güneş batınca da onların Rab olmadığını belirtiyor lakin nahl 120 de hiç bir zaman müşriklerden olmadıgı ifade ediliyor. Yorumunuzu bekliyorum. Saygılarımla.. |
Mehmed Alagaş 06-09-2018 12:21 #3316 | Ve aleykümselam Adem kardeşim Rabbimizin bizleri imtihana tabi tutması, bizlerin ne yapıp-yapmayacağını Kendisinin görmesi-bilmesi için değildi. Evvel ve ahir ilmine sahip olan Rabbimiz hiç kuşkusuz ki yaratılan bütün insanların bu dünya hayatında ne yapıp-yapmayacaklarını zaten hakkıyle biliyordu. Dolayısıyle söz konusu imtihanın hayat ve ölüm gerçeği ile bizzat yaşanması bizlere ayna tutmak, ne yapıp-yapmadığımızı bizlere göstermek içindir. Dünya hayatını bizzat yaşamadan söz konusu akibetlerle karşılaşsaydık, bu akibet Rabbimize göre ilmi bir gerçek olmasına rağmen bizlere göre gayb olacak ve şüphelerden kaynaklanan itirazlara neden olacaktı. Halbuki dünya hayatını tüm insanlara zahir olan bir gerçek olarak yaşanıp-görüldüğü için hesap günü hiçbir itirazda bulunulamıyor, insanlar yaptıklarını inkar edemiyor ve kendilerinin aleyhine yine kendileri şahitlik yapıyordu. |
Adem Kolak 05-09-2018 22:22 #3315 | Selamun aleykum Mehmet abi Kuran'da sizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yarattık diyor Rabbimiz. Ancak Allah Azze ve celle her türlü noksan sıfattan münezzeh olduğu halde bizi neden imtihana tabi tuttu. Yani Allah'ın bizi yaratıp imtihan etmesinin hikmeti nedir. Sizi Allah için seviyor Rabbimiz'in bizi sizinle tanıştırmasını gönülden arzuluyoruz. |
Mehmed Alagaş 19-08-2018 13:55 #3267 | Ve aleykümselam Adem kardeşim bu kitab çalışması baştan sona sadece ayetlere dayanan bir çalışmadır. Her peygamberle ilgili ayetleri tesbit edip-kronolojik sıraya koyduğunuz zaman anlatılanların tümünün bu ayetlere dayandığını görebilirsiniz. Her cümlede ayet numaralarını vermememizin nedeni, anlatım akışkanlığını bozmamak içindi. Allah siz güzel kardeşlerimizi hayırlı dualarımıza dahil etsin. |
Adem Kolak 19-08-2018 12:56 #3266 | Selamun aleykum Mehmed abi Yaratılış ve İnsanlık tarihi kitabinizda yapmış olduğunuz peygamber kıssalarında ki analizlerde hiç bir kaynak belirtmeden yazmışsınız. Yani yaptığınız bu çıkarımların hadisler de yada başka bir yerde delili var mı bu konuda bizi biraz aydınlatırsanız sevinirim. Sizi Allah için seviyor duaniz da bulunmayı temenni ediyoruz. |
İnsan Dergisi 31-07-2018 13:43 #3200 | Selam Önceki yorumda Alagaş hocamızın teşekkür ettiği Fatih Sağlam’a gönderdiği ilim ve edeb dışı meillerden sonra “Yetsin artık” demek istiyoruz. Müracaat ettiğiniz dil bilgisinden uzak lugat bilgisiyle ayetleri anlamadan sureleri, sureleri anlamadan Kur’an’ı anladığınızı zannediyor ve bu zan ile yükseldiğiniz mertebeden ilimden uzak ahkam kesmeye devam ediyorsunuz. Müslümanların değerli bulacağını zannettiğiniz mesajlarınızı lütfen kendi sitenizde ve sayfanızda gündeme getiriniz. Merak etmeyiniz bizler de paylaşımlarınızı takip eder, ciddiye alınması gereken bir eleştiriniz olursa ondan faydalanırız. Kibir ve riya ile suçladığınız Mehmed abimizin/hocamızın dediği gibi “Allah hepimizi hak ve hakikatte birleştirsin. |
Mehmed Alagaş 30-06-2018 13:00 #3112 | UYARI.. Selamunaleyküm Bu kitab çalışmasında “Biz yakın göğü (dünya göğünü) zinetle, yıldızlarla süsleyip-donattık. (37-Saffat 6)” ayetinden hareketle bütün yıldızların yer aldığı göğün, birinci kat gök olduğu sonucuna ulaşmıştık. Bir süre önce Fatih Sağlam kardeşimiz ayetteki ‘Kevkeben’ kelimesinin yıldız değil gezegen olduğu konusunda bizi uyardı, kendisine buradan teşekkür ediyoruz. Dolayısıyle söz konusu ayet mealini “Biz yakın göğü (dünya göğünü) zinetle, gezegenlerle süsleyip-donattık. (37-Saffat 6)” şeklinde değiştirmiş bulunuyoruz. Tabi ki bu değişiklik “Yedi kat gökler” anlayışımızı yeniden araştırmamızı ve güncellememizi gerektirmektedir. Konuyla ilgili yazdıklarımızı şu an için kesin olarak tekzip etmemekle beraber, bir acaba parantezi içine alınmasını uygun görüyoruz. Dua ile.. |
Kemal Sallabaş 27-06-2018 01:37 #3109 | Allah razı olsun ... |
Mehmed Alagaş 27-06-2018 00:52 #3108 | Ve aleykümselam Kemal kardeşim Düşünülmesi gereken bir soruyu sormuşsun. Haman’dan bir kule yapmasını isteyen Firavun’un Allah’ı tanımak veya inanmak için bir çabası yoktu. Kibir dolu bu talebin arka planını, yaratılış tarihi çalışmamızda şöyle açıklamıştık., “Allah'ın elçisini kabul etmeyerek, bizzat Allah ile görüşmek isteyen Firavun, söylediği bu büyük sözler ile gerçekten büyüdüğünü zannetti!. Şayet göklerde bir İlah varsa, göklerdeki İlah’ın yeryüzündeki bir çobanla değil, kendisi gibi bir ilahla görüşmesi gerekirdi!. Musa’nın Rabbi, ona bir dağda seslenmişse; kendisinin yorulmasına, yeryüzünde iktidar ve itibar sahibi bir ilah olarak dağa kadar gitmesine tabi ki gerek yoktu!. En yakın adamı olan Haman’a, pişmiş çamurdan yaptıracağı yüksek bir kule ile zaten göklerin yollarına ulaşabilir ve Musa’nın ilahına çıkabilirdi!. Bu basit yaklaşım, günümüzdeki her insanın güleceği, gülüp-geçeceği bir yaklaşımdır. Ayrıca şunu da belirmek isteriz ki Firavun’un bu yaklaşımı ne kadar basit ve gülünç ise, yıllar önce uzaya çıkan bir astronotun “Göklerde Allah’ı görmedim” sözü de o kadar gülünçtür. Çünkü pişmiş çamurdan yaptırdığı kulesinin üzerine çıkan Firavun, bu kule ile göklere ne kadar yükselmişse; metal bir oyuncak ile birkaç günlük mesafeye çıkan astronotlar da göklere o kadar yükselmişlerdir. Yedi kat göklerin gerçek büyüklüğü dikkate alınacak olursa, her ikisinin de yükseldiği menzil, bir sinek pisliği kadardır. Zamana ve mekana bağımlı olan bu şaşkınlarda şayet cinlerin özelliği olsaydı ve bu özelliğin verdiği muazzam hızla göklere doğru yükselselerdi, hiç kuşkusuz ki yine Allah’ı göremeyecekler fakat o menzile yükselebilen cinlerin söylediği gibi "Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu oldukça güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk. (72-Cin 8)” diyeceklerdi…” İkinci soruna gelince “Göklerin yolu” ifadesini kullanan Firavun göğün yükselten yollarından değil, kendince göğe yükselme sebebinden bahsediyordu. Zaten “Yol” olarak meallendirilen esbab kelimesi de sebebler anlamına gelmektedir. Firavun bir ilim üzere göğün yükselten yollarını kastetmiş olsaydı, pişmiş çamurdan kule yaptırmaya kalkışmazdı.. Dua ile.. |
Kemal Sallabaş 27-06-2018 00:31 #3106 | Selamünaleyküm Öncelik ile Allah’ın rahmeti ve bereketi müslümanların üzerine olsun Kuran’ı Kerim’de hz. Musa kıssasında firavun veziri hamanı yanına çağırıp 36-(36-37) Firavun dedi ki: “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ’nın ilâhını görürüm(!) Çünkü ben, onun yalancı olduğuna inanıyorum.” Böylece Firavun’a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı, tamamen sonuçsuz kaldı. Soru 1: burada firavun Alemlerin rabbi olan Allah’ı tanımak İçin görmek için Yahut inanmak İçin bir çaba gösterdi diyebilirmiyiz. Yahut siyasi bir cevap mı ? Soru 2 : ayette geçen göklerin yolları ifadesini düşündüğümüzde; Kuran ın başka yerlerinde de geçen ayetlerde olduğunu görüyoruz Firavun un bu bilgiye nasıl ulaştığını ve aynı yollardan mı bahsettiğini sormak istiyorum Selam ve dua ile |
Talha 13-06-2018 13:57 #3094 | SELAMUN ALEYKUM Ozaman sabırla kitabınızı bekleyecez ablacım... Allah muvaffak kılsın... Anlaşılmayı nasibetsin... |
Fatma Ceren 12-06-2018 17:04 #3093 | Aleyküm Selam Geç de olsa cevaben; Talha kardeşim, inşaallah benim de bir hayalim Mehmed Abi gibi kitap yazmak. Çalışmalarımızı topladığım müstakil yazılarım var. Spesifik bir konuysa istediğiniz -ve mümkünse- editör aracılığıyla iletilebilir. Selamlar |
Talha 05-06-2018 02:02 #3089 | SELAMUN ALEYKUM Fatma abla sonuca erdirdiğiniz bu çalışmanızdan bizde faydalanmak isteriz... Bu nasıl olabilir? |
Mehmed Alagaş 04-06-2018 17:28 #3088 | Sizlere de selam olsun güzel kardeşlerim.. |
Fatma Ceren 04-06-2018 02:19 #3085 | Teşekkür Selamun aleyküm Değerli Mehmed Abi, bu kitabınız için size ayrıca ve tekrar teşekkür etmek istiyorum. Zira 3 senedir devam ettiğimiz Musa(a.s.) ve Harun(a.s.) dönemi çalışmamızı bu Ramazan'da bitirmiş bulunuyoruz. Kitabınızdan çok istifade ettik, dikkat çektiğiniz hususlardan kendimize ve hayatımıza yön veren çok mesajlar çıkardık. Allah(c.c.)'a Hamdolsun. Rabbim ilminizi artırsın ve bizlere faydalı katkılarınızın devamını nasip etsin. Grup arkadaşlarım, o bölümün sonuna ufak bir ilaveyle iletmemi istediler. Aynıyla yazıyor ve çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum. "...Âlemler içinde selam olsun Musa ve Harun Aleyhisselam'a. Ve selam olsun onları bize anlatan Mehmed Alagaş'a... |
Mehmed Alagaş 28-12-2017 13:17 #2764 | Ve aleykümselam Akif kardeşim şahsım adına üzerinde çalışılması gereken önemli meselelere vakit bulamazken, bazı kardeşlerim nelerle uğraşıyorlar böyle!. Alıntıda bulunduğun kişinin kim olduğunu bilmiyor ve merak da etmiyorum. Çünkü farklı şeyler söylemek adına ayetler hakkında laf canbazlığı yapanlar o kadar çoğaldılar ki. Herneyse böylesi yaklaşımları dikkate alma. Ayetlerin ayetlerle tefsirini yaparken Kur’an bütünlüğünde konuyla ilgili kelime taraması değil, konuyla ilgili anlam taraması yapmamız gerekir. Ki bu taramayı ve araştırmayı yaptığımız zaman Enbiya 87 de zikredilen kişinin Yunus (a.s.) olduğunu mutmain bir kalple anlayabiliriz. Mehmed kardeşim, mucizenin sözlükte aciz bırakan, karşı konulamayan veya olağan üstü anlamlarına geldiğini ve ıstılahi anlamda da peygamber vesilesiyle gelen veya gerçekleştirilen sıradışı şeyler olduğunu bilmene rağmen bu kelimeye meydan okuma yorumunu yapanların tarifini esas alarak itirazda bulunuyorsun. Kelimenin açık ve anlaşılır anlamlarını atlayarak bunu niye ve neden yaptığını kendine sor. Meseleyi anlamak için Kur’an’da araştırsaydın lafzen olmasa da mana ve mahiyet olarak bazı ayetlerin tevhid ile kesinlikle çelişmeyen mucize kapsamına girdiğini anlayabilir ve bu araştırmanı derinleştirdiğin zaman da Kur’an’da ayet kapsamında ifade edilen bu mucizelerin emre ve ilme dayalı mucizeler olmak üzere ikiye ayrıldığını görebilirdin. Bu çalışmayı yıllardır yapan Mehmed abinin konuyla ilgili yazdıklarını ve açıklamalarını okumaya gerek duymadan sana meseleyi kişiye özel olarak anlatmasını bekliyorsan lütfen beni mazur gör. |
Mehmed Güneş 28-12-2017 13:07 #2763 | Esselamu Aleykum Mehmed abi, uzun zamandır üzerinde araştırma yapıp, tefekkür ettiğim bir konuda sual de bulunmak istiyorum. Mucize kelimesini Kuranı Kerim'de ve hadislerde bulamadım. Mezkur kelimenin ihdas edilmiş olduğunu ve tevhid ile çeliştiğini düşünüyorum. Bunun için iki delilim/gerekçem var: 1- Allâh subhanehu ve teala bu kelimeyi kendisine ıtlak etmemiştir. Bunun yerine Kuranı Kerim'de âyet, beyyine gibi kelimeler kullanılmaktadır. Mucize kelimesini bu kelimelere alternatif olarak getirmek hatadır. 2-Mucize kelimesi ıstılah da meydan okuma(tehaddi) olarak tarif ediliyor, nitekim öyle de inanılıyor. Meydan okuma ancak taraflar arasında denge söz konusu olduğu zaman tahakkuk eder. Bu ise Allah subhanehu ve teala için kullanılırsa küfrü iltizam eden bir fiil olur. Allah subhanehu ve teâlâ 'nın yarattığı bir şeye meydan okuması nasıl söz konusu olabilir!? Selam ve dua ile |
Akif Sayın 28-12-2017 12:56 #2762 | Esselamu Aleykum. Yaratılış Tarihi kitabınızdaki Musa, salih kul, balığın yol tutması kıssalarını bize farklı bir açıdan sunmuştunuz. önümüzü açtığınızı belirtmek istiyorum. hz musanın balığı olduğunu söylüyor Allah. yani kurana göre aslında "balık sahibi" nitelemesi hz yunus'a ait değil, Musa'ya ait bir kavram. ama ne yazıkki yine rivayetlere göre bu kavramı yunus ile özdeşleştirmiş bizim kuran mealcileri. |
Ahmet Baysak 23-12-2017 20:12 #2749 | Allah razı olsun Gerçekten çok güzel bir anlatım olmuş tam da dediğinizi yaşıyoruz kitabınızı okumak isterim Allah razı olsun nasıl temin edebilirim. insandergisi.com : Sayın Ahmet BAYSAK, |
Mehmed Alagaş 05-11-2017 21:06 #2606 | Ve aleykümselam Senden de Allah razı olsun güzel kardeşim. Anlamak için uzun yıllardır üzerinde düşündüğüm, Kur’an bütünlüğünde araştırdığım “Nefisler birleştiği (eşlendiği) zaman (81-Tekvir 7)” ayet-i kerimesini anlayamadığını ifade etmen çok güzel. Ne yazık ki birçok kardeşimiz ayetin metnini veya mealini anlaşılır bulduğu zaman ayeti anladığını zannediyor. Herneyse, rahmet içerikli güzel duana amin diyorum.. |
Ömer Muhtar 04-11-2017 15:54 #2603 | hakkınızı helal edin... Allah razı olsun, yoğun gündeminizde zaman ayırdığınız için. elbetteki bu soruyu sorarken, bu ayetlerle ilgili hiçbir şey araştırmadan, direkt araştırma zahmetini size bırakmak değil niyetim. Kendi aramızda kardeşlerimizle yaptığımız derste bu ayet konu oldu, kardeşlerimiz sizin yaratılış ve insanlık tarihi kitabınızdan bihaber, bu nedenle sizinde belirttiğiniz ilk iki görüş konuşuldu, kitabınızı okumuş ve önceki nesillerin ölüm ve hayatları ile ilgili düşüncenize hak veren biri olarak konuyu gündeme getirmek istedim lakin sizinde belirttiğiniz gibi henüz yeterli delillere vakıf olamadığım için sadece Casiye suresinin 24. ayeti ile bağlantılı olabileceğini belirtip sustum. Tabi bununla kalmayıp kur'an'la alakalı olarak güncel yorumlar yapan islamoğlu ve siz v.d. gibi bilenlerden de konu ile alakalı bilgiler edinmeye çalıştım ve çalışıyorum. (mesala islamoğlu da "bizi iki kere öldürdün" ile alakalı 'bizi ölmekten beter ettin' gibi bir manaya gelen yorumda bulunmuş, ama iki kere dirilmeyle alakalı bir yorumda bulunmamış -daha doğrusu ben karşılaşmadım- bu nedenle yorumu bana tatmin edici gelmedi. ) Bakara 28 ile bağlantı kurmaya çalıştığımda ise geçmiş nesillerde ki ölüm ve dirilme casiye 24 deki gibi biz ölürüz ve yaşarız tekrarlar halinde mi yoksa mümin suresinde ki gibi iki ölüm iki diriliş mi? Tekvir suresinde ki anahtar dediğiniz ayeti henüz hiç anlayamadım. Rabbim anlayışımızı rızasına uygun olanlardan kılsın inşaallah. selamunaleyküm. |
Mehmed Alagaş 04-11-2017 14:41 #2602 | Ve aleykümselam Ömer kardeşim bu ayetteki iki kere öldürüp-dirilttin meselesi müfessirler arasında asırlardır tartışılan bir meseledir. Bu meseleyle ilgili olarak birinci hayatı ve ölümü rahimlerdeki nutfe-alaka olması haline, ikinci hayatı ve ölümü ise dünya hayatı ve ölümüne nisbet edenler olduğu gibi; birinci hayatı ve ölümü dünya hayatı ve ölümüne, ikinci hayat ve ölümü de kabir hayatı ve ölümüne nisbet edenler vardır. Ağırlıklı olarak kabul gören görüş ise ikinci görüştür. Bizler Kurani anlayışımızla bu iki görüşü de makul göremiyoruz. Rahimlerdeki nutfe-alaka olayını esas alan birinci görüşte ilk hayat olsa da ilk ölüm hadisesi olmadığı bir gerçektir. Daha çok kabul gören ikinci görüş ise “Nasıl oluyor da Allah'ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti sonra sizi öldürecek yine diriltecektir ve sonunda yalnızca O'na döndürüleceksiniz. (2-Bakara 28)” ayet-i kerimesiyle çelişen bir görüştür. Bu ayeti tefekkür ettiğimiz zaman ilk ölümün son dünya hayatından önce bir ölüm olduğu ve ilk ölümden sonra diriltilenlerin Allah’ı inkar etme sapıklığına düştükleri ve bu sapıklıktan vazgeçmeleri gerektiği belirtilmektedir. İmtihan hayatının temelini oluşturan bu ikaz ve uyarı ise kabir hayatı için değil dünya hayatı için geçerlidir. Bu önemli meselenin cevabını uzun yıllardır Kur’an’da araştıran bizlerin geldiği nokta ise “Yaratılış ve İnsanlık tarihi” çalışmamızda kısmen değindiğimiz gibi özellikle ilk dönem insanlarının yaratılış ve üreyişleriyle birlikte, nesiller arası fıtri farklılıkların oluşumunda ve insanların çift olarak yaratılışında gizlidir. Yaptığımız araştırmalarda önemli bir noktaya gelmiş olsak da, henüz kuvvetli bir kanaat olan bu görüşü kanaat olduğu için paylaşabilme durumunda değiliz. Ancak Kur’an-ı Kerimde birden fazla anahtarı olan ve anahtarların hepsini kullanarak açıklık kazanabilecek olan bu meseleyi araştırmak isteyen kardeşlerimiz varsa, bu kardeşlerimize anahtar olarak gördüğümüz şu ayet-i kerimeler üzerinde yoğunlaşmalarını tavsiye edebiliriz., “Allah sizi yerden bir bitki (gibi) bitirdi. (71-Nuh 17)” “ "O (dirilme ve hayat), bizim (öldükten sonra yaşadığımız bu) dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız, biz (ikinci kez ölüp) diriltilecekler değiliz." (23-Mü'minun 37)” “Dediler ki "(Yaşadığımız ve tekrar yaşayacağımız hayat) bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak dehr (kesintisiz akıp-gitmekte olan zaman) helak eder." Oysa onların bununla ilgili bilgileri yoktur, onlar yalnızca zannediyorlar. (45-Casiye 24)” "Nasıl, biz (bir daha) ölecek olanlar değil miymişiz? Yalnızca birinci ölümümüzden başka (ölüm yoktu öyle mi)? Ve biz (diriltilip) azaba uğratılacak olanlar da değil miymişiz?" (37-Saffat 58.59) Ve Mehmed abinize göre bu meseledeki en önemli anahtar., “Nefisler birleştiği (eşlendiği) zaman (81-Tekvir 7)” Bu kadarı yeterli, değil mi? |
Ömer Muhtar 04-11-2017 00:21 #2601 | selamunaleykum. Dediler ki "Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere de dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkış için (son) bir yol var mı?" (40-Mü'min 11) Belki gündem değil ama anlayabilmek için sormak istedim; "iki kere öldürdün ve iki kere de dirilttin" ne demek? Paylaşabileceğiniz bir şey varsa, paylaşabilir misiniz? |
Mehmed Alagaş 02-08-2017 13:04 #2458 | Ve aleykümselam Ömer kardeşim Dikkatin için teşekkür ederim. Bu sorunun cevabını “Tartışılan sorular” kitabımızın ilgili bölümünde şu ifadelerle cevaplamıştık., ”Mesela Adem (a.s.) ve Havva validemizin yaratılışıyla ilgili olarak "Ben yarattım" tekil ifadesi kullanılmasına rağmen diğer insanların yaratılmasıyla ilgili olarak "Biz yarattık" ifadesi kullanılmıştır. Çünkü insanların yaratılışında bazı vesileler söz konusudur. Kur'an-ı Kerim'in indirilişiyle ilgili olarak da "Biz indirdik" ifadesi vardır. Buradaki "Biz" ifadesi, Kur'an-ı Kerim'in indilişinde görev alan bazı melekleri de kuşatmaktadır. Gerçi bu melekleri ve bütün bu vesileleri yaratan yine Rabbimizdir. Bu nedenle "Biz indirdik" ifadesi yerine "Ben indirdim" ifadesini kullansaydı, şüphesiz ki yine hak bir ifade kullanmış olurdu. Kur'an-ı Kerim'in melekler tarafından indirilişine bizzat şahid olsak bile, bütün bu melekleri ve vesileleri Allah'ın yarattığını bilerek, Rabbimizin "Ben indirdim" ifadesine yine karşı çıkmaz, yine karşı çıkamazdık…” Meryem 9 ayetinde de şanı yüce Rabbimiz anne baba gibi vesilelerden doğan Zekeriyya (a.s.)’ın yaratılışını, bu vesileleri de yaratan bir Rab olarak üst planda Kendisine nisbet etmekte ve “Daha önce sen hiçbir şey değil iken seni yaratmıştım" buyurarak yine hak bir ifade kullanmaktadır. Dua ile.. |
Ömer Muhtar 29-07-2017 14:30 #2454 | Selamunaleyküm "76/2 ayetinde Rabbimiz “..Biz insanı karışık olan bir nutfeden-damladan yarattık…” buyurmaktadır. Dikkat edilirse bu ayette “Ben yarattım” değil “Biz yarattık” ifadesi vardır. Kur’an-ı Kerim’deki “Biz” ifadesiyle ilgili olarak araştırmalarımızı hatırlayan kardeşlerimizin bileceği gibi “Biz” ifadesiyle beyan edilen fiillere Rabbimizin yarattığı bazı vesilelerin de dahil olduğunu biliyor ve Latif olan Rabbimizin birçok ayette “Ben” yerine “Biz” ifadesini kullanarak bu fiillere asıl itibariyle Kendi yarattığı vesileleri de dahil etmesini muhteşem bir incelik olarak görüyorduk. 76/2 ayetindeki “Biz yarattık” ifadesi de, bizlere buradaki yaratmanın anne-baba gibi vesilelerin de dahil olduğu bir yaratma olduğunu göstermekte ve vesilelerin dahil olduğu bu yaratılış sürecinin nutfeden-damladan olduğu açıklanmaktadır. Oysa Adem (a.s.) yaratılışıyla ilgili hiçbir ayette “Biz” ifadesi kullanılmamakta ve “Ben yarattım, Ben yaratacağım” ifadeleriyle ilk insan olan Adem (a.s.)’ın anne-baba gibi vesilelerin dahil olmadığı bir yaratılışla yaratıldığı beyan edilmektedir." Alagaş hocam, yukarıda alıntıladığım paragraflardan da anlaşılacağı üzere rabbimizin; Adem a.s.'mı yaratırken "ben" ifadesini, insan suresi 2. ayette ise "biz" ifadesini kullanarak anlatmasında ki inceliğe dikkat çektiniz. Bu durumda aşağıda ki ayette yer alan "seni yaratmıştım" ifadesini nasıl anlamalıyız: "Öyledir. Rabbin "Bu Benim için kolaydır. Daha önce sen hiçbir şey değil iken seni yaratmıştım" buyurdu." (19-Meryem 9) |
Mehmed Alagaş 22-03-2016 11:23 #1670 | Ve aleykümselam “Ona "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman) dedi ki "Bu billurdan yapılmış (şeffaf ve düzeltilmiş) bir köşk-zeminidir." (Melike) dedi ki "Rabbim, ben (şimdiye kadar) kendime zulmetmişim. (Artık ben de) Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (27-Neml 44)” Belkıs’ın köşkün zeminini derin su sanması, bir büyü veya halisinasyon değil o an müşahade ettiği gerçek bir görsellikten kaynaklanıyordu. Burada üzerinde durulması gereken husus Belkıs’ın müşahade ettiği bu görselliğin nereden kaynaklandığıdır. Bunun iki ayrı cevabı olabilir. Ya billur zemin altındaki derin suyu gösteriyordu, ya da billur zeminin kendisi derin bir su görüntüsündeydi. Konuyla ilgili ayetler bütünlüğü ve timsallerle gizlenmiş bu köşkün ne o zaman, ne de sonraki zamanlarda insanların gözlerinden uzak olduğu dikkate alındığında birinci olasılık ağırlık kazanmaktadır. Tabi ki her iki olasılıkta da yanılgının temelinde billur zemin gerçeğinin farkedilmemesi olduğu için Belkıs’ın yanılması ve güneşe karşı itikadının sarsılması söz konusudur. |
Fatma Ceren 22-03-2016 09:10 #1667 | Selamun Aleyküm Mehmed abinin anlaşılmayan hususlarda tekrar kitaba yöneltmesi, ya orada yeterli açıklama olduğundan ya da çok önemli bir yapım ekinin dahi atlanmış olması ihtimalindendir. Zira Neml 27. ayette Hüdhüde yöneltilen sözde; kitabın 500. sayfasında "(bilmeyerek)" ve sitedeki mealde"(yanılıp)" parantezleri boşuna verilmemiş. İnşirah kardeşin alıntısı ise konuyu tamamlamış. Sebe melikesinin köşkü derin bir su sanmasına neden olan yani onu ilk kez yanıltan güneş ise, köşke tesir etmeyecek bir yükseklikte değil. Yani köşkün çok derinlerde olması değil, diğer insanların gözlerinden ve bilgilerinden saklı korunmuş bir mesken olarak inşa edilmiş olması söz konusudur. Üstelik timsallerle de korunmuştur. Zira Sebe melikesi, billur zeminin kenarına geldiğinde güneşle parıldayan ve derin gözüken suda ıslanmasın diye refleks bir hareketle eteklerini toplarken, yıllardır taptığı güneşle ilgili fikirlerini toplayıp o denizin derinliklerine gömeceğinin farkında bile değildi. Yani Belkıs'ı derin düşüncelere daldıran billur zemin, çok da derinlerde değildi. |
Bekir Ziya 21-03-2016 23:03 #1664 | Selamun aleykum Hz. Suleyman'in emrine verilen bazi cinlerin duvar ustasi ve dalgiclik gibi ozelliklerini her halde yuce kitabimiz bosuna belirtmemis. O koskun derin sularda oldugunu kanitlayan birer belgedir aslinda. Yoksa o cinler, denizden inci ve mercan cikartmiyordu ve duvar ustasi olanlar da karada saray ve kosk yapmiyordu. Mehmed Hocam, bu konuda Allah'in izniyle ayetleri hak manasiyla idrak etmistir. Sagolsun, varolsun. |
İnşirah Melal 20-03-2016 13:49 #1663 | Sebe Melikesi ve Köşk Burak kardeşimizin dikkat çektiği diğer hususta da bir çelişki olduğunu zannetmiyor lakin Alagaş hocamın Beklenen Müslümanlara kitabındaki ilgili kısmı anlatırken kullandığı ifadelerin köşkün deniz üzerinde olduğu algısını oluşturabileceğini ben de düşünüyorum; "...Eteklerini aceleyle indirdikten sonra başını hafifçe kaldırarak güneşe baktı. Billur bir zemin üzerinde parıldayarak, bu zemini kendisine derin bir su gibi gösteren güneşe baktı öylece!. Şimdiye kadar övdüğü ve övündüğü güneş, O'nun aldanmasına ve böyle bir duruma düşmesine sebep olmuştu!. Yıkılmakta olan bir inanç ve itikat ile fısıldamaya başlayan gönlü "hani sen bizim dünyamızı aydınlatır, hani sen bize eşyanın hakikatini gösterirdin!." siteminde bulundu...." Yukarıdaki alıntı (başını hafifçe kaldırarak güneşe baktı gibi ifadeler) köşkün su üzerinde olduğu algısını oluşturabilir lakin kati olarak su üzerinde olduğu anlamını çıkarmaz. Bu yüzden de diğer kitaptaki şu ifadelerle çelişkili hale gelmez kanaatindeyim; "...Dikkat ederseniz saydam camdan yapılan bu billur zemin, tefsirlerde ısrarla belirtildiği gibi köşke giden yolun zemini değil, köşkün bizzat kendi zeminidir. Bu billur zemini köşke giden yolun zemini olarak tanımlayanlar, bu tanımlamayı köşkün su üstünde olduğu zannından hareketle yapmaktadırlar!. İyi ama köşkün suyun üstünde olduğunu nereden biliyoruz ki? Oysa ayet-i kerimede bu billur zeminin, köşkün zemini olduğu açıkça beyan edilmekte ve köşke girmeye niyetlenen Belkıs ile ilgili olarak "onu görünce su sandı" değil, "onu görünce derin bir su sandı" ifadesi kullanılarak, köşkün sahile yakın olmayan derin sularda olduğu işaret edilmektedir..." Yani özetle; Belkıs'ın derin bir su sandığı, köşk değil köşkün zeminidir ki, bu da köşkün derinlerde olmadığını kanıtlamaz. Zira derinde olan köşktür ve zemini derin bir su değil saydam camdan yapılan billurdur denilmektedir. Değerli Burak kardeşimizin ve hocamızın anlayışına sığınıp gayesi anlamak olan bir kardeşiniz olarak anladıklarımı paylaşmak istedim. Selam ve dua ile... |
İnşirah Melal 20-03-2016 13:05 #1662 | Selamaleykum Değerli Burak kardeşimiz; İzninizle size çelişki gibi görünen ilk husus hakkında Alagaş hocamın yönlendirdiği açıklamayı buraya taşımak istiyorum; "....Çünkü bir kuşun veya bir insanın doğru söylemesi ile, söylediği şeyin doğru olması birbirinden farklı şeylerdir. Yalana veya batıla inanmış nice insan, kendi anlayışlarına göre dürüst olduklarını ve samimi bir şekilde doğru söylediklerini zannederlerken söyledikleri şey doğru değildir. Tabi ki bunun tam tersi de söz konusu olmakta ve özellikle münafık zihniyetindeki kimseler, Kur'an-ı Kerim'de beyan edildiği gibi hak bir gerçeği yalan ve yalancı bir ağızla söyleyebilmektedirler; Münafıklar sana geldikleri zaman "Biz gerçekten şehadet ederiz ki, sen kesinlikle Allah'ın resulüsün-elçisisin" derler. Allah da bilmektedir ki sen elbette O'nun resulüsün. Ancak Allah (söyledikleri söze inanmayan) münafıkların gerçekten yalan söylemekte olduklarına şahidlik etmektedir. (63-Münâfikûn 1) Doğru ve yalan arasındaki bu ince ve hikmetli çizginin farkında olan Süleyman aleyhisselam kendisine Sebe'yle ilgili haber getiren bu kuşun YANILMIŞ veya YANILTILMIŞ olabileceğini dikkate alarak...." yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı üzere, hüdhüd'ün yalan söyleme ihtimalinden değil, gördüğünün ve bildiğinin yalan olma ihtimalinden söz ediliyor ki, bu da önceki sayfalarda bahsedilen açıklamalara çelişki değil derinlik verir kanaatindeyim. Zira benim anladığım şey şudur; Şeytan hayvanlara vesveseler vererek içlerinde var olan hakikati yalanlatamaz. Ama bir yalan sahneleyip, doğru bir ağıza sahip olanları kullanarak, aldatılmaya ve kandırılmaya müsait olanların kalbine vesveseler verebilir. Dua ile.. |
Burak Faran 20-03-2016 11:41 #1661 | En başta Selamlar. Sİzce yazdıklarım tefekkür edilmeden yazılmış sıradan karalamalar mı acaba? Kitaplarınız arasındaki çelişkileri görebilecek kadar dikkatli , dönüp dönüp tekrar okuyorsam ve anlamadığım şeyleri size soruyorsam lütfen beni tekrar kitaplarınıza yönlendirmeyin. Maksat doğruyu bulmaksa, Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini doğru bir şekilde anlamaksa sanırım yazdıklarınız hakkında sorular sormaya hakkım olduğunu düşünüyorum. |
Burak Faran 19-03-2016 20:19 #1660 | Yaratılış ve insanlık tarihi/4 sayfa 86: Sebe Melikesinin billur zemini derin bir su zannederek eteğini kaldırıp girmesinden bahsetmişsiniz. (taptıkları güneşin onu yanıltmasından)Demek ki sebe mellikesi göz yanılması yaşamış. Gördüğü su derin değil bilakis ona derinmiş gibi gelmiş.Oysa diğer kitabınız 2012 ve iki deniz arası kitabınızın 65. sayfasında bu köşkün denizaltında olduğundan bahsetmişsiniz. İki yorum birbirine zıt değil mi??? insandergisi.com : Sayın Burak FARAN'ın bu yorumu bizlere ulaştığında ALAGAŞ hocamızın son yorumunun henüz yayınlanmamış olduğunu tüm kardeşlerimizin dikkatine sunarız. |
Mehmed Alagaş 19-03-2016 20:11 #1659 | Selam vermeyi unuttun herhalde Burak kardeşim Selamunaleyküm Sorunun cevabını, okuduğun satırların üç-dört paragraf sonrasında yazılanları okuyup-tefekkür ettiğinde görebileceksin kardeşim.. |
Burak Faran 19-03-2016 15:00 #1658 | Beklenen Müslümanlara/ Yaratılış ve evrim-4 Kitabınızda Hüdhüd kuşunu baz alarak şeytanın hayvanlarla uğraşmadığını, onlardaki ilahi gerçekleri vesveselerle bulandırmadığını ve bulandıramadığını söyleyerek hüdhüd kuşuda dahil diğer hayvanların insanlar gibi olmadığını yazmışsınız.(sf 62/63) Oysa bir sonraki sayfada Sebe melikesi ve halkı hakkında haber getiren hüdhüd kuşunun söylediğine hemen inanmayan Hz Süleyman'ın ayette geçen şu sözünü nakletmişsiniz:''Bakalım doğruyu mu söyledin yalancılardan mı oldun'' açıkçası bu bana çelişki gibi geldi. Bir kuşun yalan söylemesi şeytanın vesvesesine muhatap olması anlamına gelmiyor mu? |
Mehmed Alagaş 29-02-2016 22:16 #1623 | Ve aleykümselam Abdullah kardeşim Uzun yıllardır samimi konuşmalarıyla ve kitab çalışmalarıyla yüzlerce doğruyu gündeme getiren ve birçok insanın hidayetine vesile olan Mustafa kardeşimin, bu doğruları gündeme getirmesini sessizlikle karşılayan çevrelerin; bu kardeşimin yanlış yorumdan kaynaklanan bir hatasından sonra nasıl bir uslupla, neler dediklerine ne yazık ki ben de şahit oldum. Bu konuşanların bazılarına ilim sahibi denilse de, insaf sahibi denilmesi mümkün değildir. Oysa bizler dinimizi bildik bileli bu gibi çevrelerin İslam adına savundukları bir çok yanlışları isim zikretmeden ve kendilerini rencide etmeden Kurani doğrularla düzeltmeye devam ediyoruz. Herneyse.. Bizler gibi bir insan olması hasebiyle bazı konularda hata yapan Mustafa kardeşim, bu konuda da farkında olamadığı bir hata yapmıştır. 76/2 ayetinde Rabbimiz “..Biz insanı karışık olan bir nutfeden-damladan yarattık…” buyurmaktadır. Dikkat edilirse bu ayette “Ben yarattım” değil “Biz yarattık” ifadesi vardır. Kur’an-ı Kerim’deki “Biz” ifadesiyle ilgili olarak araştırmalarımızı hatırlayan kardeşlerimizin bileceği gibi “Biz” ifadesiyle beyan edilen fiillere Rabbimizin yarattığı bazı vesilelerin de dahil olduğunu biliyor ve Latif olan Rabbimizin birçok ayette “Ben” yerine “Biz” ifadesini kullanarak bu fiillere asıl itibariyle Kendi yarattığı vesileleri de dahil etmesini muhteşem bir incelik olarak görüyorduk. 76/2 ayetindeki “Biz yarattık” ifadesi de, bizlere buradaki yaratmanın anne-baba gibi vesilelerin de dahil olduğu bir yaratma olduğunu göstermekte ve vesilelerin dahil olduğu bu yaratılış sürecinin nutfeden-damladan olduğu açıklanmaktadır. Oysa Adem (a.s.) yaratılışıyla ilgili hiçbir ayette “Biz” ifadesi kullanılmamakta ve “Ben yarattım, Ben yaratacağım” ifadeleriyle ilk insan olan Adem (a.s.)’ın anne-baba gibi vesilelerin dahil olmadığı bir yaratılışla yaratıldığı beyan edilmektedir. Mustafa kardeşimin bunu anlayacağına ve hatasından döneceğine inanıyorum. |
Abdullah 29-02-2016 18:17 #1622 | Selamunaleyküm Mehmed abi Mustafa İslamoğlu’nun İnsan 2 ayetini delil göstererek Adem a.s. nın da babası vardı görüşünden sonra ortalık ayağa kalktı. Bunu sizde duymuşsunuzdur. Ben bunu duyduktan sonra insanlık tarihi kitabınızdan bu bölümü tekrar okudum, bu görüşe katılmadığınızı görüyorum. Siz İnsan 2 ayetini nasıl yorumluyorsunuz. |
Mehmed Can 10-01-2016 18:40 #1552 | Selam ve dua ile, Bu soruyu ilk okuduğumda cevabını merakla beklediğim güzel bir soru demiştim. Dikkat çekici güzel soru için öncelikle, Selçuk kardeşime teşekkür ve dua ediyorum. Mehmed abimizin cevabındaki, itaat şartı çok önemli ve dikkat çeken bir ayrıntı diye düşünüyorum; "Harun (a.s.) bir peygamber olmasına rağmen Musa (a.s.)’a yardımcı olarak verilen ve kardeşine de itaat etmesi gereken bir peygamberdi." Konuya özel bu cevap, bizlere benzeri konuları değerlendirirken ayetleri, Kur'an bütünlüğü içinde değerlendirmemizin ve ayrıntı gibi gözükmesine rağmen bazı kelime veya cümlelerin ne kadar mühim olduğunu göstermektedir. Kur'an'a doğru soruyu sormamızı ve doğru cevabı anlamamızı kolaylaştıracağı için çok önemli olduğuna inandığım bu usulü bir çok vesileyle bizlere hatırlatan Mehmed abimize bir kez daha dua ediyor ve teşekkürlerimi sunuyorum. |
Selçuk Ege 10-01-2016 16:49 #1550 | merhaba Ilginiz ve yorumunuz icinTesekkur ediyorum |
Mehmed Alagaş 09-01-2016 12:13 #1548 | Ve aleykümselam Selçuk kardeşim Harun (a.s.) bir peygamber olmasına rağmen Musa (a.s.)’a yardımcı olarak verilen ve kardeşine de itaat etmesi gereken bir peygamberdi. Musa (a.s.) sözleşme gereği Tur’a çıkarken kardeşine "Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve fesatçıların (bozguncuların) yoluna uyma. (7-A’raf 142)” demişti. Bu görevi yerine getiren Harun (a.s.), kavminin böğüren buzağı ile saptığını gördüğü zaman da olaya müdahale etmiş ve "Ey kavmim, siz bununla (böğüren buzağı ile) fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin (hak ve gerçek) Rabbiniz Rahman'dır. (Artık) bana uyun ve emrime itaat edin (20-Taha 90)" demişti. Fakat "Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya tapmaktan) önünde bel büküp-eğilmekten asla vazgeçmeyeceğiz. (20-Taha 91)” diyen kavmi Harun (a.s.)’ı dinlememiş, olayı eliyle ve diliyle önlemeye çalışan Harun (a.s.)’ı öldürme noktasına gelmişlerdi., “Musa kavmine oldukça kızgın ve üzgün olarak döndüğünde "Benim arkamdan ne kötü işler yaptınız? Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?" dedi. Levhaları attı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona) "Annemoğlu, bu topluluk beni cidden zayıf gördü ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de bana düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla bir tutma" dedi. (7-A'raf 150)” Olaya eliyle ve diliyle müdahale etmesine rağmen engelleyemeyen Harun (a.s.)’ın bundan sonra yapacağı şey “Ben sizden ve sizin yaptıklarınızdan uzağım” diyerek, kendisine tabi olanlarla birlikte zalimler topluluğundan ayrılmasıydı. Ancak bir yandan kardeşi Musa (a.s.)’ın “Fesatçıların (bozguncuların-ayrılıkçıların) yoluna uyma sözünü bir diğer yandan sapan kavminin "Musa bize geri gelinceye kadar …” ifadesiyle kardeşi Musa (a.s.) gelince durumun değişebileceğini dikkate alarak zalimler topluluğundan ayrılmayan Harun (a.s.) kendisine kızan kardeşine “Beni bu zalimler topluluğuyla bir tutma" dedikten sonra aşağıdaki ifade ile o zalimler topluluğundan neden ayrılmadığını açıklamaktadır., "İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin" demenden korktum? (20-Taha 94)” Dua ile.. |
Selçuk Ege 08-01-2016 20:41 #1547 | Selamunaleykum Mehmed Abi. Taha suresindeki hz. Harun ile hz. musanın dialoglarında kafama takılan bazı sorular oluştu. bu konuda sizin fikrinizi almak istiyorum. "(Musa döndüğünde) dedi ki "Ey Harun. Onların saptıklarını gördüğün zaman seni (müdahale etmekten) alıkoyan neydi?". "Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?. "(Harun) dedi ki "Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup-çekme. Ben senin "İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin" demenden korktum?" (Tâ-Hâ 92...94)" Bu ayetlere göre hz. Harun Allah'tan vahiy alan bir rasül olmasına rağmen israiloğullarının buzağı konusundaki sapıtışları karşısında gerekeni yapmamış izlenimi var. Allah'a karşı vazifeli iken o Allah'ı değil de kardeşi Hz. Musa'yı önceliyor ve onun kendisi aleyhinde düşünmesinden korkuyor. Ayetten anlaşılan bu çıkarımı nasıl yorumlamalıyız? İnsani özelliği gereği Hz Harun hata mı yapmıştır? yoksa ben yanlış yerden mi bakıyorum. Allaha emanet olunuz. |
Yusuf Gökçe 01-10-2015 19:48 #1159 | yecüc mecüc sa.hocam yecüc mecücün yerle gök arasında bir yerde oldugunu bu kavmin nuh as dönemindeki kafir insanlar ve cinler oldugunu söylüyorsunuz halbuki ben bu kavmin ademogullarından milyonlarca yıl önce dünyada yaşamış ve bozgunculukta ittifak etmiş farklı bir varlık kümesi oldugunu düşünüyorum.bu kavim helaka uğramış ancak bir kısmı kıyametten önce yeryüzüne çıkarılmak üzere azapları ertelenmiş ve bu kavim yerin çeperleriyle ihata edilmiştir.hz. zülkarneynin ikinci yolculuğunda gördüğü kavim işte bu kavimdir.'güneşle bu kavim arasında güneşten gayri hiçbir setre yaratmamıştık ifadesi dünyanın geçmişteki halidir.adem ve soyu için dünya sonradan bugünkü halini almıştır.yecüc ve mecüc , dünyanın güneşin çekim gücüyle yuvarlaklaşmasıyla dünyanın katmanları arasına hapsolmuşlardır. bir gün çıktıklarında da zülkarneyn bu varlıkların çıktıkları gediğe aşılmaz ve delinemez bir engel yapacaktır.güneşle söz konusu kavim arasında hiçbir setre yaratmamıştık ifadesi dünyanın1 düz oldugunu , atmosferin olmadıgını, bitkilerin yaratılmadıgını... gösterir.2 bu kavmin bu şartlar altında yaşayabilen varlık kümesi oldugunu da gösterir.3. meleklerin allahu tealanın ben yeryüzüne bir halife atayacağım demesi arzda kan dökecek bozgunculuk yapacak birinimi halife olarak tayin edeceksin demeleri de arzda ademogullarından önce bir kavmin varlığını göstermektedir.yorumuma cevabınızı inşaallah bekliyorum sevğili hocam.sa. |
Mehmed Alagaş 26-04-2015 02:03 #980 | Ve aleykümselam Hayır güzel kardeşim, ayetlere dayalı o genel görüşlerimizde herhangi bir değişiklik yok. Sadece “meleklerin yaşam hızının veya zaman algılayışının bizlerden 18.250.000 kat daha fazla olduğu” ifadesini tashih ediyor ve meleklerin yaşam hızının, bizlerin dünyevi yaşam hızından (söz konusu rakamdan) çok çok daha fazla olduğunu düşünüyoruz. |
İnşirah Melâl 25-04-2015 13:53 #977 | Selamunaleyküm Mehmed hocam bu tashihiniz, kitabınızın o bölümündeki yaşam hızı ve zaman algılayışıyla ilgili genel görüşlerinizi değiştiriyor mu? |
Mehmed Alagaş 20-04-2015 22:39 #971 | TASHİH Selamunaleyküm “Melekler ve Ruh (Cebrail), oraya, süresi ellibin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. (70-Mearic 4)” Bu ayetle ilgili olarak asırlardır kabul gören geleneksel anlayışı yeterince araştırmadan makul görmemden kaynaklanmış olacak ki, ayetteki ‘ellibin yıl’ ifadesinin biz insanlara göre ellibin yıl olarak anlamış ve bu anlayıştan hareketle “Ellibin yılı 365’le çarparsak, meleklerin yaşam hızının veya zaman algılayışının bizlerden 18.250.000 kat daha fazla olduğunu..” ifade etmiştim. Son yıllarda özellikle Mearic 3’ü dikkate alarak sürdürdüğüm araştırmalarda geldiğim nokta ise ayetteki ‘ellibin yıl’ ifadesinin biz insanlara nisbetle değil, bizzat meleklerin kendilerine nisbetle ilgili bir ifade olduğudur. Göğün yollarıyla ilgili çalışmalarımı paylaşmam nasib olursa daha iyi anlaşılacaktır ki (en basit örneğiyle yürüyen merdivenlerde olduğu gibi) bu yollar, yolcuyu -yaratılmış alemdeki her hızı, çok çok gerilerde bırakacak bir hızla- yükselten yollardır. Nitekim Ruh ve melekler de kendi hızlarına göre ellibin yılda ulaşabilecekleri bir menzile, yükselten bu yollar sayesinde bir günde ulaşabilmektedirler. Yaratılış ve İnsanlık tarihi kitabımızdaki bu ifadeleri araştırmacı kardeşlerimiz için tashih ediyor ve yeni yayınlanan meal çalışmamızda da belirttiğimiz gibi bu iki ayet-i kerimeyi aşağıda verdiğimiz gibi anladığımızı ifade ediyoruz. (Yüksek derecelere) yükselten yollar sahibi olan Allah'tandır. (70-Mearic 3) Melekler ve ruh (bu yollar ile kendi hızlarına göre) süresi ellibin yıl olan bir günde O'na yükselip-çıkar. (70-Mearic 4) Dua ile.. |
Mehmed Alagaş 17-11-2014 19:28 #764 | Ve aleykümselam Murtaza kardeşim, kitabta bunun yeterince açık belirtildiğini zannediyordum. Musa Aleyhisselam savaş emrine karşı çıkarak "Sen ve Rabbin gidip savaşın" diyen İsrailoğulları hakkında "Rabbim, gerçekten kendimden ve kardeşimden başkasına malik olamıyorum. Öyleyse bizimle fasıklar topluluğunun arasını Sen ayır. (5-Maide 25)” duasında bulunmuştu. Kavminden muzdarip bu peygamberin özellikle belirttiği "Bizimle fasıklar topluluğunun arasını Sen ayır" duasına icabet eden Rabbimiz, elbetteki Musa Aleyhisselam ile İsrailoğullarının arasını ayırmıştı. Nitekim "Artık orası kendilerine kırk yıl haram kılınmıştır. Onlar yeryüzünde 'şaşkınca dönüp-dolaşıp duracaklar.' Sen de o fasıklar topluluğuna karşı üzülme. (5-Maide 26)” buyruğunda da sadece onların yeryüzünde 'şaşkınca dönüp-dolaşacakları bildirilmekte ve o fasıklar topluluğu hakkında artık üzülmemesi gerektiği beyan edilmektedir. |
Murtaza Sayın 16-11-2014 18:28 #762 | S A hocam israil ogulları tih de başlarında musa a s olmadanmı 40 sene kaldılar tam anlayamadım şimdiden ALLAH razı olsun selam ve dua ile |
Murtaza Sayın 17-10-2014 12:38 #726 | salamün aleyküm hocam inşallah iyisinizdir hocam eyyüp a s kıssasında eyup a s iyileştigi zaman ilk ailesi cocukları tekrar verildigine dair anladılıyor bunların kuran ve sünnete göre delilleri varmı yoksa sadece rivayetlerden ibaretmi hocam şimdiden allah razı olsun selamün aleyküm ve dua ile insandergisi.com : Sayın Murtaza SAYIN! Sormuş olduğunuz soru ile ilgili kitapta şunlar zikredilmiştir; "Allah’ın lutfu ile bu suyu içen ve bu suyla yıkanan Eyyub Aleyhisselam, çok kısa sürede iyileşmiş ve eskisinden daha sıhhatli bir duruma gelmişti. Kur'an-ı Kerim'de "Böylece onun çağrısına cevap verdik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla bir katını daha verdik. (21-Enbiya 84)" buyurulduğu gibi Rahman olan Rabbimiz Eyyub Aleyhisselam’a hem ailesini ve hem de onun bir mislini daha vererek, ona birçok salih evladlar nasib etmişti. İlk ailesine kavuştuğu zaman yıllar önce yaptığı andı düşünen ve haklı da olsa vicdanen gerçekleştirmek istemediği bu and konusunda ne yapacağını bilemeyen Eyyub Aleyhisselam’a, yine Rabbimiz yol göstermiş ve söz konusu andın bozulması değil yerine getirilmesi gereken bir and olduğuna işaret ederek “(Söylediğin adet kadar) elinle (ince başak veya bitki sapından) deste al ve onunla vur. Andını bozma (38-Sad 44)” diye vahyetmişti." |
Murtaza Sayın 15-10-2014 11:15 #725 | s a hocam okudum ve inşallah anladım allah razı olsun selam ve dua ile |
Mehmed Alagaş 13-10-2014 20:25 #723 | Ve aleykümselam Bu kitabın sorunla ilgili bölümünü dikkatle okumanı tavsiye ediyorum Murtaza kardeşim. Dua ile.. |
Murtaza Sayın 13-10-2014 15:30 #722 | S.a Hocam Yusuf as kıssasında geçen Bünyamini alıkoymak için bardağı erzağın içine koymayı Allah cc mi söylüyor, Yusuf as mı koyuyor? Bu durumda bir kişiyi yapmadığı bir suçdan dolayı alıkoymanın hikmetini yada peygamberlik şahsında nasıl anlamalıyız Allah'ın her hükmünde bir hikmet her hikmetinde bir rahmet vardır. Allah cc simdiden sizden ve sizin gibi müslümanlardan razı olsun selam ve dua ile |
Mehmed Alagaş 14-01-2014 22:48 #242 | Ve aleykümselam Fatma kardeşim Salih kulla ilgili Kur'an-ı Kerim'de önemli işaretler olmasına rağmen kesin bir bilgiye ulaşamadığımız için bu konudaki ağırlıklı kanaatimizi paylaşmak istemiyoruz. Gemiyi delme eylemini sadece kendisine nisbet eden salih kulun çocuğun öldürülmesiyle ilgili ikinci eylemi Biz dediği bir çoğunluğa nisbet etmesi, bu eylemi (Allah'ın izniyle ve O'nun gözetimi altında böylesine önemli bir kararı verebilecek ve bizim mahiyetini bilmediğimiz özel bir heyetle) istişare ederek yaptığını göstermektedir. Ayet metninde "Hatta" kelimesiyle ifade edilen nihayet veya oluncaya kadar anlamları ise bu yolculuğa çıkarken "Beni İnşaallah sabredenlerden bulacaksın" sözünü veren Musa (a.s.)'ın kıssada zikredilen olayların dışında da bize yansıtılmasına gerek olmayan bazı özel olaylar yaşadığına ve bu olayları sabırla karşıladığına işarettir. |
Fatma Ceren 14-01-2014 22:20 #239 | Selamun aleyküm Bu "salih kul" ve "Biz" dediği çoğunluk kimdir Mehmed abi? Ayrıca Salih kul ile Musa (a.s.) yola koyulunca gemiye binmek, erkek çocukla karşılaşmak ve kasabaya gelmek çok zor ve ulaşılmaz mıydı ki devamlı "nihayet" ibaresi kullanılıyor? |
Mehmed Alagaş 14-01-2014 19:20 #237 | Ve aleykümselam Ahmed kardeşim Daha önceki çalışmalarımda da belirttiğimiz gibi salih kul buradaki Biz ifadesiyle Rabbimizin dahil olmadığı bir çoğunluğu kastediyor. Sizin de altını çizdiğiniz gibi Rabbimiz zanda bulunmaktan münezzeh olduğu gibi endişe edip-korkmaktan da münezzehtir. |
Ahmet Taşkın 14-01-2014 11:26 #234 | Kehf 80'e göre Allah Gelecekte ne yapacağımızı net olarak bilmiyor mu? Selamunaleykum Mehmed Abim, Kehf Suresi 80. ayette "Çocuğa gelince, anne ve babası mü'min kimselerdi. Bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkâr zorunu kullanmasından endişe edip-korktuk." deniyor. burada salih kulun "korktuk" ifadesi üzerinde durmak istiyorum. cocugu öldürme gerekcesinde "korktuk" diyor. yani "anne ve babasını azgınlığa sürükleyecekti "demiyor. Bir tahmin var burada. Buradan yola çıkarak birileri "Allahın gelecekte yaşananları net olarak bilmediğini "söylüyor. Bu ayette Allah kesin bir ifade yerine neden tahmini bir ifade olan "korktuk" kelimesini kullanıyor? allaha emanet olun. |
Mehmed Alagaş 19-12-2013 21:12 #186 | Fatma kardeşim Rabbimizin mekandan münezzeh olduğunu söyledikten sonra Rabbimize yaratılmış alemde mekan nisbet eden böylesi yaklaşımları nasıl değerlendirmemi bekliyorsunuz ki? Bu sorunuzda meseleyi bir üst plana taşıyarak "Allah'a yaratılmış alemde mekan nisbet etmek yanlış ise bu işin doğrusu ne?" diyorsanız böyle bir sorunun cevabı, günümüz anlayış seviyesinin çok üstündedir. Şu kadarını söyleyeyim ki yaratılmış alemde değil Rabbimizin Zatında bazı esmalarla ilgili mekan söz konusu olsa da, şanı yüce Rabbimiz Zatında bulunan bu mekana değil-bu mekan şanı yüce Rabbimize muhtaçtır. Göğün genişlemesiyle ilgili olan bilimsel gözleme değil, bu gözlemden hareketle getirilen batıl yoruma karşı çıkmıştım. Magdeburg deneyinden hareketle öncelikle ayetlerde bildirildiği gibi yer ve gök bitişikken (yani ikisi arasında hiçbir mekan yokken) açılmasının nasıl bir kuvvet ve kudrete gerek duyduğuna işaret ettiğim gibi göğün genişletilmesi de konudan uzak bir olay değildir. Zaten günümüz bilimselliği Magdeburg deneyindeki gerçekliği dikkate alsa yokluk içinde açılan bir mekanın açılmaya değil kapanmaya meyyal olduğunu anlayarak "Göğün kendince genişlediğini" değil "Genişletildiğini" söylemesi gerekirdi. Tabi bunu söyledikleri zaman bu genişlemenin hangi güç tarafından gerçekleşebileceği sorusu gündeme gelecek ve bu soruya bilimsellikten uzak tutmak istedikleri "Allah" cevabını vermeye mecbur olacaklardır. |
Fatma Ceren 18-12-2013 01:38 #177 | Teşekkür ederim. Ancak, bu yaklaşımları nasıl karşıladığınızı değil, kitapta öne sürdüğünüz teziniz gereğince, nasıl değerlendirdiğinizi sormuştum. İkisi aynı şey değil. O bölümde(Yerlerin ve Göklerin Yaratılması) anlattıklarınızdan, Allah'ın(c.c.), yaratmaya kendi içinde mekan ve maddeye bir yer açarak(yaratarak) başladığını ve etrafını da tüm kudretiyle kuşattığını; arşa istiva etmenin de bu demek olduğunu mu kastediyorsunuz? Ve, "Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve Biz(onu) genişletici olanlarız"(51-47) ayetindeki "Göğün genişletilmesi" ifadesi; bugün bilimin keşfettiği "Evrenin genişlemesi" keşfi ile anlaşılamayacaksa -ki kesinlikle öyle- bu ayeti, "maddeye mekan açma, istiva etme, yer ve göğün bitişikken açılması" konusu ve ilgili diğer ayetlerle birlikte nasıl anlamalıyız? Magdeburg deneyi örneğinizle, yerin ve göğün bitişikken ayrılmasını mı açıklıyorsunuz yoksa göğün genişletilmesini mi? Ya da her ikisini mi? |
Mehmed Alagaş 18-12-2013 00:41 #176 | Fatma Kardeşim! Rabbimizin mekandan münezzeh olduğunu bildiğim için "Yerdedir, göktedir, her yerdedir.." gibi bildik yaklaşımları hiç değerlendirmiyor, böylesi sözleri makbul görmesem de söyleyenlerin keyfiyetini dikkate alarak makul karşılıyorum. |
Fatma Ceren 17-12-2013 22:17 #174 | Arşa İstiva Etmek "Çünkü Hak ve gerçek olan İlahi vahiy, bilimselliğin karşısında ölçülecek bir nesne değil, ölçünün ta kendisidir" (sf.49) diyor ve Fizik Bilimini alt üst ediyorsunuz. Maddenin mekana muhtaç olduğu gerçeğinden hareketle, yoklukta açılan mekanın; mekandan münezzeh bir şeyin içinde olması gerekir diyor ve, "Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da arşa istiva eden O'dur" ayetinin müteşabih değil muhkem olduğunu söylüyorsunuz. Bu ve benzeri ayetlerde geçen "Arşa istiva etmek" fiilini, "Mekandan münezzeh kudretiyle kuşatan" şeklinde meallendirdiğinize göre, "Allah(c.c.) yerdedir, göktedir, O her yerdedir"... gibi bildik yaklaşımları nasıl değerlendiriyorsunuz? |
Mehmed Alagaş 04-12-2013 20:40 #115 | Selam Bekir kardeşim. İlahi vahyin gündem olmadığı veya gündemi İlahi vahyin oluşturmadığı toplumlar, yönetmenliğini müstekbirlerin yaptığı değişken gündemleri konuşan toplumlardır. Bu toplumlar için günümüz dünyasında ABD'nin veya falanca bir devletin ne düşündüğü, ne yaptığı veya ne yapacağı, bütün bu gelişmeleri hakkıyle bilen Rabbimizin böylesi durumlarda geçmişte ne yaptığı, şimdi ve yakın zamanda ne yapacağından daha önemli zannedilmektedir. Bu batıl zan birçok müslümanın itikadında yer almasa da, pratiğinde ve gündem anlayışında kendisini göstermektedir. Hakkın değil realitenin dikkate alındığı günümüz dünyasında bu duruma ne yazık ki şaşırmıyor, ümmet için önemli olan ayetlere dayalı görüşleri doğruysa tasdik, yanlışsa tenkid etmekten bile çekinen kardeşlerimiz için elbetteki dua ediyoruz. Allah hepimizi hak ve hakikatte birleştirsin... |
Bekir Ziyadanoğulları 04-12-2013 01:00 #108 | Yüzyıllarca Ehli sünnet, Mutezile ve diğer fırkalar arasında süregelen 'ru'yetullah', 'şefaat' gibi tartışmaların yersiz olduğunu ayetlerle izah edişiniz açıkçası beni muazzam bir şekilde şaşırttı. Hele 'Rahman, arşı istiva etti' ayetine yaptığınız açıklama yıllarca kafamı kurcalayan sorulara net bir cevaptı açıkçası. A'raf suresindeki "köpekleşmiş şahsın" Samiri olduğu gerçeği ise başlı başına Kur'an'a bakışta bir çığır açmaktır. Ama hocam, ne ilginçtir ki bu çığır açan yaklaşımlar bizim çevrelerde bir yankı bulmuyor! Ne diyorsunuz bu işe hocam. Saygılarım ve selamlarımla... |
Mehmed Alagaş 02-12-2013 23:12 #103 | Bekir kardeşim! Mehmed hocana değil Mehmed abine veya Mehmed kardeşine verdiğin bu karşılık için teşekkür ederim. Hac 15'le ilgili olarak "Belki geçen sürede bir neticeye varmışsınızdır" cümleniz beni gülümsetti. Son kitabdan bu yana ne kadar zaman geçtiki Bekir kardeşim. Kaldı ki Mehmed kardeşinin 15-20 yıldır üzerinde düşünüp-araştırdığı ve hiç ilerleme kaydetmemesine rağmen acele etmeden düşünüp-araştırmaya devam ettiği birçok ayet vardır. Allah'a emanet olalım.. |
Bekir Ziya 01-12-2013 23:34 #94 | Hocam, Verdiğiniz cevaplar için çok teşekkür ediyorum. Zahmet buyurmuşsunuz. İslami bir temelimiz ve sizin yaptığınız gibi Kur'an'ı anlama metoduna ve o derinliğe sahip olmadığımız için ve doğrusu biraz da geç kaldığımız için, hazıra konma gibi bir durumda bulunuyoruz maalesef. Müteşabih Müslümanlar kitabınızı okumuştum. Bahsi geçen ayeti anlamadığınızı orada beyan ettiğinizi biliyorum. Daha başka kaynaklardan da baktım ama bir türlü doyurucu bir açıklama bulamadığım için tekrar size danışmayı uygun buldum. Belki geçen sürede bir neticeye varmışsınızdır diye. Değerli zamanınızı aldığım için özür diliyorum hocam. Yeni çalışmalarınızı sabırsızlıkla bekliyorum... |
Ömer Muhtar 01-12-2013 21:09 #93 | kuran-ı kerim tarihi Tarih okumayı çok severim, hele bu kuran kaynaklı bir tarih olursa, insanlık tarihini kurandan öğrenmek daha da güzel. Bundan dolayı bu tür çalışmalarınızın devam etmesini ve peygamberimiz hz muhammed (s.a.v.)'in hayatını anlatan; hem kuranda anlatıldığı kadarıyla hemde sahih tarihi kaynaklardan beslenerek yazılan bir kitabınızın çıkmasını büyük bir umudla bekliyorum inşaallah. (Hakkınızı helal edin , biraz sipariş verir gibi oluyor ama; her insan birşeyler tefekkür eder ama tefekkürünü yazı diliyle ifade edebilme yeteneği yeterli olmayabilir. Sizi kitaplarınızdan tanıyorum ve bu kitaplardan tanıdığım Mehmed Alagaş'ı Allah için seviyorum. ) |
Mehmed Alagaş 01-12-2013 04:04 #88 | YECÜC ve MECÜC... Ye'cüc ve Me'cüc meselesinde sadece bir mukaddime yaptığımı, kitablarda bu meseleyi şimdilik fazla açmadığımı biliyorum. Şu kadarını söyleyeyim ki; Ye'cüc ve Me'cüc, Rabbimizin cehennemi insanlarla ve cinlerle dolduracağını bilen Nuh (a.s.) duasıyla bu cehennemliklerin çoğunun (aralarında istisnalar olsa da) onların soylarına verildiği ve yine Nuh (a.s.)'ın yer üstünden gelip geçecek tüm insanlar için rahmet olan duasıyla yeryüzünden uzaklaştırılan, yer ve gökteki iki sedle (ki bu iki seddin birleştiği yer vardır) yer üstüne gelmeleri engellenen, bulundukları şartlarda da üremeye devam eden ins ve cin topluluğudur. Bekir kardeşim, bir diğer mesajında bana Hac suresi 15 ayetini soruyorsun. Müteşabih Müslümanlar kitabında bu ayeti henüz anlayamadığını açıkça ifade eden Mehmed kardeşine bunu sormandan, bu kitabını henüz okumadığını anlıyor, araştırmacı bir kimliğe sahip olduğunu düşündüğüm sen kardeşime bu kitabı önemle tavsiye ediyorum. Cennet duasıyla.. |
Mehmed Alagaş 01-12-2013 04:00 #87 | NEDEN AMERİKA... Geçmiş dönemlerde gemicilikte kullanılan sedir ağacıyla ilgili olarak yazdıklarımın ötesinde bir malumatım yok. Sebe'nin yaşadığı yer (34-Sebe 12) ayetinde beyan edilen mesafe ışığında Amerika veya Avustralya dışında bir yer değildir. Ancak; "(Sonra) onlarla mübarek-bereketli kıldığımız memleketler arasında (deniz üstünde) görünebilen beldeler (adalar, konaklama yerleri) var ettik ve orada (okyanusta) gidip-gelme (imkanlarını) takdir ettik. (Onlara) "Oralarda geceleri ve gündüzleri güvenlik içinde gezip dolaşın" (dedik). (34-Sebe 18)" ayetinde beyan edilen insanların bir süre yaşayıp, daha sonra sular altında kalan adaların Atlas okyonusunda bulunması, Bu haritaları Süleyman (a.s.) haritalarından faydalanarak yaptım diyen Piri Reis haritalarında özellikle Amerika'nın yer alması, Avustralya olasılığını zayıflatarak Amerika'yı ön plana çıkarmaktadır. |
Mehmed Alagaş 01-12-2013 03:45 #86 | SALİH KUL... Bekir kardeşim! Kısa bir mesajda ne kadar çok ve ciddi soru sormuşsun. Öncelikle şunu hatırlatmak isterim ki bazı önemli meselelere değişik kitablarda değindiğim için alıntı yaptığınız ifadeleri hangi kitabta okuduğunuzu söylemenizde benim sizin nereyi okuduğunuzu bilmem açısından fayda vardır. Salih kulun kim olabileceği konusunda Kur'an'da önemli ipuçları gerçekten vardır. Bu ipuçlarına ulaşmanız için salih kulun yolculuk boyunca yaptıklarını çok daha derin olarak incelemeniz, geleceğe ait bilgilere gayb ilmiyle mi yoksa farklı yollarla görece olarak mı uzandığını, Allah'ın gayb ilmine hiç kimseyi muttali kılmadığını beyan eden ayetleri dikkate alarak, bu ilme değil bu bilgiye görece olarak ulaşabilecek yollara sahip bir kişinin olup-olmayacağını araştırmanız gerekir. |
Bekir Ziyadanoğulları 01-12-2013 03:34 #85 | Hocam! Musa(as) ile salih kul kıssasında geçen Salih Kul'un kimliği hakkında Kur'an'da önemli ip uçları var, demiştiniz. Bu önemli ip uçlarının neler olduğunu sizden öğrenmemiz mümkün mü acaba? Sebe suresindeki, benim hep takılıp kaldığım 'acı ılgın yemişli, biraz da sedir ağacı' ifadelerinin yer tarifi olduğunu söylemiştiniz. O yer neresidir? Eğer Amerika ise bunun delili nedir? Ye'cüc ve Me'cüc'ün kim oldukları noktasında Ad ve Nuh kavimlerini işaret etmekle beraber sanki muallakta bırakmışsınız gibi geldi bana. Biraz açıklama yapmanız mümkün mü hocam? Cevap verirseniz sevinirim efendim. |