Özellikle gençler, genç müslümanlar arasında bir ses yükseldi.,
"La ilahe illa Allah"
Asırlardır söylenen, asırlardır telaffuz edilen sesten farklı, çok farklı bir sesti bu!. Ellerine tesbih alarak hergün binlerce "La ilahe illa Allah" diyenlerin, "La ilahe illa Allah" diyerek müzik eşliğinde dönenlerin sesinden Vallahi farklı, Billahi çok farklı bir sesti bu!.
Rabbim şahittir ki,
Efendimiz (s.a.v.)'in nübüvvetiyle başlayan ve Mekke sokaklarında yükselen "La ilahe illa Allah" sesine benziyen, o sesi andıran kutlu bir sesti bu. Çünkü bu kutlu sözün kutlu manası, Rabbimizin lutfuyla kalplere inen ve kalplerden yükselen bir manaydı.
Allah'ın lutfuyla açılmış ve anlaşılmıştı kelime i tevhidin manası. "La ilahe illa Allah" ifadesi, "Allah'tan başka ilah yoktur, ancak ve ancak Allah vardır" kutlu gerçeğinin,
kutlu ifadesiydi.
Kalplerimizde makes bulan bu mana ile, kalp göz lerimiz açılmıştı sanki. Daha önceleri göremediğimiz, görüpte anlayamadığımız dünyayı ve dünyanın içinde kileri ayan beyan görmeye ve anlamaya başlamıştık!. Karanlık dünyamız ağarmaya, karanlık dünyamız aydınlanmaya başlamıştı.
Şaşırmıştık!.
Bu bir fecir miydi?
Haktan kaynaklanmayan geçici bütün ağarma ve aydınlanmalar, hiç şüphesiz ki fecr değildi. Rabbimizin;
Fecre andolsun. (89-Fecr 1)
buyruğu ile üzerine yemin edilen fecr, haktan kaynaklanan bir ağarma, haktan kaynaklanan bir aydınlanmaydı.
Ve bu ağarma da
ve bu aydınlanma da, haktan kaynaklanmıyor muydu?
Yeni bir ağarma, yeni bir aydınlanma için, yeni bir peygambere elbetteki gerek yoktu. Çünkü Efendimiz (s.a.v.)'e indirilen Kur'an-ı Kerim mucizesi, günümüzde de aynı tazeliği ile yaşayan bir mucizeydi. Efendimiz (s.a.v.) insanları nasıl ki Kur'an-ı Kerim ile karanlık lardan aydınlığa çıkarmaya çalışmıssa, günümüz müslümanları da, günümüz alimleri de aynı aydınlık kaynağına yönelerek bu kutlu eylemi gerçekleştirmeye çalışacaklardı.
Ve öyle oluyordu işte!.
Asr ı saadet döneminde Rabbimizin katından indirilen Kur'an-ı Kerim, şimdi de raflardan indirilmeye başlanmıştı. Asırlardır raflarda duran Kur'an-ı Kerim'ler indiriliyor, insanlar ayet ayet Kur'an-ı Kerim'e, Kur'an-ı Kerim'in pak ve aydınlık olan tevhid mesajına davet ediliyorlardı.
Evet,
bu bir fecirdi. Şanı yüce Rabbimizin Kur'an-ı Kerim'de kutladığı, mübarek kıldığı bir vakitti;
Güneşin kaymasından gecenin kararmasına kadar namazı kıl, fecir Kur'an'ını (namazını) da; çünkü fecir Kur'an'ı, işte o, şahidli olunandır. (17-İsra 78)
Fakat,
özellikle seksenli yılların ilk yarısında genel düzlemde başlayan bu ağarma ve aydınlanma, şeytani müdahaleler ve nefsani marazlar nedeniyle pek uzun sürmedi. Yakın zamana kadar insanlar için birer aydın lık davetçisi olan bazı müslümanların, yaşadığımız günlerde aynı insanları cahili gölgenin değişik tonlarına davet ettiklerine şahit olmaya başladık!. Nitekim tartışmasız gerçekler bir kenara bırakılmış, tartışmaya açık davetlerde bulunulmaya başlanmıştı!
Ve bu davetler,
ne yazık ki yine Allah adına yapılıyordu!.
Artık müslümanların genel gündeminde "La ilahe illa Allah" yoktu. Tevhid konuşulmuyor, insanlar tevhidin aydınlığına davet edilmiyordu. Sayıları az olsa da tevhid gerçeğini konuşan, bu gerçeği anlamaya ve yaşamaya çalışan müslümanlar, genel gündemin oldukça dışına itilmişti.
Çünkü genel gündemde büyük meseleler vardı!.
Tağutun İslamizasyon politikasından, kemik kapma yarışı başlamıştı!. İlahi vahyin gündemine sadık kalarak üç beş insanla tevhidi konuşmaktansa, televizyon patronlarının gündemine sadık olup, kitlelere hitap etmek kaçırılmayacak bir fırsattı!.
Ve kaçırılmadı ve kaçırılmıyor bu fırsatlar!.
Evet,
ne yazık ki yaşadığımız günleri ve yakın geçmişte ki bazı muvahhid kardeşlerimizin şu an ki durumlarını anlatıyorum!. Netice olarak şu an ki genel gündemde bir ağarma, şu an ki genel durumda bir aydınlanma yoktur.
İşte özellikle seksenli yılların ilk yarısında başla yan ağarmanın, yaşadığımız günlerde tekrar kararmaya yüz tuttuğunu gördüğümüz zaman anlıyor, anlıyoruz ki, sevinç ve umudla karşıladığımız ilk ağarma, ilk aydınlanma bir fecirdi,
bir fecirdi ama,
fecr i kazib idi!. Kalıcı olmayan geçici bir fecir idi.
Ve bizler,
biz müslümanlar, fecr i kazib ve fecr i sadık arasındaki, bu iki fecr arasındaki karanlığa girer gibiyiz!.
Mehmed ALAGAŞ