Selamunaleykum...
Hocam günümüz Türkiyesi ile alakalı bir sorum olacak;
Geçmişte sisteme küfür diyenler bugün parti kurup meclise girmeye çalışıyorlar.
Acaba onlar neye dayanarak böyle bir şeye yönelebiliyorlar?.... vesselam.
Ebu Fatma
Sayın Ebu Fatma!
Kısa Sorular bölümü aracılığı ile bizlere iletmiş olduğunuz sorunun, değişim gösteren asıl muhataplara sorulması gerektiğini düşünsek de, Kur'an bütünlüğü içerisinde sağlıklı bir cevap alınamayacağını, alınan cevapların ise "Gerçekçi Olmak Ne Demektir?" başlıklı yazıda altını çizdiğimiz yanılgılarla verileceğini biliyoruz. Ancak bizler yine de sizin vesilenizle, bir süre önce sitemizde yer verdiğimiz yazıyı gündemde tutmaya devam ediyor, "Yoldaki Musibetler" kitabından yaptığımız alıntıyı tüm kardeşlerimizin istifadesine ve yorumlarına sunuyoruz:
"Bundan yedi sekiz ay önce başladığım bir kitab çalışması vardı. Kur'an-ı Kerim'in tüm müslümanlar için öncelediği bir konuyu ben de öncelemiş ve bu konu çerçevesinde söz konusu çalışmaya başlamıştım. Ne var ki umud ve heyecanla başladığım bu çalışma pek uzun sürmedi. Kitab çalışmasının genel olarak üçte ikisini tamamladığım sıralarda, bu çalışmayı bırakmak zorunda hissettim kendimi!. Çünkü muhatabımı yitirmiştim!. Çünkü kitabta muhatap aldığım, muhatap almak istediğim müslümanlar, genel olarak başka dünyalara rağbet etmeye, başka dünyalarda gezinmeye başlamışlardı!.
Uhrevi kaygıların yerini dünyevi kaygılar, İlahi vaadlerin yerini beşeri vaadler, Rabbani beklentilerin yerini politik beklentiler almaya başlamıştı!. "İki Fecr Arasında" isimli kitap çalışmamız, düne göre daha canlı, düne göre daha güncel bir hale gelmişti!. Çünkü bu kitap çalışmasının ana temasını oluşturan iki fecr arasındaki karanlık daha bir yoğunlaşmış, iki fecr arasındaki karanlık daha bir koyulaşmıştı!.
Yeni kitab çalışmamda muhatap aldığım ve İslam için gerekli olan keyfiyete davet etmek istediğim müslümanlar, keyfiyet yamacından, kemiyet çukuruna doğru atlamaya, kemiyet çukuruna doğru yuvarlanmaya başlamışlardı!. Rahmet ve bereket vesilesi birer su damlası olması gereken müslümanlar, ifrat ve tefrit kutuplaşmasına giderek, itidal iklimdeki su olma vasıf larından uzaklaşmışlardı!. Bu müslümanların küçük bir kısmı, radikal müslümanlık adına rahmet ve merhametin sıcaklığından uzaklaşarak donmaya baş lamışlar ve müslümanlara dahi merhamet etmeyen buzdan birer hançer durumuna gelmişlerdi!. Müslümanların büyük bir kısmı ise dünya ile barışık olmak adına herşeyle barışmaya, herşeyle uzlaşmaya yönelmişler ve ateş ehli olan hizbüşşey tanla bile dirsek temasına girerek buharlaşmaya başlamışlardı!.
Velhasıl kaybetmiş, yitirmiştim muhatabımı!.
Dolayısıyle söz konusu kitab çalışmasını yüksek bir rafa kaldırmış ve böylesi hadiselerden, böylesi insanlardan uzaklaşarak sadece toprak ve hayvanlarla uğraşmak gayesiyle köyde yaptırdığım eve taşınmış tım. Benim için yeterince geniş olan bu evde biraz rahatlayacağımı, üst kattaki çalışma odamda kendimle başbaşa kalacağımı umuyordum.
Fakat olmadı!.
Karşı dağlara baktığım zaman dağları değil, dağların arkasındaki şehirleri ve bu şehirlerdeki insanları görüyordum yine!. Susmayı seven ve susma orucuna niyetlenen ben, kalabalıklar arasında sıkışmış bir insan gibi inlemeye ve bu inleyişleri birer fısıltı halinde cümlelere döndür meye başlıyordum!. Bahçemdeki hayvanlara bakıyor ve onlar gibi gamsız, onlar gibi tasasız olmak istediğim zamanlar, bütün hayvanların bana baktıklarını ve ağızlarını açarak "Ama sen hayvan değilsin ki!?" dediklerini duyuyordum.
Hayvanlar doğru söylüyordu!.
Yaratılış gayelerini hakkıyle yerine getiren bu tertemiz hayvanlar, bana bir insan olduğumu hatırla tıyorlar ve kendilerini örnek alarak benim de yaratılış gayemi yerine getirmemi istiyorlardı!.
Bana bu muhteşem nasihatı herhangi bir hoca, herhangi bir alim yapsa, sanırım ki bu kadar etkili olmazdı. Çünkü bana yapılan bu nasihatin gereğini, en muttaki alimlerin dahi koyunlar, atlar, tavuklar ve balıklar gibi yerine getirdiklerine inanmıyorum.
Bunun nedenini
aynı nedenle yazdığım bu kitab çalışmasının içinde ve özellikle sonuç bölümünde daha iyi anlayacaksınız. Duygu ve düşüncelerimi ısıra ısıra kaleme aldığım bu kitab çalışmasının ismi "Doğru yolun Eğri kulları" veya daha açık bir ifadeyle "Yoldaki Leşler" olabilirdi. Ne var ki nezaket damarlarımızı besleyerek "Yoldaki Musibetler" olarak belirledik. Bu kitab çalışmasının ana temasını oluşturan musibetler, elbetteki ellerimizle yaptıklarımızın ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızın bir neticesi olarak başımıza gelen musibetlerdir. Rahmetli Seyyid Kutub'un "Yoldaki İşaretler" kitabından faydalanamayanlar, yoldaki işaretleri görüp de gereğini yapamayanlar, umud ederiz ki yoldaki musibetleri görerek,
hiç olmazsa bu musibetlerden sakınırlar!.
Felak ve Nas surelerindeki sığınmaya her zamankinden daha fazla, çok daha fazla muhtaç olduğumuzu hatırlatarak "Selam ve rahmet üzerinize olsun" diyorum.
İslam'daki tevhid bilincini kavrayan ve bu bilincin gerçek davetçileri olan muvahhidler, sırat ı mustakim üzere olan yaşantılarını, sırat ı mustakim üzere olan çalışmalarını ve yine sırat ı mustakim üzere olan davetlerini sürdürselerdi, Türkiye genelinde yaygınlaşan geleneksel din anlayışına yönelik rağbeti, gerçek İslam'a doğru yönlendirebilirlerdi.
Fakat böyle olmadı!.
İslam'ın gerçek davetçileri olmaları gereken birçok muvahhid, kemiyet oluşturan kitleleri keyfiyete davet edeceklerine, kendi keyfiyetlerini yitirerek söz konusu kemiyetlere dahil oldular!. Daha çok insanla beraber olmak, daha çok insana hitap etmek, daha çok insanın takdir ve onayını almak kaygısı, bu müstamel muvahhidleri(!) kalabalıkların dolaştığı bitpazarına düşürmüştür.
On yıl öncesine kadar insanlara tevhitten ve tevhidi istikametten bahseden bu kimseler, artık demokrasiden, demokrasinin nimetlerinden ve politikanın imkanlarından bahsetmeye başlamışlardır. Daha önceleri "Maazallah, küfür küfür esiyor!." dedikleri politik rüz garlar için, bugünlerde "Maşaallah, püfür püfür esiyor!." demektedirler.
İşin garip tarafı,
bunca değişmelerine ve tersyüz olmalarına rağmen İslam'dan ve İslam'ın tevhid çizgisinden ayrıldıklarını da kabul etmiyorlar!. Bize göre köklü bir değişim, onlara göre ilerici bir gelişim olan bu hadise o kadar yaygınlaşmıştır ki, uluslararası küfri sistemlerle entegre olmalarına ve istikballerini demokrasinin yargısına teslim etmelerine rağmen "İstikbal İslam'ındır ve zafer inananlarındır" diyerek kendilerini aldatan bu insanlar, ne yazık ki görmek istemediğimiz kadar çoktur.
Bu avuntuyla uyuyan ve uyutulan insanlar o kadar çoktur ki,
demokrasinin faziletine birazcık inansam ve karşılaştığım meseleleri hakka değil, halka göre birazcık değerlendirsem, bu çokluktan etkilenmemem ve sebatla yürümeye çalıştığım yoldan kuşku duymamam belki de mümkün olamazdı!.
Söz buraya geldiği zaman bir kıssayı, bir fıkrayı hatırlıyorum. Tek yönlü bir otoban üzerinde gitmekte olan bizim Temel, arabasının radyosunda şöyle bir anonsla karşılaşır; "Şu an seyretmekte olduğunuz otobandaki bir sürücü arabasını ters istikamette sürmektedir. Otoban üzerinde yol alan tüm sürücülerin, bu şaşkın sürücü ye dikkat etmeleri önemle duyurulur." Direksiyonuna iki eliyle sarılmış olan ve gözlerini patlatırcasına açarak arabasını sürmeye çalışan Temel ise, radyodaki anonsa şu karşılığı verir; "Şaşkın sürücü bir tane değil ki!. Hepsi üstüme üstüme geliyor!."
Bu fıkrayı ilk duyduğum zaman oldukça gülümsemiştim. Doğru yolun, şaşkın kulları gelmişti aklıma!. Fakat bu fıkra artık beni hiç güldürmüyor!. Çünkü şöför mahallinde artık Temel'i değil, kendimi görmeye başladım!. Müslümanlarla aynı yolda bulunmamıza rağmen, son zamanlarda trafiğin yönü değişmişti!. Hevadan fetvaya, fetvadan takvaya doğru olan istikamet, takvadan fetvaya, fetvadan hevaya doğru değişti!. Bir zamanlar aynı yolu ve aynı istikameti takip ettiğimiz bazı müslümanlar, istikamet değiştirip üstümüze üstümüze gelmeye başladılar!. Onlara göre menfi bir değişim değil, müsbet bir gelişimdi bu!.
Bu gelişimin önündeki musibet ise bizdik!.
İslam'ın temel esaslarına özen göstererek tevhidi istikamette bir arpa boyu yol almaya çalışan ben Temel veya biz Temeller ise, bu çağdaş gelişimden nasiplenemeyen ve günümüz trafiğine aykırı giden birer şaşkın durumuna düşmüştük!. Bizleri Allah'ın razı olacağı yegane yola hidayet eden Kur'an-ı Kerim'i bilmeyen veya bu yüce Kitab'ın gösterdiği yola iman etmeyen bir şaşkın olsam, kendi kendime "Acaba bu arkadaşlar hidayete erdiler de, dalalette bir biz mi kaldık!." diyeceğim. Ya da bozulmuş pikap gibi, rahmetli Necip Fazıl'ın şu mısralarını tekrar edeceğim.,
"Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz
Güneşe göç var da kalan biz miyiz?"
Rahman olan Rabbimize hamdolsun ki böylesi kuşkular, böylesi kuruntular içinde değiliz. Çünkü kimlerin doğru yolda olduğunu ve kimlerin saptığını bilen ve bildiren yegane merci Allah (c.c.)'dır;"
Şüphesiz ki Rabbin Kendi yolundan sapanları (herkesten) daha iyi bilendir. O dosdoğru yolda olanları da (çoğunluktan) daha iyi bilendir. (6-En"âm 117)
11 Şubat 2015
insandergisi.com
İzzet Oğuz 22-03-2015 18:29 #930 | Şaşkınlar Yoldaki şaşkınlar artık yoldaki şaşırtıcılara dönüştüler çoktan. |