et talâku | : boşamak |
merratâni | : iki kere |
fe | : artık, bundan sonra |
imsâkun | : tutmak |
bi ma'rûfin | : iyilik ile, örf ve adete uygun olarak |
ev | : veya |
tesrîhun | : bırakmak, serbest bırakmak |
bi ihsânin | : ihsan ile |
ve lâ yahıllu | : ve helâl olmaz |
lekum | : sizin için, size |
en te'huzû | : almanız |
mimmâ (min mâ) | : şeyden |
âteytumû-hunne | : onlara verdiniz |
şey'en | : bir şey |
illâ | : ancak, hariç |
en yehâfâ | : korkmaları |
ellâ yukîmâ | : ikame edememek, ayakta tutamamak, yerine getirememek |
hudûda allâhi | : Allah'ın hudutları, sınırları |
fe | : o zaman, bu durumda, o taktirde |
in hıftum | : eğer korkarsanız |
ellâ yukîmâ | : ikame edememek, ayakta tutamamak, yerine getirememek |
hudûda allâhi | : Allah'ın hudutları, sınırları |
fe | : o zaman, bu durumda |
lâ cunâha | : günah yoktur |
aleyhimâ | : onların ikisi üzerine, ikisine |
fî | : hakkında |
mâ | : şey |
iftedet | : fidye (mehr) verdi |
bi-hi | : ona |
tilke | : işte o, bu (bunlar) |
hudûda allâhi | : Allah'ın hudutları, sınırları |
fe | : o zaman, artık |
lâ ta'tedû-hâ | : onu aşmayın |
ve men | : ve kim |
yeteadde | : aşıyor, aşar |
hudûda allâhi | : Allah'ın hudutları, sınırları |
fe | : o zaman, işte |
ulâike | : işte onlar |
hum(u) ez zâlimûne | : onlar zalimler, haksızlık edenler |