yâ eyyuhâ | : ey |
ellezîne | : onlar |
âmenû | : âmenû oldular (Allah'a ulaşmayı dilediler), îmân ettiler |
lâ tubtılû | : bâtıl (iptal) etmeyin, boşa çıkarmayın |
sadakâti-kum | : sadakalarınızı |
bi el menni | : minnet ile (başa kakarak) |
ve el ezâ | : ve eza (eziyet) |
kellezî (ke ellezî) | : onlar gibi |
yunfiku | : infâk eder, verir |
mâle-hu | : malını |
riâe | : riya, gösteriş |
en nâsi | : insanlar |
ve lâ yu'minu | : ve inanmaz |
billâhi (bi allâhi) | : Allah'a |
ve el yevmi el âhıri | : ve ahiret günü, son gün, sonraki gün |
fe meselu-hu | : o zaman, işte onun durumu 17 - ke meseli |
safvânin | : sert kaya |
aleyhi | : onun üzerinde |
turâbun | : toprak |
fe | : sonra, öyle ki |
esâbe-hu | : ona isabet etti |
vâbilun | : sağanak yağmur, şiddetli, kuvvetli yağmur |
fe | : o zaman, böylece |
terake-hu | : onu terketti, onu bıraktı |
salden | : sert, çorak, verimsiz kaya halinde |
lâ yakdirûne | : muktedir olamazlar, elde edemezler |
alâ şey'in | : bir şeye |
mimmâ (min mâ) | : şey(ler)den |
kesebû | : kazandılar |
ve allâhu | : ve Allah |
lâ yehdi | : hidayete erdirmez |
el kavme | : kavim, topluluk |
el kâfirîne | : kâfirler |