بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ |
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْاٰخِرَةِۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُHamd (şükür dolu övgü) o Allah'ındır ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Ahirette de hamd O'na mahsustur. O Hakim'dir (hüküm ve hikmet sahibidir), Habir'dir (her şeyden haberdar olandır). |
-1 |
|
يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ وَهُوَ الرَّح۪يمُ الْغَفُورُYerin içine gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya çıkanı bilir. O Gafur'dur (çok bağışlayandır), Rahim'dir (rahmetiyle çok esirgeyendir). |
-2 |
|
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَأْت۪ينَا السَّاعَةُۜ قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِۚ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَلَٓا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرُ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍۙİnkar edenler "(Kıyamet) saati bize gelmez" dediler. De ki "Hayır, gaybı bilen Rabbime andolsun ki o muhakkak size (ve sizden önce yaşamış olanlara) gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiç bir şey ondan (kıyametten) kaçamaz. (Göklerde ve yerde) bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da hiç istisnasız mübin (apaçık) bir Kitab'dadır." |
-3 |
|
لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ(Bu,) iman edip salih amellerde bulunanları (inkarcılardan ayırıp) mükafatlandırması içindir. Onlar için mağfiret (bağışlanma) ve kerim (üstün-kusursuz) bir rızık vardır. |
-4 |
|
وَالَّذ۪ينَ سَعَوْ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٌۗAyetlerimiz hakkında (mü'minleri şaşırtıp) acze düşürmek için (birbirleriyle) yarışıp-koşuşturanlara, işte onlara da en kötü (en iğrenç) olanından elim-acıklı bir azab vardır. |
-5 |
|
وَيَرَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّۙ وَيَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِKendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilenin hakkın ta kendisi olduğunu ve Aziz (üstün ve güçlü), Hamid (övgüye ve övülmeye layık) olanın yoluna yöneltip-ilettiğini bilip-görürler. |
-6 |
|
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ اِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۙ اِنَّكُمْ لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۚKüfredenler dediler ki "(Toprakta) darmadağın olup dağıldığınızda sizin mutlaka (diriltilip) yeni bir yaratılış içinde bulunacağınızı haber veren bir adamı size gösterelim mi?" |
-7 |
|
اَفْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَمْ بِه۪ جِنَّةٌۜ بَلِ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَع۪يدِAllah'a karşı yalan mı düzüp uyduruyor yoksa kendisinde bir delilik mi var (anlaşılmıyor)? Hayır, ahirete inanmayanlar azabda ve (haktan çok) uzak bir sapıklık içindedirler. |
-8 |
|
اَفَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ اِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفاً مِنَ السَّمَٓاءِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ۟(Kendileri için yeni bir yaratılışı inkar edenler) gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olanı (bunları bile ilkin yoktan yaratıp sonra yokluğa iade edip sonra da yeni bir yaratışla tekrar yaratacağımızı) görmüyorlar mı? Biz dilersek onları (hemen) yerin-dibine geçirir ya da üzerlerine (düşmemesi için tuttuğumuz) gökten parçalar indiririz. Bunda elbetteki 'Allah'a gönülden yönelen' her kul için ayet vardır. |
-9 |
|
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ مِنَّا فَضْلاًۜ يَا جِبَالُ اَوِّب۪ي مَعَهُ وَالطَّيْرَۚ وَاَلَنَّا لَهُ الْحَد۪يدَۙAndolsun ki Biz Davud'a tarafımızdan bir fazl (üstünlük) verdik. "Ey dağlar onunla birlikte (Beni tesbih edip) ses verin" (dedik) ve kuşlara da (bunu emrettik). Ona demiri yumuşattık. |
-10 |
|
اَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ وَاعْمَلُوا صَالِحاًۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌGeniş zırhlar yap, dokumada intizamı (düzen ve ölçüyü) gözet (deyip, mü'minlere) "Siz de (bu zırhlarla haddi aşmadan) salih davranın. Ben sizin yaptıklarınızı görenim" (diye bildirdik). |
-11 |
|
وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌۚ وَاَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِۜ وَمِنَ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۜ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ اَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّع۪يرِSüleyman için de (yaya veya binekli) sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgarı (müsahhar, emrine hazır-seyahatine uygun) kıldık. Erimiş bakırı ona sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin izniyle (özel) iş görmekte olan bir kısım cinler de vardı. Onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından taddırırdık. |
-12 |
|
يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَٓاءُ مِنْ مَحَار۪يبَ وَتَمَاث۪يلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَاسِيَاتٍۜ اِعْمَلُٓوا اٰلَ دَاوُ۫دَ شُكْراًۜ وَقَل۪يلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ(Süleyman'ın özel-kapalı işlerini yapan bu cinler) ona dilediği şekilde (korunmuş ve şerefli) meskenler, (bir şeye benzer) timsaller, (büyük ve geniş) havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülemeyen (sabit-taşınmaz) kazanlar yaparlardı. Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın. Kullarımdan şükretmekte olanlar azdır. |
-13 |
|
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلٰى مَوْتِه۪ٓ اِلَّا دَٓابَّةُ الْاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَاَتَهُۚ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ اَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُه۪ينِBöylece onun (Süleyman'ın) ölümüne karar verdiğimiz zaman ölümünü onlara asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başka gösteren-fark ettiren olmadı. Artık o yere-yıkılıp düşünce açıkça ortaya çıktı ki şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azab içinde bekleyip-durmazlardı. |
-14 |
|
لَقَدْ كَانَ لِسَبَأٍ ف۪ي مَسْكَنِهِمْ اٰيَةٌۚ جَنَّتَانِ عَنْ يَم۪ينٍ وَشِمَالٍۜ كُلُوا مِنْ رِزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُۜ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌAndolsun ki Sebe'nin oturduğu yerlerde bir ayet vardır. Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki) "Rabbinizin rızkından yeyin ve O'na şükredin. İşte temiz-güzel bir belde ve bağışlayan bir Rab." |
-15 |
|
فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍAncak onlar yüz çevirdiler, Biz de onlara Arim selini gönderdik. Onların iki bahçesini buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı olan iki bahçeye dönüştürdük. |
-16 |
|
ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُواۜ وَهَلْ نُجَاز۪ٓي اِلَّا الْكَفُورَNankörlük etmelerinden dolayı onları böyle cezalandırdık. Biz nankörlük edenden başkasını cezalandırır mıyız? |
-17 |
|
وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا ف۪يهَا السَّيْرَۜ س۪يرُوا ف۪يهَا لَيَالِيَ وَاَيَّاماً اٰمِن۪ينَOnlarla mübarek-bereketli kıldığımız memleketler arasında (deniz üstünde) görünebilen beldeler (adalar, konaklama yerleri) kıldık ve orada (okyanusta) gidip-gelme (sefer imkanlarını) takdir ettik. (Onlara) "Oralarda geceleri ve gündüzleri güvenlik içinde gezip dolaşın" (dedik). |
-18 |
|
فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ اَسْفَارِنَا وَظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍOnlar (ticari hırs ve tamahla) "Ey Rabbimiz. Seferlerimizin arasını aç-uzat" dediler ve kendi nefislerine zulmetmiş oldular. Biz de onları efsaneler kıldık ve darmadağın edip dağıttık. Bunda elbetteki çok sabreden ve çok şükreden herkes için ayetler vardır. |
-19 |
|
وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ اِبْل۪يسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ اِلَّا فَر۪يقاً مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَAndolsun ki İblis onlar hakkındaki zannını doğrulamış oldu. İman eden bir grup dışında hepsi ona uydular. |
-20 |
|
وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ وَرَبُّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ۟Oysa onun kendilerine karşı hiçbir sultanı (nüfuzu-yaptırım gücü) yoktu. Biz ahirete iman edeni kuşku duyandan ayırdetmek için (ona bu imkanı verdik). Rabbin her şeyin üzerinde Hafız'dır (gözetici-koruyucu olandır). |
-21 |
|
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَمَا لَهُمْ ف۪يهِمَا مِنْ شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَه۪يرٍDe ki "Allah'ın dışında (ilah diye) öne sürdüklerinizi çağırın. Onların göklerde ve yerde zerre kadar (hiçbir şeye) güçleri yetmez. Onların bu ikisinde hiçbir ortaklığı olmadığı gibi Allah'ın onlardan hiçbir yardımcısı da yoktur. |
-22 |
|
وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ حَتّٰٓى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا الْحَقَّۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُO'nun katında kendisine izin verdiği kimseden başkasının şefaatı yarar sağlamaz. Nihayet kalplerinden korku-dehşet giderilince (onlara) "Rabbiniz ne buyurdu?" diye sorarlar. (Onlar) "Hak olanı" derler. O Aliyy'dir (çok yücedir), Kebir'dir (büyüklüğü sınırsızdır). |
-23 |
|
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۙ وَاِنَّٓا اَوْ اِيَّاكُمْ لَعَلٰى هُدًى اَوْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍDe ki "Sizi göklerden ve yerden rızıklandıran kimdir?" De ki "Allah'tır. (O halde) ya biz, ya da siz hidayet (doğru yol) üzereyiz veya apaçık bir sapıklıkta." |
-24 |
|
قُلْ لَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّٓا اَجْرَمْنَا وَلَا نُسْـَٔلُ عَمَّا تَعْمَلُونَDe ki "Siz bizim işlemiş bulunduğumuz suçtan sorulacak değilsiniz ve biz de sizin yaptıklarınızdan sorulacak değiliz." |
-25 |
|
قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّۜ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَل۪يمُDe ki "Rabbimiz (kıyamet günü) bizi bir arada toplayacak sonra da hak (hükmü) ile aramızı ayıracaktır. Fettah (adaletle açan) ve Alim (herşeyi hakkıyle bilen) O'dur." |
-26 |
|
قُلْ اَرُونِيَ الَّذ۪ينَ اَلْحَقْتُمْ بِه۪ شُرَكَٓاءَ كَلَّاۜ بَلْ هُوَ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُDe ki "O'na (kulluk etmede yanına) kattığınız ortakları bana gösterin. Hayır (onlar asla ortak olamazlar), O Aziz (üstün ve güçlü) ve Hakim (hüküm ve hikmet sahibi) olan Allah'tır." |
-27 |
|
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَٓافَّةً لِلنَّاسِ بَش۪يراً وَنَذ۪يراً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَBiz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıp-korkutucu olarak gönderdik. Fakat insanlardan çoğu bilmiyorlar. |
-28 |
|
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَOnlar "Eğer doğru söyleyenler iseniz bu vaad (ettiğiniz azab) ne zaman (gerçekleşecek)?" derler. |
-29 |
|
قُلْ لَكُمْ م۪يعَادُ يَوْمٍ لَا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ۟De ki "Sizin için vadedilmiş-belirlenmiş öyle bir gün vardır ki siz ondan ne bir an geri kalabilirsiniz, ne de öne geçebilirsiniz." |
-30 |
|
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۨ الْقَوْلَۚ يَقُولُ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَٓا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِن۪ينَKüfretmekte olanlar "Biz kesin olarak ne bu Kur'an'a inanırız, ne de ondan öncekilere" dediler. Sen o zalimleri Rableri huzurunda dikilip-tutuklanmış olarak bir görsen, sözü (suçlamaları) birbirlerine çevirip-atarlar. Mustaz'aflar (zayıf düşürülenler) müstekbirlere (dünyada büyüklük taslayanlara) "Eğer sizler olmasaydınız, bizler mutlaka mü'min kimseler olurduk" derler. |
-31 |
|
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُٓوا اَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدٰى بَعْدَ اِذْ جَٓاءَكُمْ بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِم۪ينَMüstekbirler mustaz'aflara (za'fa uğratılanlara) "Size hidayet geldikten sonra sizi ondan biz mi alıkoyduk? Hayır, siz (zaten) mücrimler (suçlu-günahkarlar) idiniz" derler. |
-32 |
|
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ اِذْ تَأْمُرُونَـنَٓا اَنْ نَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَنَجْعَلَ لَهُٓ اَنْدَاداًۜ وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۜ وَجَعَلْنَا الْاَغْلَالَ ف۪ٓي اَعْنَاقِ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَMustaz'aflar (zayıf düşürülenler) ise müstekbirlere (dünyada büyüklük taslayanlara) "Hayır, siz gece ve gündüz hileli düzenler (tuzaklar kurup) bizim Allah'ı inkar etmemizi ve O'na eşler koşmamızı emrediyordunuz" dediler. Azabı gördüklerinde (hepsi) pişmanlıklarını içlerine atarlar. Biz de küfredenlerin boyunlarına (demir) halkalar takarız. Onlar yaptıklarından başka bir şeyin mi cezasını çekerler? |
-33 |
|
وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَذ۪يرٍ اِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَٓاۙ اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَBiz hangi ülkeye bir uyarıp-korkutucu gönderdikse, oranın 'refah içinde şımaran önde gelenleri' mutlaka "Biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkar ediyoruz" demişlerdir. |
-34 |
|
وَقَالُوا نَحْنُ اَكْثَرُ اَمْوَالاً وَاَوْلَاداًۙ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَVe "Biz mallar ve evladlar bakımından daha çoğunluktayız ve biz azaba uğratılacak da değiliz" demişlerdir. |
-35 |
|
قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟De ki "Rabbim dilediğine rızkı bol verip-genişletir, (dilediğine de) kısar. Ancak insanların çoğu (bunu ve bunun hikmetini) bilmezler." |
-36 |
|
وَمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ بِالَّت۪ي تُقَرِّبُكُمْ عِنْدَنَا زُلْفٰٓى اِلَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاًۘ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَزَٓاءُ الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ اٰمِنُونَBizim katımızda sizi (Bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evladlarınızdır ancak iman edip (mal ve evladlarıyla) salih amellerde bulunanlar müstesna. Yaptıklarına karşılık olmak üzere onlara kat kat mükafat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. |
-37 |
|
وَالَّذ۪ينَ يَسْعَوْنَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَAyetlerimiz hakkında (mü'minleri şaşırtıp) acze düşürmek için (birbirleriyle) yarışıp-koşuşturanlar, işte onlar da azabın içinde hazır bulundurulmuşlardır. |
-38 |
|
قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُ لَهُۜ وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُۚ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَDe ki "Rabbim kullarından dilediğine rızkı bol verip-genişletir, (dilediğine de) kısar. (Allah için) her neyi infak ederseniz, Allah onun yerine (daha hayırlısını) verir. O Rezzak'tır (rızık verenlerin en hayırlısıdır)." |
-39 |
|
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ يَقُولُ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِيَّاكُمْ كَانُوا يَعْبُدُونَO gün (Allah) onların hepsini bir araya toplayacak sonra meleklere diyecek ki "Size tapanlar bunlar mıydı?" |
-40 |
|
قَالُوا سُبْحَانَكَ اَنْتَ وَلِيُّنَا مِنْ دُونِهِمْۚ بَلْ كَانُوا يَعْبُدُونَ الْجِنَّۚ اَكْثَرُهُمْ بِهِمْ مُؤْمِنُونَ(Melekler de) "Sen sübhansın (münezzehsin-yücesin). Bizim velimiz onlar değil Sensin. Hayır (bize değil), onlar (bazılarını melek sandıkları) cinlere tapmaktaydı ve çoğu onlara iman etmişlerdi" derler. |
-41 |
|
فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَفْعاً وَلَا ضَراًّۜ وَنَقُولُ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَBugün, bir kısmınızın bir kısmınıza yarar veya zarar sağlamaya gücü yetmez. O zulmetmiş olanlara "Yalanlamakta olduğunuz ateşin azabını tadın" deriz. |
-42 |
|
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا رَجُلٌ يُر۪يدُ اَنْ يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬كُمْۚ وَقَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّٓا اِفْكٌ مُفْتَرًىۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌOnlara apaçık olan ayetlerimiz okunduğunda "Bu sizi babalarınızın tapmakta olduklarından çevirmek-alıkoymak isteyen bir adamdan başkası değildir" dediler. Hak kendilerine (belli olup) geldiğinde onu (yine) inkar edenler de "Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir" dediler. |
-43 |
|
وَمَٓا اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ كُتُبٍ يَدْرُسُونَهَا وَمَٓا اَرْسَلْنَٓا اِلَيْهِمْ قَبْلَكَ مِنْ نَذ۪يرٍۜOysa Biz onlara okuyacakları (ders alacakları) Kitab'lar vermemiştik ve kendilerine senden önce bir uyarıcı-korkutucu da göndermemiştik. |
-44 |
|
وَكَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۙ وَمَا بَلَغُوا مِعْشَارَ مَٓا اٰتَيْنَاهُمْ فَكَذَّبُوا رُسُل۪ي۠ فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ۟Kendilerinden öncekiler de yalanlamışlardı. Oysa bunlar onlara (öncekilere, güç ve imkan olarak) verdiklerimizin onda birine bile ulaşmamışlardır. (Onlar verdiklerimizle şımarıp) resullerimi yalanladılar. (Bir bak, inkarcıları) inkarım nasıl oldu? |
-45 |
|
قُلْ اِنَّـمَٓا اَعِظُـكُمْ بِوَاحِدَةٍۚ اَنْ تَقُومُوا لِلّٰهِ مَثْنٰى وَفُرَادٰى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا۠ مَا بِصَاحِبِكُمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَد۪يدٍDe ki "Size bir tek öğüt veriyorum. Allah için ikişer ikişer ve teker teker kalkıp-kıyam etmenizi sonra da (Allah'a ihlasla yönelip bütün söylediklerimi) iyice düşünmenizi istiyorum. Sahibinizde (size yüzçevirmeden sizi sahiplenen arkadaşınızda) hiçbir delilik yoktur. O sadece şiddetli bir azabın öncesinde sizi uyarıp-korkutandır." |
-46 |
|
قُلْ مَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌDe ki "Ben sizden bir ücret istemişsem, o sizin olsun. Benim ecrim-mükafatım yalnızca Allah'a aittir. O, her şeyin üzerinde Şahid olandır." |
-47 |
|
قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَقْذِفُ بِالْحَقِّۚ عَلَّامُ الْغُيُوبِDe ki "Rabbim (kıyam edip, kendisine ihlasla yönelenin kalbine) hakkı atıp-koyar. O, gaybleri hakkıyle bilendir." |
-48 |
|
قُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُع۪يدُDe ki "Hak geldi. Batıl ne (bir şeyi yokken) ortaya çıkarabilir, ne de (var olanı yokluğa) iade edebilir." |
-49 |
|
قُلْ اِنْ ضَلَلْتُ فَاِنَّـمَٓا اَضِلُّ عَلٰى نَفْس۪يۚ وَاِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوح۪ٓي اِلَيَّ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ سَم۪يعٌ قَر۪يبٌDe ki "Eğer ben (haktan) saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer hidayete (doğru yola) erersem, bu da Rabbimin bana vahyetmekte olduğu (Kur'an) sayesindedir. O Semi'dir (herşeyi işitendir), Karib'dir (çok yakındır)." |
-50 |
|
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَاُخِذُوا مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙSen onları (vaadimizin gerçekleştiğini görüp, telaşla) korkuya kapıldıklarında bir görsen. Artık hiçbir kaçış yoktur ve (onlar azaba) yakın bir yerden yakalanmışlardır. |
-51 |
|
وَقَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ۚ وَاَنّٰى لَهُمُ التَّنَاوُشُ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍۚ(Firavun'un son anda söylediği gibi) "Biz ona (Allah'a ve vaadlerine) iman ettik" derler. Onlar için (rahmete ve hidayete) uzak bir yerden (makbul bir imana) ulaşmak nasıl mümkün olur? |
-52 |
|
وَقَدْ كَفَرُوا بِه۪ مِنْ قَبْلُۚ وَيَقْذِفُونَ بِالْغَيْبِ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍOysa daha önce onu (Allah'ı ve vaadlerini) inkar etmişlerdi. (Hakka) uzak bir yerden gayba (görüp-bilmedikleri gerçeklere dil uzatarak) atıp-tutuyorlardı. |
-53 |
|
وَح۪يلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِاَشْيَاعِهِمْ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا ف۪ي شَكٍّ مُر۪يبٍ(Artık) daha önce benzerlerine yapıldığı gibi kendileriyle istek duydukları şeyler arasına perde çekilmiştir. Onların hepsi (inkarlarında fıtraten mutmain olmayıp) kuşku-endişe verici bir tereddüt içindeydiler. |
-54 |
|