e lem tere | : görmüyor musun, görmedin mi |
enne allâhe | : Allah'ın ..... olduğunu |
ya'lemu | : bilir |
mâ | : şey |
fî es semâvâti | : göklerde var olan |
ve mâ fî el ardi | : ve arzda, yerde var olan |
mâ yekûnu | : olmaz |
min necvâ | : gizli bir konuşmadan (konuşmada) |
selâsetin | : üç (kişi) |
illâ huve | : ondan başkası olmaz, mutlaka o olur |
(mâ yekûnu ... illâ huve | : ondan başkasının olması olamaz, mutlaka o olur) |
râbiu-hum | : onların dördüncüsü |
ve lâ | : ve olmasın, olmaz |
hamsetin | : beş (kişi) |
illâ huve | : ondan başkası olmaz, mutlaka o olur |
sâdisu-hum | : onların altıncısı |
ve lâ | : ve olmasın, olmaz |
ednâ | : daha az |
min zâlike | : bundan |
ve lâ | : ve olmasın, olmaz |
eksere | : daha çok |
illâ huve | : ondan başkası olmaz, mutlaka o olur |
mea-hum | : onlarla beraber |
eyne mâ | : nerede olursa |
kânû | : oldular |
summe | : sonra |
yunebbiu-hum | : onlara haber verecek |
bimâ | : şeyi |
amilû | : yaptılar |
yevme el kiyâmeti | : kıyâmet günü |
inne allâhe | : muhakkak ki Allah |
bi kulli şeyin | : herşeyi |
alîmun | : en iyi bilendir |