بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ |
طٰسٓ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ وَكِتَابٍ مُب۪ينٍۙTa, sin. Bunlar Kur'an'ın ve mübin (herşeyi apaçık açıklayan Levh-i mahfuz'un, ana) Kitab'ın ayetleridir. |
-1 |
|
هُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَۙMü'minler için hidayet (doğruluk rehberi) ve müjdedir. |
-2 |
|
اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَKi onlar namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve ahirete de yakinen (kesin olarak) iman ederler. |
-3 |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَۜAhirete inanmayanların yaptıklarını (müstehak oldukları şeytana izin verip) süslü gösterdik. Onlar (hakka) körlük içinde bocalayıp dururlar. |
-4 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَهُمْ سُٓوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَİşte bunlar azabı en kötü olanlardır ve onlar ahirette de en büyük hüsrana (ebedi ziyana) uğrayanlardır. |
-5 |
|
وَاِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْاٰنَ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ عَل۪يمٍŞüphesiz ki bu Kur'an, Alim (herşeyi hakkıyle bilen) ve Hakim (hüküm ve hikmet sahibi olan) katından sana ilka edilmektedir (indirilip-verilmektedir). |
-6 |
|
اِذْ قَالَ مُوسٰى لِاَهْلِه۪ٓ اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراًۜ سَاٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ اٰت۪يكُمْ بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَHani Musa ailesine demişti ki "Şüphesiz ben bir ateş gördüm. Size oradan ya bir haber getireceğim veya ısınmanız için bir kor ateş getireceğim." |
-7 |
|
فَلَمَّا جَٓاءَهَا نُودِيَ اَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَOraya gittiğinde kendisine (şöyle) seslenildi "Ateşde olanlar da, çevresinde bulunanlar da mübarek-kutlu kılınmıştır. Alemlerin Rabbi olan Allah (her türlü noksanlıktan) münezzehtir." |
-8 |
|
يَا مُوسٰٓى اِنَّـهُٓ اَنَا اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙEy Musa, Ben Aziz (üstün ve güçlü) ve Hakim (hüküm ve hikmet sahibi) olan Allah'ım. |
-9 |
|
وَاَلْقِ عَصَاكَۜ فَلَمَّا رَاٰهَا تَهْتَزُّ كَاَنَّهَا جَٓانٌّ وَلّٰى مُدْبِراً وَلَمْ يُعَقِّبْۜ يَا مُوسٰى لَا تَخَفْ اِنّ۪ي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَۗAsanı at. (Attı ve) onun (küçük-hızlı) bir yılan gibi debelenmekte olduğunu görünce dönüp kaçtı ve arkasına bakmadı. "Ey Musa korkma, Benim huzurumda peygamberler korkmaz." |
-10 |
|
اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْناً بَعْدَ سُٓوءٍ فَاِنّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ"Zulmedenler müstesna. Ancak (kim) yaptığı kötülüğü (tevbeyle terkederek) iyiliğe çevirirse bilsin ki Ben Gafur (çok bağışlayan) ve Rahim'im (rahmetimle çok esirgeyenim). |
-11 |
|
وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ف۪ي تِسْعِ اٰيَاتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَElini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıkıversin. (Bu,) Firavun ve kavmine (gönderilecek) dokuz ayet (mucize) içindedir. Onlar fasık (yoldan çıkmış) bir kavimdir." |
-12 |
|
فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚAyetlerimiz onların gözleri önüne serilince "Bu apaçık bir sihirdir" dediler. |
-13 |
|
وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْماً وَعُلُواًّۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟Vicdanları (yakinen anladığı) kesin olarak kabul ettiği halde zulüm ve kibirlerinden ötürü onları (ayetlerimizi bile bile) inkar ettiler. (Artık sen) bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. |
-14 |
|
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْماًۚ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَAndolsun ki Biz Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik (de onlar) "Bizi inanmış kullarından birçoğuna göre üstün kılan Allah'a hamdolsun" dediler. |
-15 |
|
وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُSüleyman Davud'a varis oldu ve dedi ki "Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi ve bize her şeyden (bolca) verildi. İşte bu apaçık bir lutuftur-üstünlüktür." |
-16 |
|
وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَSüleyman için cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı. Hepsi düzenli bir şekilde sevk ve idare ediliyordu. |
-17 |
|
حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَNihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki "Ey karınca topluluğu yuvalarınıza girin. Süleyman ve orduları farkında olmaksızın sizi kırmasın (kırıp öldürmesin)" dedi. |
-18 |
|
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ(Süleyman) onun bu sözü üzerine gülerek tebessüm etti ve dedi ki "Rabbim. Bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı bana nasib et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat." |
-19 |
|
وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ(Süleyman) kuşları denetledikten sonra dedi ki "Hüdhüd'ü neden göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?" |
-20 |
|
لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ"Onu şiddetli bir azaba uğratacağım veya onu (boğazından) keseceğim ya da o bana (mazeretini gösteren) apaçık bir burhan (kesin bir delil) getirmelidir." |
-21 |
|
فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍÇok geçmeden (Hüdhüd) geldi ve dedi ki "Senin (bilgi veya haberle henüz) kuşatıp öğrenemediğin şeyi (ben ulaşıp) öğrendim ve sana Sebe'den yakin (kesinlikle doğru) bir haber getirdim." |
-22 |
|
اِنّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌBen onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum. Ona (ülkesinde) her şeyden verilmiş ve (bir de) büyük bir tahtı var. |
-23 |
|
وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙOnu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde ederlerken gördüm. Şeytan onlara (bu kötü) amellerini süsleyip-güzel göstererek onları (doğru) yoldan alıkoymuştur. Bundan dolayı hidayet (doğru yolu) bulmuyorlar. |
-24 |
|
اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَGöklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran, gizlediklerinizi de, açığa vurduklarınızı da bilmekte olan Allah'a secde etmesinler diye (haktan uzak tutulmuşlar). |
-25 |
|
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ(Oysa) Allah O'dur ki O'ndan başka ilah yoktur, yüce Arş'ın Rabbidir? |
-26 |
|
قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ(Süleyman) dedi ki "Doğruyu mu söyledin yoksa (yanılıp) yalancılardan mı oldun göreceğiz." dedi. |
-27 |
|
اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ"Benim kitabımı (yazdıklarımı) git-götür, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş ve neye (hangi karara) döneceklerine bak." |
-28 |
|
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ(Kitabın-yazılanların bırakılmasından sonra Sebe melikesi) dedi ki "Ey ileri gelenler, bana kerim (çok önemli-değerli) bir kitab bırakıldı." |
-29 |
|
اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ"Bu (kitap) Süleyman'dandır, (başlangıcı) Rahman ve Rahim Olan Allah'ın adıyladır." |
-30 |
|
اَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ۟(İçinde) "Bana karşı büyüklenmeyin ve bana teslim olmuşlar olarak gelin" diye (yazmaktadır). |
-31 |
|
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ مَا كُنْتُ قَاطِعَةً اَمْراً حَتّٰى تَشْهَدُونِ(Sonra) dedi ki "Ey ileri gelenler, bu işimde bana görüş belirtin. Siz yanımda olmadan (görüş bildirip-onaylamadan) ben hiç bir işte kesin (karar veren biri) değilim." |
-32 |
|
قَالُوا نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ وَاُو۬لُوا بَأْسٍ شَد۪يدٍ وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَDediler ki "Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız, (bu iş konusunda ise) karar-buyruk senindir. Sen (hiç korkmadan) neyi emredeceğine bak." |
-33 |
|
قَالَتْ اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً اَفْسَدُوهَا وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةًۚ وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ(Sebe melikesi) dedi ki "Hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman orasını bozguna uğratırlar ve halkından şerefli uluları hor ve aşağılık kılarlar. Onlar böyle yaparlar." |
-34 |
|
وَاِنّ۪ي مُرْسِلَةٌ اِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَBen (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de bakayım elçiler neyle (hangi cevapla) dönecekler. |
-35 |
|
فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِيَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ(Elçiler hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman dedi ki "Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana vermekte olduğu size verdiğinden daha hayırlıdır. (Bu) hediyenizle (ben değil) siz sevinip öğünebilirsiniz." |
-36 |
|
اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ(Ey elçi) sen onlara dön (ve şunu bildir ki) andolsun biz onlara asla karşı koyamayacakları ordularla gelir ve onları oradan horlanmış (aşağılanmış) ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız. |
-37 |
|
قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ(Elçilerin gitmesinden sonra Süleyman) "Ey ulular-ileri gelenler. Onlar bana teslim olmuşlar olarak gelmeden önce hanginiz bana onun (melikenin) tahtını getirir?" dedi. |
-38 |
|
قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌCinlerden bir ifrit "(Bana izin verirsen) sen daha makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz" dedi. |
-39 |
|
قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌNezdinde (kendi yanında) Kitab'tan ilmi olan (kimse) dedi ki "Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm." Derken (Süleyman) onu kendi yanına (gelip) yerleşivermiş görünce dedi ki "Bu Rabbimin fazlındandır. O'na şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemekte olduğu için (bunu lutfetti). Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiştir, kim de nankörlük ederse (bilinsin ki) Rabbim Gani'dir (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan zengindir), Kerim'dir (iyilik ve ikramı boldur). |
-40 |
|
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَDedi ki "O'nun tahtını (bilip-tanınmayacağı) değişikliğe uğratın, bakalım hidayeti (doğru yolu) bulabilecek mi yoksa bulmayanlardan mı olacak? |
-41 |
|
فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ(Melike) geldiği zaman ona "Senin tahtın da böyle mi?" denildi. (O da) dedi ki "Tıpkı o. (Zaten) bize (buraya gelmeden) daha önce bilgi-haber verilmişti ve biz (Süleyman'a) teslim olmuştuk." |
-42 |
|
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَOnu (melikeyi) Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler (doğruyu söylemekten ve hidayetten) alıkoymuştu. (Çünkü) o, küfre sapan bir kavimdendi. |
-43 |
|
ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟Ona "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman) dedi ki "Bu billurdan yapılmış (şeffaf ve düzeltilmiş) bir köşk-zeminidir." (Melike) dedi ki "Rabbim, ben (şimdiye kadar) kendime zulmetmişim. (Artık ben de) Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." |
-44 |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَـاهُمْ صَـالِحاً اَنِ اعْبُـدُوا اللّٰهَ فَاِذَا هُمْ فَر۪يقَانِ يَخْتَصِمُونَAndolsun ki Semud'a "(Yalnızca) Allah'a kulluk edin" diye kardeşleri Salih'i gönderdik. Hemen birbirleriyle çekişen-çatışan iki zümre-grup oluverdiler. |
-45 |
|
قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ(Salih) dedi ki "Ey kavmim. Neden iyilikten önce hemen kötülüğe koşuyorsunuz? Allah'tan mağfiret (bağışlanma) dilemeniz gerekmez mi? Umulur ki esirgenirsiniz." |
-46 |
|
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَDediler ki "Sen ve seninle birlikte olanlar yüzünden uğursuzluğa uğradık." (Salih) dedi ki "Sizin uğursuzluğunuz (karşılaştığınız bu musibet) Allah katındadır (orada takdir edilip-yazılmıştır). Hayır (bu musibetle) siz denenmekte olan bir kavimsiniz." |
-47 |
|
وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَŞehirde dokuzlu bir çete vardı ki yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar ve ıslaha (iyilik ve düzenliğe) hiç yanaşmıyorlardı. |
-48 |
|
قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ وَاِنَّا لَصَادِقُونَKendi aralarında Allah adına and içerek dediler ki "Gece ona ve ailesine (gizli) bir baskın yapalım (hepsini öldürelim). Sonra da velisine 'Ailesinin yok oluşunda biz (orada değildik) şahid olmadık ve inanın bizler doğruyu söyleyenleriz' diyelim." |
-49 |
|
وَمَكَرُوا مَكْراً وَمَكَرْنَا مَكْراً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَOnlar (Bizim bilip-gördüğümüz)) hileli bir düzen-tuzak kurdular. Biz de onların (bilip-görmediği) farkında olmadığı bir düzen-tuzak kurduk. |
-50 |
|
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ اَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ اَجْمَع۪ينَ(Kendilerince) kurdukları tuzağın uğradığı sona bir bak. Biz onları ve kavimlerini topluca helak ettik. |
-51 |
|
فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَİşte zulmetmeleri dolayısıyla çökmüş (enkaza dönüşmüş ıpıssız) evleri. Bilen-anlayan bir kavim için bunda elbette bir ayet vardır. |
-52 |
|
وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَİman edenleri ve korkup-sakınanları da kurtardık. |
-53 |
|
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَLut'u da (gönderdik). Hani kavmine demişti ki "Siz göz göre göre (alenen) o hayasızlığı mı (utanmazlığı mı) yapıyorsunuz?" |
-54 |
|
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَSiz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Hayır, siz (ne yaptığını ve sonucunu bilmeyen) cahil bir kavimsiniz. |
-55 |
|
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَOnun kavminin cevabı "Lut ailesini şehrinizden sürüp-çıkarın. Onlar (bizim yaptıklarımızdan uzak) temiz kalmak isteyen insanlarmış" demekten başka bir şey olmadı. |
-56 |
|
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِر۪ينَBiz de onu ve ailesini kurtardık. Yalnızca karısı müstesna (hariç), onun (yaptıkları nedeniyle) geride kalmasını takdir ettik. |
-57 |
|
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ۟Onların (geride kalanların) üzerine bir yağmur yağdırdık. Uyarılıp korkutulanların (fakat sakınmayanların) yağmuru ne kadar kötüdür. |
-58 |
|
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜDedi ki "Hamd olsun Allah'a, selam olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı daha hayırlı yoksa onların ortak koştukları mı?" |
-59 |
|
اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ(Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, size gökten su indiren mi? Onunla (o suyla gönül alıcı) güzel bahçeler bitirdik, sizin için onun bir ağacını bitirmek (bile) mümkün değildir. Allah ile beraber başka bir ilah mı? Hayır (asla yoktur, ancak) onlar sapıklıkta devam eden bir kavimdir. |
-60 |
|
اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاًۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜYa da arzı-dünyayı bir karar yeri (merkezi karargah) kılan, aralarında ırmaklar var eden (akıtan), arza (sarsılmaması için köklü) sabit dağlar diken-yükselten ve iki deniz arasına engel koyan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Hayır, onların çoğu bilmiyorlar. |
-61 |
|
اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜYa da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olan Kendisine dua ettiği zaman (darda kalıp, bunalmışa) icabet eden, sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı (hayırlı)? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne kadar da kıt (az) düşünüyorsunuz. |
-62 |
|
اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜYa da karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgarları müjde vericiler olarak gönderen mi (hayırlı)? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Allah, onların şirk koşmakta olduklarından münezzehtir-yücedir. |
-63 |
|
اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَYa da yaratmayı ilk başlatıp-devam eden sonra onu iade edecek (önceki yokluk durumuna geri çevirecek) olan, sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı (hayırlı)? Allah ile beraber başka bir ilah mı? De ki "Eğer doğru söylüyorsanız burhanınızı (kesin delilinizi) getirin." |
-64 |
|
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَDe ki "Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Onlar ne zaman diriltileceklerinin de farkında değillerdir." |
-65 |
|
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟Hayır, onlara ahiret hakkındaki bilgiler ardarda (sadece Bizden) gelmektedir. Hayır (iman etmezler), onlar bundan şüphe etmektedirler. Hayır (hakkı görmezler), onlar bundan yana kördürler. |
-66 |
|
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَKüfre sapanlar dedi ki "Biz ve atalarımız toprak olduktan sonra mı, gerçekten biz mi (yeniden) diriltilip-çıkarılacağız." |
-67 |
|
لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَAndolsun ki bu (dirilme ve azab tehdidi) bize ve daha önce atalarımıza da vaad edilmiştir. Bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir. |
-68 |
|
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَDe ki "(Eğer inanmıyorsanız) yeryüzünde gezip dolaşın da mücrimlerin (suçlu-günahkarların) nasıl bir sona uğradıklarını bir görün." |
-69 |
|
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَSen onlara üzülme (hüzne kapılma) ve kurmakta oldukları tuzaklardan dolayı da sıkıntı duyma. |
-70 |
|
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَDerler ki "Eğer doğru (sözlü) iseniz bu vaad (edilen azab) ne zaman?" |
-71 |
|
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَDe ki "Belki de acele etmekte olduğunuz şeyin (azabın) bir kısmı size yetişmiştir bile." |
-72 |
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَRabbin insanlara karşı büyük fazl (lutuf) sahibidir ancak insanların çoğu şükretmezler. |
-73 |
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَRabbin onların sinelerinin gizli tutmakta olduklarını da, açığa vurduklarını da kesin olarak bilmektedir. |
-74 |
|
وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍGökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki, mübin (apaçık) bir Kitab'ta (Levh-i Mahfuz'da) olmasın. |
-75 |
|
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَBu Kur'an, İsrailoğullarına (hakkında) ihtilaf ettikleri şeylerin birçoğunu aktarıp-anlatmaktadır. |
-76 |
|
وَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَVe o müminler için gerçekten hidayet ve rahmettir. |
-77 |
|
اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚRabbin onların arasında elbetteki Kendi hükmünü verecektir. O Aziz'dir (üstün ve güçlü olandır), Alim'dir (herşeyi hakkıyle bilendir). |
-78 |
|
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِSen Allah'a tevekkül et (güvenip dayan). Çünkü sen apaçık bir hak üzerindesin. |
-79 |
|
اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَBil ki sen ölülere (hiçbir söz) işittiremezsin, arkasını dönüp kaçmakta olan sağırlara da daveti duyuramazsın. |
-80 |
|
وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِــعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَSen körleri sapıklıklarından çevirip hidayete (doğru yola) erdirici de değilsin. Sen ancak ayetlerimize iman edenlere duyurabilirsin. İşte müslüman olanlar bunlardır. |
-81 |
|
وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟O söz başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) zaman onlara yerden bir dabbe (bir canlı) çıkarırız da, bu onlara insanların (bizzat şahit oldukları) ayetlerimize yakinen (kesin bir şekilde) inanmadıklarını söyler. |
-82 |
|
وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجاً مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَHer ümmet içinden ayetlerimizi yalanlayanları (biraraya getirip) cemaat olarak toplayacağımız gün, onlar bir arada tutulup (hesap yerine) sevkedilirler. |
-83 |
|
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْماً اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَNihayet (oraya) geldikleri zaman Allah buyurur ki "Siz Benim ayetlerimi (ciddiye alıp düşünmeden) anlayıp-kavramadan yalanladınız mı? Yoksa yaptığınız neydi?" |
-84 |
|
وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَZulmetmelerine karşılık, o söz (başlarına) gelmiş-gerçekleşmiştir. Artık onlar konuşamazlar. |
-85 |
|
اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَİçinde dinlenmeleri için (karanlık) geceyi, aydınlık olarak da gündüzü yarattığımızı görmediler mi? İman eden bir kavim için bunda elbette ayetler vardır. |
-86 |
|
وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَSur'a üfürüleceği gün Allah'ın diledikleri müstesna, göklerde ve yerde olanlar korkuya-dehşete kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak O'na gelirler. |
-87 |
|
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ(O gün) dağları görürsün de, onları (hareketsiz) yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler. (Bu) herşeyi sapasağlam yapan Allah'ın sanatıdır (yaptığıdır). Hiç şüphesiz ki O, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. |
-88 |
|
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَKim (İlahi huzura) bir iyilikle gelirse, kendisine (karşılık olarak) ondan daha hayırlısı vardır. Onlar o gün korkudan da (uzak) emin kalırlar. |
-89 |
|
وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَKim de bir kötülükle gelirse, onlar da (dehşetle bakmakta oldukları) ateşe yüzüstü atılır (ve onlara) "Yaptıklarınızdan başkasıyla mı cezalandırılıyorsunuz?" (denilir). |
-90 |
|
اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ(De ki) "Ben ancak bu şehrin Rabbine ibadet etmekle emrolundum ki, O burasını harem (saygı değer ve dokunulmaz) kıldı. Her şey O'nundur. Ben müslümanlardan olmakla emrolundum." |
-91 |
|
وَاَنْ اَتْلُوَا الْقُرْاٰنَۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَVe Kur'an'ı okumakla da (emrolundum). Artık kim hidayete (doğru yola) gelirse, kendisi için hidayete gelmiştir. Kim de sapacak olursa, sen (ona) de ki Ben yalnızca uyarıp-korkutuculardanım." |
-92 |
|
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَVe (yine) de ki "Allah'a hamdolsun, O size ayetlerini (hem afakta-dış ufukta, hem de kendi nefislerinizde) gösterecektir, siz de onları bilip-tanıyacaksınız." Rabbin yapmakta olduklarınızdan gafil değildir. |
-93 |
|